- 282 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Nasıl Yaşar Nasıl ölürüz 5
Çünkü uzaya giden, tasarım yapan, simule eden hayat ta organelli hücre ile birlikte kendi olmamakla; kendi dışında kolektif bir sosyal hayat ve toplumsal hayat olması itibarıyla, yine bir hayat değildiler!
Kısaca hayat zaten yoktu! Ya da hayat tüm bunlarla, tüm bunların her biriyleydi. Hayat tüm bunların her biriyle, şimdi olmakta olanla ve gelecekte olacak olanla hayattı. Bu nedenle; her bir çeşit ve çeşitliliğin kendisiyle bir bakteriye, bir virüse, bir solucana, bir sineğe hayat demediğimiz sürece, biz hiç hayat değildik.
Bizim hayatımız, kendi hayatımız dışındaki algılarla, dıştaki hayatın hiçbirinde yoktur. Ama hayatın tüm algıları ister foto sentezli süreçler düzeyinde olsunlar, ister mitokondri yel düzlemde olsunlar, ister ribozlu veya ister ribozomla olsun ister amino asit, protein, enzim ve bazlar düzleminde işlevle olsun; ister bağırsak kurdu düzleminde olsun hepsi kendisini koruyan ilk durumlu canlanan tepkilerleydiler.
Bir arada olan süreçlerle, kendisini yineleyen. Kendi eylemini tekrarlayıp kopya hareketlerle; kendisini eşleyen. Kendisini çoğaltan tepkileriyle ilişkin süreçli sentezlerin organizasyonu ile bir aradaydılar.
Bir arada olanlarla süper pozisyonlar dediğimiz dıştan hayat sal olaylar; ortaklaşan, kolektif olan, simbiyoz durumlarını ortaya koyması nedenle; giderek süreci karmaşıklaştıran ve sürekli kılan kesikli durumlardı.
Hayatın kendisi olan süper pozisyonlu enerjinin bir dalga ve parçacık hareketiydi. Bu enerjinin dalga akışı zamana zemine bağlı çevre koşulları içinde spin hareketler içinde vardı. Bu tür sipin hareketli akış küre odacıklara dönüştü.
Bu türden parça yalıtımlı durumlar, kendi kendisinin algısıydı. Kendisine göre çevrenin farkını fark eden algıydı. Bu gibi algısal belirlenimlerin var oluşu içindeki farklı durumlar virüs ve bakteriden, insana doğru çok yönlü, çok köklü kol ve dalla parça parça canlı oluştu. Var oluş sürekliliği veren dalga hareketi iken; yalıtılma, işlev durum olma vs. de var oluşun parçacık hareketiydi.
Yine canlı oluş koloni, topluluk, toplum gibi kesikli süre durumlarıyla dalga hareketi olan her bir dalga sürekliliğinin parça hareketi olan bedenler de bu sürekliliğin parçacık durumlardı. Parçacıklar sürekliliği veren dalga hareketini ortaya koymaktaydılar. ne süreklilik parçasız var oluyordu. Ne parçalar sürekli oluşla belirebilmenin dışında vardılar.
Hayat bir defa da beliren, olmuş bitmiş olan değildi. Öyle olsa süreklilik olmazdı. Hayat sürekli durum içinde yoğunlaşan, parça durumlar olmakla belirmedir. Bilinirdir. Ve görüngün var oluştur. O ilk hali ile kalamayandı.
Var olun ve özelde de hayatın ilk hali geri bağlanım yasasıyla, geri beslen imli başlangıç koşulundan alınan geçmiş imajıyla her bir parçaya geçişken oluşla, türseldi.
Hayat; her bir organik beden durumsalı içinde, değişen çevre etkileşmesi karşısında; her bir defada oluşan her bir ikame biçimini, ya da tamam olmuşunu, koruyamaz. Parça hayatlar değişen çevre ile beliren değişmeye karşılık yeni bir öğrenme olmaktadır.
Değişen yeni çevre, yeni etki ve yeni tepki olmakla bu etki canlı üzerine yeni donanımları olucu etki yansımadır. Donanım canlının etkiye karşı geliştirdiği tepki olmakla, canlının dış etkiye verdiği cevaptır.
İşte yeni donanım ya da koyucu tutum bir önceki parça durumlar özelinde olmamakla birlikte şimdiki durum içinde değişen iç, dış bağıntılar bütünü olmasıyla, hayattı. Her var oluş benzer etkilere, farklı tepkiler ortaya koymasıyla hayattı. Ve hayat böyle güzeldi. Ve hayat böyle kutsal yaşamdı.
Hayatın insanda beliren parçalı durumu kadar ve daha fazlası, kendi dışında da olan özü ile hayattı. Organizmanın yalıtımlı öz ve yüzey gerilimli bir formel kısıtlılık içindeki duyum hissi gibi algılarıyla da organizmanın kendisi bir kişilikti.
Öz ve biçim bağıntılıydı. Öz olmadan biçim, biçim olmadan öz olamazdı. Öz ve biçim özdeğin dalga ve parçacık oluş şekli ve bağıntısıydı. Öz sürecin ve özdeğin dalga ve sürekliliğiydi. Organ eller, hücresel özün yani dalga olanın spin burgaçla parçacık biçimle beliren çoklu bağıntısıydılar.
İnsan, kendisini yiyen bir aslanı yırtıcıları ve çürükçülleri olmadan kendisinin de ineği yediği taam ile çiçeksiz, böcek siz, bakterisiz, virüssüz, kaide kural ve ilişkin bağıntıları olmadan ne hayattı, ne de kendisiydi.
Kendi olan zatı da zaten mitokondriyle, ribozomla, DNA ile organlar özelleşmeli iç ve dış girişmeli bağıntılı bir bütünlüktü. Dahası kişi insan milyarlarca olan kendi hücresinin on katı bakteri ile vardı.
İşin güzelliği ve muhteşemliği insanın toplumsal yapı içinde insan olmasıydı. İnsan kendisi toplumsal yapının bir olgu ve olayı olduğu halde mucize, insanın; toplumsal güç sayesinde kendisini, evreni ve başlangıcı bilen ben olmasıydı.
Neden sonuçtan habersizdi. Ama insan çoğu nedenlerin sonucunu biliyordu. Bu muhteşem bir zarafetti. Bu zarafetin her türü ile başlangıcı simüle ediyordu? Cansız dediğimiz tepkilerden, canlı dediğimiz tepkileri taklitle simüle ediyordu.
Birkaç noktasından farklı sıraladığı etkileşimleriyle DNA dizilimi içinde parça canlanışı yürüre sokuyordu. Sörn de kuantum parçacıklarla parçacık sentezlerini simüle ediyordu. Laboratuvarda dinozor DNAsı sentezliyordu.
Hemcinslerimiz mi, hayattı, yoksa biz mi hayatız? Kuşkusuz ki imaj olan sürekliliğin içinde kendi zaman zemin düzlemi ile fiili olan imaj kopyalarının ikisi de hayattı. İnsan hayattı. Toplum da hayatın kendisiydi. Toplum insanla vardı.
İnsan da süreklilikle vardı. İnsan ve toplum imajı alınmakla sürekliliği oluşandı. Süreklilik, imajlardan kopyayı DNA’lara aktaran her bir dönüşmeleriyle organizmaydı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.