- 417 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
SAMİMİYETSİZLİK
İnsanoğlu her sevdiği şeye samimiyetle bakmalıdır. Aksi halde iyileşmeyecek yaraların kanamasına sebebiyet verir. İnsan; hak ve batıl çizgisiyle birbirinden ayrılırken tereddüt çemberini aşmalıdır. Hele hele samimi bir Müslüman, yüce davasının uğradığı bütün saldırılara etten kemik olmalıdır. Bu, insan sabrının ulviliğini gösterirken öte taraftan da ahiret yolculuğunun nafakasında adımlar atmış olacaktır. Maalesef günümüzdeki insanlar, söylediklerinin yapılmaması karşısında başkaları tarafından ne kadar da şüpheyle kendilerine bakılacaklarını anlarlar.
Bir annenin çocuğunu kaybetmesinden doğan ıstıraplı vaka kadar acıklı bir şey olamaz. Biz, Allah (cc) ve Resulünü gerçekten her şeyden fazla sevmedikçe iman etmiş olamıyoruz. Annesinin küçücük körpesine bağlı olduğu kadar biz davamıza bağlı değiliz. Hâlâ günümüzde var olan gayrı İslamî faaliyetleri göremiyoruz, insanlığa gösteremiyoruz. Göstersek dahi buna kendimiz iştirak etmemiz dolayısıyla söylediklerimiz, yaptıklarımızla hiç de bağdaşmıyor. İnsan, bir şeyi ne kadar tarif ederse etsin, o davaya inanmamışsa o davayı çok iyi bilmesi ve o konuda enteresan fikirler ileri sürmesi hiç de doğru değildir. Söylediklerinin hepsinin yapmacık olmaktan öteye gitmediğini zamanla kendi de görecektir.
Bir şeyi sevmemek ya da onu sevmediğini söylemek, sevmediklerine tepki göstermekle ve onu protesto etmekle ispatlanabilir. Sen, hem bir fiili sevmiyorum diyeceksin hem de onu istek ve arzuyla takip edeceksin. Böyle yaman bir çelişki olur mu? Kafamızda canlanan fikirlerin pratik hayatımıza ve etrafımıza ışık saçmasına imkân veremiyorsak; bu, zihnimizdeki fikirlerde samimi olmadığımızın bir göstergesidir. Etrafınıza bir bakın, anlatan, konuşan az değil. Herkes kötü eylemin zararından bahseder lakin anlatan kimselerin de çoğu kendini kötü eylemin akıntılı suyuna kaptırmaktan da edemez…
Günümüzde suçu başkalarının omzuna yükleyerek, kendini daima bu safhanın dışına çıkarmak alışkanlık haline geldi. Kötülüğün zararına gerçekten inananlar, inandıklarını yaşıyorlar mı? Ulvi davanın sancağı altında şerefle ölmek, şerefsizce rahat yaşamaktan daha iyidir. İyi işlerin daima bir başkası tarafından başlamasına zaman tanımak, kişinin olayları doğru anlayıp analiz ettiğinin bir kanıtı olmaz. Çünkü doğruyu anladığı yerde kişi tek de olsa, o işe an geçirmeden başlaması gerekir. Yeni doğan bir çocuğun, ekmeği yiyemeyeceği gibi sen de giriştiğin işin aniden oluşmasına inanmaman gerekir. Bir eyleme başlamak sonucunun oluşmasına göre değerlendirilmemelidir. Sonuç bizim elimizde değildir. Bunu Yüce Rabbimiz takdir eder. Nice peygamberler, çok çalışıp çabalamalarına rağmen, bu dünyadan birkaç ümmetle ayrılmıştır. Peygamberlerin çoğu bir İslam devleti kurmadan dünyasını değiştirmiştir. Lakin bu peygamberler, Yüce Allah’ın dinini hâkim kılmak için bütün enerjilerini tam safhasına kadar kullanmışlardır. Kişinin davasına en samimi biçimde inanması ve bu yoldaki bütün zorluklara sabrederek göğüs germesi gerekir.
Günümüzde kendi durduğunuz noktadan itibaren etrafınızda üç yüz altmış derece bir açı çizdiğinizde, insanlar bu çizilen açının dışına kaçarak davalarında nasıl da samimi olmadıklarını rahatça görebilirsiniz. Amaç dava olmaktan çıkarak, araç haline gelmiştir. “Boş ver.”, “Amacını bırak.”, “Ne amacı?”, “Ne gayesi?”, “Ne davası?”, “Ne çilesi?”, “Ne dini?”, “Ne İslam’ı”, “Ne ahlâkı?” “Ne adaleti?” gibi amaçsız telaffuzlar, günümüz Müslümanları arasında bir kâbus yüklü sis gibi günden güne yayılmaktadır. Düşünmemiz lazım velakin o da aç karnımızla olmuyor. Biliriz ki tok açın halinden anlamaz. Ama aç insan, bazı noktaları yakalamakta hiç güçlük çekmez. Gerçekten İslam’a inanan insanlar, bir kuşun teleği gibi olmak zorundadır. Kuşta teleklerin olmaması ya da eksik olması o kuşun uçamamasına ya da uçsa da derhal yere düşmesine sebebiyet verecektir.
Müslüman kardeşlerim! Hatayı anladığımız ve gördüğümüz yerden dönmeye mecburuz. Boş vermek, Müslümanın yardımına koşmamak demektir. Boş verilenlerden birinin de sen olacağını hiç düşünmedin mi? Zaten Müslümanların bu hale gelmeleri, boş vermek ve bana değmeyen yılan bin yaşasın düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Bu iki rencide edici söz, kene gibi Müslümanları kanından sömürmektedir.
Müslümanın diğer bir Müslümanla ilişkisi vücut ile baş gibidir. Biz, bu hamurla yoğrulmalıyız. Cemiyetin berrak ve vazgeçilmez suyu olan Kur’an ve sünnetle iç içe olmamız gerekir. Bilgi hamalı olmak bilgisizliğin ilk kapısıdır. Halkın duygularını sömürü aracı yapmadan, yaşayış iliğini dünyaya açmak daha doğru olacaktır. Cemiyetin yaşayışını ve fikrini kendinde bulan aydın, o cemiyetin olgun bir mevkiye gelmesine katkı sağlar. Diyorum ki samimiyet ve ihlas bir Müslümanın vazgeçilmez iki silahıdır…
1990/Konya
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.