- 339 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
BATIRILIŞ
İlaç tarifinden önce hastalığın saptanması gerekir. Bu tespitte saptanan ise hakla batılın mücadelesidir. Allah (cc) ve Resûlü’nün düşmanları daima Müslümanları çökertmenin yollarını aramışlardır tarih boyunca.
Müslümanların Kur’an ve Sünnetten uzaklaşmaları sebebiyle Emperyalizm yaşamlarını ve topraklarını parsellemişlerdir. Batılılar ve gelişmiş ülkeler; zayıf buldukları İslam ülkelerinin topraklarını işgale başlamışlardır. Bu işe demokrasi, insan hakları, eşitlik, adâlet ve özgürlük nidalarıyla başlayarak bu terimleri kendilerine sihirli bir slogan yaptılar. Bunlara ilaveten Müslümanların birbirlerinden ayrılmaz bağlarını ırkçılık ve milliyetçilik sloganlarıyla kucaklaştırdılar.
Emperyalizm güçleri, kendi istekleri doğrultusunda bir sistem oluşturdular. İşgal ettikleri ülkelerin dillerini değiştirerek, onların kendi dillerini ayrıca mahalli dil kullanmalarını istediler. Böylece işgal altındaki devletlere kültür emperyalizmi de işgalle birlikte girmiş oldu. Kendi isteklerini gerçekleştirmekte direnen devletlere karşı da soykırıma giriştiler. Yerli halkın düşmanlarını tanımasına fırsat vermeyerek kendi içlerinden sistemlerini ayakta tutabilecek vekiller ve kuklalar bıraktılar geriye.
Üçüncü dünya ülkelerinde üretilen mallar çokça el değiştirerek satılıyordu. Kazançlı çıkanlar yine aracılardı. Üretimi yapan çiftçiye hamallık yapmaktan başka bir şey kalmıyordu. Yani kahve üreten, buğday yetiştiren emeğinin karşılığını alamıyordu. Çünkü dünya piyasası Emperyalistlerin elindeydi. Senin pancar ekmene bile karışıyorlardı ayrıca buna kota bile koyuyorlardı. Altın, petrol, doğalgaz ve kömür gibi madenlerin fiyatlarını bir basamak aşağı ya da yukarı çekti mi vatandaşın işi neredeyse bitiyordu…
Az gelişmiş ülkeler, gelişmiş ülkelerin ham madde deposu, arabaların tekerlekleri ve aklınıza gelebilecek ne varsa o idi. Bu ülkeler tüketime adanmıştı. Sadece tüketmek, tüketmekti gayeleri. O da bulabilirlerse, açlıktan ölmezlerse tüketebileceklerdir. Dünya nüfusunun dörtte birini veya üçte birini oluşturan Müslümana ülkeler kendi ellerindeki malların onda birini kullanamıyorlardı. Verimli tarım toprakları, yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle göz kamaştıran İslam ülkeleri işgal edilmek için belki de tek tek sıranın kendilerine gelmelerini bekliyorlardı.
Devletleri ön plana çıkaran çıkarlardır. Kendi çıkarları uğruna demokrasiyi ellerinden bırakmayan Batılılar, krallıkla yönetilen Arap ülkelerine geldi mi demokrasiyi ağızlarına bile almıyorlardı. Onlar, çıkarları neyi gerektiriyorsa onu kullanıyorlardı. Onlar için kullandıkları terimlerin çıkarlarına uygun olup olmadığıydı. Arap ülkelerinde demokrasi olmadan çıkarlarını yürütmek kolay olduğu için orada bulunan dikta sistemlere göz yumuyorlardı hatta onların ayakta kalmaları için ellerinden gelen desteği vermekten de kaçınmıyorlardı. Yüzyıllarca İslâm’a bayraktarlık yapan Araplarda demokrasi dedikleri nesnenin işlerlik kazanması, onların çıkarlarını bir anda altüst edebilirdi. Araplar özlerine dönebilirlerdi. Mısır ve diğer Arap ülkelerinde zulüm ve işkence gören Müslümanların durumları ortada değil mi?
Demokrasi, batılıların sadece çıkar silahlarıdır. 1992 yılında Cezayir’de seçimler yapılmış halk İslâm’ı isteyerek FİSİ seçmiş hem de ezici çoğunlukla(%80) almıştı. Hemen Batı ve onun uşakları ayağa kalktılar. Laikliğin orada tehlike altına girdiğini dünya kamuoyuna duyurmaya çalıştılar. Çalışsınlar köpeklerin havlaması bulutlara zarar vermez.
Demokrasilerde halkın dediğinin mutlak surette olması demek değil mi? Eğer halkın isteğini sistem kabul etmiyorsa yanlışlık sistemde değil midir? Bu laikliğin arkasına sığınılmış bir diktatörlük değil midir? Bu hürriyet değil esaret demektir. Yani sitemin kölesi olmak zorunda mısınız? Bırakın halk neyi istiyorsa o olsun. İşte Emperyalizm çıkarlarının gitmesinden korktuğu için bu çıkmazlara dalmaktadır.
Halkı Müslüman olan ülkelerin çoğunda Müslümanlar için bir dikta rejim vardır. Azınlıkların haklarını koruyup da çoğunluğu köleleştiren bir sistem. Bu sistem halkın içinden çıkmış değildir. Bizzat üst tabakanın, elit tabakanın ortaya atmış olduğu bir sistemdir. Bir ülkede halkın İslâm’a yöneldiğini görürseniz, karşınızda ihtilal ve işgalleri bulursunuz bu kaçınılmazdır.
Bir ülke düşün ki halkı için değil de dış güçler ve mutlu azınlık için çalışıyor. Onları mutlu etmek için fakir halkın acımasızca kanlarını emiyor. Masum halk bunlara köle olmakla onların nezdinde hürriyetlerine kavuşurlar. Misyoner faaliyetlerinin bir koludur bazı basın ve yayın organları. Gençleri ahlaksızlığa sürüklerken ardında tahrifatı önlüyor görüntüsü vererek ön plana çıkmaları yok mu? Böylece yapmış oldukları suçları örtbas ederler. Bu ortam fırtınaların dinmesiyle, sel sularının sakinleşmesiyle ortay çıkar. İşte halka yapılacak en büyük zulümlerden biri de onların gerçek dilini unutturmaktır. Halkın kenetlenmiş ipini buradan koparmaktır. Susamış birinin suyu isteyememesi gibi…
Emperyalistler girdikleri yerleri tahrip ederek işe başlarlar. Arkalarında ise enkazlar, birbirlerine hasım guruplar bırakarak bulundukları yerleri terk ederler. Onların kendilerinden sonra orada boğuşmalarını iştahla izlerler. Başörtüsünün Müslümanların başlarından alınıp da nasıl çiğnendiğini de izlerler. Geride kalan Müslümanlar enerji dolu kanlarını daima kardeşleri için harcarlar. Böylece kardeşlerini bir anda çökertmek için kendi gurubunu, cemaatini ve cemiyetini en üst tabakaya çıkarmak isterler. Asıl çöküş buradan başlıyor. Kendilerinin güllük gülistanlık yerde olduğunu söylerken diğer Müslümanların hakkı bulmak için çöldeki seraplara koştuklarını iştahla izlerler. Ona yardım etmeyi pek akıllarından geçirmezler, kendini sollarlar diye. İşte dünya sisteminin içinde oyuncak olmuş Müslümanlar siyasi şuurlanmanın farkında değillerdir. Örnek verecek olursak Türkiye’nin yüzde doksan dokuzu Müslümandır. Hala bir siyasi parti adı altında oyları yüzde onu geçemez. Neden neden? Müslümanların içlerindeki bulundukları sistemin farkında olmayışları, tek yumurtanın ikizleri zannetmeleri kendilerini. İşte sağ eğilimli görünen partiler, Müslüman toplumun oylarını büyük bir cambazlıkla toplaya bilmektedirler.
Emperyalistlerin Müslüman toplumlara attıkları sağ ve sol tohumları, Müslümanları bu düşüncesiz kervana katmaktadır. “Aman ha! Sağa oy vermezseniz, sol gelir. Aman ha! Sola oylarınızı vermeyin, Sağ gelir” diyerek Müslümanları sistemin tuzağına düşürmektedirler. Sağ ve sol gurupların biz daha iyiyiz diye halkı kandırıp durmaları da bambaşka bir sorun. Bunların bir kısmı Kur’an’ın bir kısmını kabul edip, bir kısmını raddedenlerdir.
Halk, biz Kur’an’ı yaşayan ve tamamını kabul edeni istiyoruz diyebilmelidir. Asıl başlangıç noktası da burada değil mi? Müslümanlara İslam’ın özünü anlatırken siyasetle dinin birbirinden ayrı ama yakın ilişikler içinde olduğunun hatırlatılması gerekir. Müslümanların bilinçsiz bırakılmaları onlara vurulmuş en büyük darbelerdendir. Müslüman siyasetle uğraşmaz yaygaralarını hep duyarsınız. Müslümanlar sizin köleliğinizi mi yapmalı? Yani sistemin tekerleği mi olsunlar? Müslümanlara din ve siyaset anlatılarak bu ikisinin öneminin bilincine varmalılar. Yoksa biz daha çok Emperyalist ve uşaklarına kul ve köle oluruz.
Emperyalistler, Müslüman ülkelerin bağlarını koparmak için daima ihtilaflı konular üzerinde dururlar. Tabiî ki bu ülkeler diğer ülkelerden daha üstün olma mücadelesini verirler durmadan. Kâfirlere karşı mücadele vermezler, kendilerine karşı verirler mücadelelerini. Kendi kardeşlerine karşı şedittirler, düşmanların karşı yumuşaktırlar. Ümmetçilik fikrini makaslayarak Müslümanların birleşmelerine engel olurlar. Kurdukları sömürü sisteminde Irkçılık ve milliyetçilik fikirlerini körüklerler. Hatta bir ülkenin içinde yaşayan etnik gurupları bile kendi öz benlik safsatasını hatırlatarak ırkçılık potasına sokmak isterler. Türkiye’de; Türk, Kürt, Çerkez, Arap ve Süryani gibi ırkların birer devlet kurmalarını isterler. İşte bütün bu gurupta olanları tek birleştirici asıl nesne ümmetçiliktir. Irkçılık akımı bir ülkenin tabanına kurulmuş dinamittir.
Müslüman gençlerin köhneleşmiş Emperyalist ve onun uşaklarının oyunlarını iyi teşhis etmeleri gerekir. Aileyi bozma düşüncelerini görüp yıkmak gerekir. Gençlere verilecek gerçek bir İslâmî eğitim ve terbiye onların neyin peşinden gittiğini kendilerine gösterecektir. Müslüman devletler arasında İslâmî vahdet oluşturma zamanı gelmedi mi? Birbirimize atılan bu düşmanlık tohumlarını kurutalım. Nefsimize ve çevremize yenilmeden ve korkmadan bu gemiye katılalım tabiî ki hatalarımızı da düzeltelim.
Her Müslüman Kur’an ve Sünnete bakarak hatasının olup olmadığını değerlendirmelidir. Yoksa bu ülkenin halkı sömürü düzeninin çarkında ezilip gider. Ak ile kara ortadayken nedir hâlâ karayı seçişimiz? Hak ile Batıl apaçık ortadayken hâlâ batılı seçişimizin nedeni nedir? Doğru ile yanlış apaçık ortada iken neden hâlâ yanlışı seçiyoruz? Güzel ve çirkin apaçık ortadayken hâlâ çirkini neden seçiyoruz? Adil düzenle köle düzeni apaçık ortada iken biz neden hâlâ köle düzenini seçiyoruz. Allah’a (cc) kul ve köle olmak varken biz neden hâlâ kula kul ve köle oluyoruz?
Ben Müslümanım diyen herkes kendi durumunu gözden geçirmelidir. Müslüman Müslümana kardeş olarak her zaman destek olmalıdır. Bu destek kişisel baz da olduğu gibi devletler arasında da olmalıdır. Mevla’m bizleri kendine gerçek kul olanlardan eylesin…
04.01.1992
Konya
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.