!Viva El Caudillo!
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Seni seviyorum ama bunun seninle ilgisi yok...
Gözümü açarken ilk aklıma gelen bu oldu. Ne demekti şimdi bu? Onun için yaptığım onca şeyden sonra nasıl oldu da böyle bir şey söyleyebildi?
...
Zihnim çok bulanıktı. Bir süre bilincimi toplamaya uğraştım. Uzandığım yerden doğrulmaya çalıştığımda göğüs boşluğumdaki şiddetli acıyla kasıldım. Kafamı kaldırdığımda göğsümde kanlar içerisindeki yarıktan ucu görünen metal parçasını gördüm. O anda az önce yaşanan dehşet anları gözümün önüne geldi. Üzerimize cehennem ateşi yağmıştı. Hem ne cehennem... Parçalanan insan ve hayvan bedenleri, infilak eden binalar, korkunç gürültüler... Yanmış et kokuları hala burnumda... İnsanlar umutsuzca tanrıya sesleniyorlardı ama bunun tanrıyla ilgisi yoktu. Bombardımandan kurtulanları kurşun yağmuruna tutan uçakların üzerinde Luftwaffe armalarını açık seçik görmüştüm. Lanet faşistlerin bu küçük kasabada ne işleri vardı. Franco’nun zulmünden buralara kadar kaçmışken, başka faşistlerin saldırısına uğramıştık.
...
Daha önce pek çok kez yaralandım ama bu sefer kesinlikle işim bitikti. Havadaki tatlı, yapışkan kokuyu ciğerlerime çekince kafamı kaldırıp yukarı baktım. O katliamdan kaçtığımızda son olarak bu incir ağacının yanında soluklanmak için durduğumuzu hatırladım. Orada bayılmış olmalıyım. Sonra onu gördüm yanımda... Vivien... Guernica’ya gelmeme sebep olan kadın. Yüzünün yarısı yanmış şekilde yatıyordu. İlk kez bir incir ağacının altında sevişmiştik. Ne zaman bu tatlı kokuyu duysam, o günü anımsarım ve engel olamadığım bir gülümseme kulaklarıma kadar yüzüme yayılır. İki sene önce Paris’te Hukuk okurken, radikal bir kararla yangın içerisindeki ülkeme döndüğüm sene tanıştım onunla. Komünist milisler arasındaydı. Bense Moskova destekli bir hareketin, Franco’dan yahut Hitler’den daha iyi olmadığını savunan grubun içerisindeydim. Bize de anarşistler diyorlardı. Ama ortak bir noktamız vardı, Franco’yu indirmek. Tabi tüm muhalifler bizim gibi ortak paydada bu kadar kolay buluşamıyordu. Zaten Franco’nun başarılı olmasındaki tek sebep, ona karşı olanların birleşememesiydi. Vivien de başlarda birleşmenin elzem olmadığını düşünenlerdendi. Ancak zamanla disiplinsiz milisler ve beceriksiz yöneticilerle bir yere varılamayacağını anladı.
...
Beni liderlerinden biriyle görüştürmek istiyordu. Fikirlerimi bir de ona anlatmamı, muhaliflerin birleşmesi için neler yapılabileceğini paylaşmamı istiyordu. Söylediğine göre beni tanıştıracağı kişi Fransız hayranıydı ve gerek Paris’te bulunduğum için, gerekse hukuk tahsilimden dolayı benim fikirlerimi kesinlikle dikkate alacaktı. Böylelikle altı kişilik ekiple Madrid’den bir kamyona binerek, Zaragoza yakınlarındaki gizli üslerine doğru yola çıktık. Vivien Ebro kıyısında bize katılacaktı. Ancak buluşacağımız yere geldiğimizde iki cesetle karşılaştık. Vivien aralarında yoktu. Şükür ki öldürülmemişti. Ancak şu dönemde tutuklanmak ölümden beterdi. Üs noktalarını ve bildiği isimleri öğrenmek için engizisyonu aratmayacak yöntemleri kullanacaklardı. Böylelikle üç ay süren Vivien’in yerini tespit etme ve kurtarma sürecim başlamıştı. Bu süreçte yüzlerce kilometre yol katedip, çokça para harcayıp, paranın geçmediği yerlerde de pek çok adam öldürdüm. Sonunda tutsak edildiği yeri bulduğumda gözüm dönmüş haldeydi. Beş kişilik komünist bir grup eşliğinde Araplardan kalma bir zindanın duvarını havaya uçurarak yaptığımız kurtarma harekatı kitaplara konu olacak cinstendi.
...
Vivien’i kurtardıktan sonra bir daha asla eskisi gibi olmadı. Tutsakken neler yaşadığından hiç bahsetmedi. Önceleri düzeleceğine inansam da çok sonraları Vivien’in orada öldüğünü, kurtardığımızın boş bir beden olduğunu anlamıştım. Eski bir doktor olan kumandanımız, geçmişte daha hoş anılarının bulunduğu yerlerde bir müddet bulunursa, bir ihtimal bunun ruhuna iyi gelebileceğini söyledi. Guernica... Vivien’in doğduğu, Bilbao’nun küçük bir kasabası... Tüm bu karmaşadan, kaostan, kandan, dumandan uzak bir yer?
...
Yaklaşık bir aydır buradaydık. Gerçekten de çocukluk anıları canlandıkça Vivien’in ruhunda bir şeyler filizlenmişti. Nadiren de olsa gülüyordu. Hemen her günümüzde ona kasabayı gezdirip, bir şeyler anımsamasını, bir şeyler hatırlayıp bana anlatmasını istiyordum. Bugün de akşam üstü ölüm üzerimize yağmadan önce pazar yerindeydik. İlk defa ben sormadan gözyaşları içinde babasının omzunda pazar alışverişi yaptıkları zamanları anlatmıştı bana. Heyecandan kalbim yerinden fırlayacaktı. Sarıldım. Öptüm. Yanaklarından, gözlerinden, alnından, burnundan, dudaklarından... Sonra hayatımız kararmadan evvel beni karamsarlığa boğan sözleri söyledi. "Seni seviyorum ama bunun seninle ilgisi yok!" Bu da ne demekti? Yaklaşan uçak seslerini bile duymadan, anlamsızca etrafa bomboş bakan gözlerinin içine baktım. Bana saatlerce sürmüş gibi gelen sessizliği, yanıbaşımıza düşen bir bomba bozdu. Sonrası zaten parça, parça fotoğraf sahneleri gibiydi zihnimde. İnfilak eden binalar, parçalanan ve yanan insanlar, Vivien’in korku dolu bakışları, sağ kalanları avlayan Heinkeller...
...
Yanımda hareketsiz yatan Vivien’e sarıldım. Gözleri açıktı. Onu zindandan kurtardığımdaki halinden daha canlı görünüyorlardı. Saçını okşadım. "Birazdan yanındayım sevgilim" diyerek yarısı yanmış dudaklarına bir öpücük kondurdum. Tüm bunların hesabının sorulacağı zamanı beklemek üzere gözlerimi kapadım. Nasıl olsa ölülerin vakti boldur...
YORUMLAR
Kaybedilmiş değerleri hatırlatmak için yazıyorsunuz sanki ve değerleri yok eden insanların aç gözlüklüklerinin nelere sebeb olduğunu
Düzeni ve düzeni devam ettiren etkenleri, ölülerin ödeşmek için vakti çok evet... İyi göndermeydi...
Sizi okumayı seviyorum,