- 358 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Papini arıdan neden nefret eder?
Bitik Adam diyor ki: "Eserinin ağını karnından çıkartan bir örümcek gibi olmak istiyorum." Bununla kastettiği felsefesinin/yazılarının tüm malzemesinin kendi üretimi olması. Başkalarına dayanmaması. Borçlanmaması. Bir felsefeci için borçlanmanın çok rahatsızlık verici birşey olduğunu söylüyor Papini. Felsefî gücün özgünlükte olduğunu savunuyor. Hatta ekliyor: "Arıdan nefret ediyorum. Balı bana çalıntı gibi geliyor. Sadece kendimin borçlusu olmak istiyorum."
Hayatının evvelini ateizmin incitici kollarında geçirmiş birinden bu sözleri işitmek beni alıp başka sahillere sürüklüyor arkadaşım. Nereye mesela? Mesela: Ankebut sûresinin 41. ayetine gidiyorum. Hani orada kısa bir mealiyle şöyle buyruluyor: "Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir. Halbuki yuvaların en çürüğü örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi!" Bu manayı aklımın penceresi yapıp "Allahu’l-a’lem!" kaydıyla oradan bakıyorum.
Hatırlıyorum: Kur’an’da kâfirlerin iddialarının delilsizliğine de çok işaret var. Çok yerlerde altı çiziliyor. Bakara sûresinin 111. ayetinde deniyor mesela: "Bir de ’Yahudi ve hıristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek’ dediler. Bu onların kuruntularıdır. Sen de onlara de ki: ’Doğruysanız, haydi bakalım, getirin delilinizi." Veya Âl-i İmran sûresinin 151. ayetinde buyruluyor: "Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri ortak koşmalarından dolayı inkar edenlerin kalplerine korku salacağız. Yurtları ateştir. Zalimlerin dönüp varacağı yer ne kötüdür!"
Daha böyle birçok ayet-i kerime var. Hepsinin de dikkatimizi çektiği aynı hakikat: Kâfirlerin sözleri delilsiz. Şirkin kainatta doğrulayacak delili yok. Bütün deliller tevhide, dolayısıyla İslam’a, dönük. Bu açıdan bakınca, Papini’nin örümcek-arı karşıtlığı üzerine kurduğu benzetme, yani felsefenin idealini ’dayanmadan konuşma’ üzerine kurgulaması, ehl-i küfrün edindiği dostları da anımsatıyor. Bunlar, hakikati olmayan dostlar, örümceğin karnından kurguladığı arkadaşlar. Asılları yok. Vücudları vehim. Mürşidim de bu sadedde diyor: "Dalalet vehmidir."
Yani: Küfrün felsefesi de hiçbir yere dayanmadan, tabir-i caizse, ’işkembe-i kübradan’ konuşuyor. Sahi bu da ilginçtir: Dayanağı/hakikati olmayan sözler halk arasında da ’işkembeye/karna’ atfedilir. Doğuş yerleri olarak orası gösterilir. Demek tecrübe de çağrışımlarımızın bir kulağını tutup örümceğin karnına taşır. Evet. Örümcek yuvasını salgıladığı bir ağ ile yapıyor. Dışarıdan delil, destek veya dayanak aramıyor. Kâfir de tevhide karşı kurduğu teorilerde âleme gözünü kapıyor. Bu da bir tür ’karnı üzerine yükseliş’ değil midir? Bir ’kurmacasının içine kapanma’ sayılmaz mıdır? Fakat o yuvayı çürük yapan da bu bağımsızlığıdır.
Nefsine güvenmeyen yardım ister. Uyum arar. İnsanoğlu taş taşır. Tuğla örer. Kuş dallardan faydalanır. Yuva yapar. Kimisi de, örmez-taşımaz, bir kovuğa saklanır. Arkadaşım, bizim de kulağımıza küpe, delille konuşalım. Delille ihtiyaç duymayanlar en nihayet vehimlerini hakikat sanıyorlar. Karınları üzerine hayat dikiyorlar. İşkembelerinden çıkanlarla evler kuruyorlar. Sığınıyorlar. Sonra da tutup arıları kötülüyorlar. Neden? Arının mesleği toplayıcılıktır. Doğrudur. Fakat bal da ancak ona verilir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.