- 377 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
dil ve giz
Tanıklık ettiğimiz tarihin bize gösterdiği: evrensel bir dünya anlayışı ulus-devlet anlayışı arasında derinleşen bir çatışmadır.19. ve 20. yüzyıl ise bu çatışmanın sahnesi durumundadır.
;ulus devlet anlayışını, ulusal tarihi,ulusal ekonomiyi,ve tüm estetik alanları etkilemiştir.
Bütün evrensel değerler taşralaştırılmıştır.’Sanat, maddi dünyadan alınan ve evrenselleşen bireyin bilinciyle tarihsel disiplinin estetize bilimidir’. Bu kavrayışı algılayamayan taşra kültürü sanatı ahlaklaştırır. Taşra bilinciyle kendi iç ahlakını yaratmaya çalışan örgütlenmeler, bir müddet sonra ahlak yozlaşması içindeki bireyleriyle kendi kendini boğazlamaktadır.
Çağın sanatçısı (aydın) tarihin kurtarıcısı olarak bilgiyi ve eylemini bir peygamber edasına büründürmüştür. Eylemini yaşama arzusundan çok, var olma biçimine (simgesine), bilgiyi ( sanat) yaşama bilincinden, arzusundan çok bir tahakküm alanına dönüştürmüştür. Bunu başarmak için akılsal bir yüceltmeye gereksinim duyar. Bu akılsal yüceltme , bir süre sonra akılsal bilgiyi ( kavramsal) gerekli kılar. Sanatı ve kültürü kavramsal olarak sürdürür. Kendi kendini yaratan kavramlar zincirine dönüşür.
Özne olan insan yiter ve insan kültürün ve sanatın nesnesi durumuna düşer. Kendi yarattığı yüceliğin kölesi olur. Üretken yaşamdan kopan bu sanal yanılsamalı kavrayış, ardı sıra kültür bunalımı yaratır. Bilgi, acıdan ve yalnızlık duygusundan başka bir şeye dönüşmez. “yaratıcı sanat” kendi yalnızlık çukuruna daha çok batar. Bu durumu yüceltmekten de kendini alıkoyamaz.yaratıcılık kavramlar algısına ve kavramlar savaşına döner. ‘Kör kuyunun kör savaşçıları belli belirsiz ellerini, gövdelerini ve sözcüklerini savururlar. Bu eylem, birbirini öldürmekten çok,birbirini yaralayan sakatlayan bilgi çatışmasından başka bir şey değildir’.Sakatlama ne kadar çok artarsa, fikirlere özgüvende o derece artar. Bu, bilgi insancıl ilişkiden çok bir kültür iletişimi olarak algılanır. Anlam arayışlarına başvurulur.
Sanatın bir metaya dönüşmesi pazar rekabeti gereğince yaşamsal bilgiden kopmakta, sanal dönüşümünü hızlandırmaktadır. Pazar rekabetinin kıyasıya savaşı ; bilinç yitimi ve toplumsal şizofreni algısına dönüşür. Sanat her geçen gün şizofreni algı hızla sürüklenip toplumsal şizofreniye denk düşer. Buda kendine değer sistemleri yaratmaktadır. Bütün bunlardan dolayı özne olan insanın zaman ve mekan algısı yitmiştir. Endüstri toplumunun iş bölümünü yetkinleştirmesiyle, insanın kendisine ait yaşamın içinde görememesi bireyi, hızla zaman kavramından koparmaktadır. Dolayısıyla birey; geçmiş, gelecek ve bugün arasında bir us parçalanması yaşamaktadır. Bu durum bireyin eylemini eylemsizliğe büründürür. Ve şiddetli bir “var olma” savaşı başlatır. Us ; eylemden eyleme, mekandan mekana sıçramalar yaratır. Bu sıçramalar bireyin kendisine ait eylem arayışıdır. İleri işleyim toplumunun hızla gelişmesiyle, bu gelişme karşısında bilgisiz kalan bireyin yaşamı bir müddet sonra efsane biçimine bürünür. O zaman kendisini bu efsanenin içinde kendini bir kahraman olarak görür ve yedi başlı ejderhalarla mücadele eder. Başı ve sonu olmayan sanal düşman, güçlerle savaşır. Artık onun için hayat algısı yalnızca iyilerin ve kötülerin dünyasıdır. Yaşam bir cebelleşmeden ibarettir. Endüstri toplumunda kendi, merkezinden kopan birey, parçacıklara ayrılarak boşluk içerisinde kendisine bir merkez aramaktadır. Merkezini bulamayınca hiçlik duygusu, gizemcilik (mistizm), romantizm, simgecilik, hummalı bir yalnızlık ve her şeyi olabildiğince boğan bir çığlıkla doldurmaya çalışır. Bu boşluğunu özellikle edebiyat alanı uçurumunun kıyısına gelen bireyin çığlığına dönüşür ve bir yakınma edebiyatı başlar. Edebiyat ve sanat şizofreni çatısına üçgenini kurar. Bireyin merkeziliğini algılamaktan yoksun olarak bireyi sorgular.
Oysa birey bir şeylerin nesnesi olmaktan kurtulmaya çalışmaktadır. Tüm değerler sistemini yok eder ve hiçbir şey ona anlamlı gelmez. Birey artık yaşamaya ve ölmeye değer olanı bulamaz. Bunun içindir ki bu algıdan yoksun olan çağın sanatı, geçmiş değerleri geri çağırmakta , bireye anlam yüklemeye çalışmaktadır. Bunu yapamayınca da yakınma çığlıkları artmaktadır. Evet , artık uğruna ölünecek bir şey yoktur. Birey düştüğü bu boşlukta, kendi çağının trajedisine yabancılaşmaktadır. Ve sanat algısı kendisini bu çatıda var etmektedir. Oysaki bütün bu kaymalar ve geri dönüşler bireyin kendini yaşamda görme çabasıdır.
Sanatın dilini giz tanrıların kudretinden kurtarmalı tüm zamanlarla örtüşen tanrısal dilden arınmalı.
Sanatın yaşamsal bir sonuç olduğu etkin bir dünya duygusuyla yaratılmaktadır.
Hayatın somut dengeleyiciliği ve hareketliliğini etkin olarak bağlamaktır.
Dağılmış yaşamı içselleştirmek yerine çağı anlat ki birey yerini bulsun.
Bireyin ihtiyacı olan tek şey çağının bilgisidir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.