- 396 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Çatla da Patla
ÇATLA DA PATLA
Dersteki kitap okuma etkinliği ve kitap değerlendirme tartışması oldukça sert ve heyecanlı geçmişti. Bir edebiyat öğretmeni olarak öğrencilerimin edebiyatı sevmesi ve kitap okuma ve değerlendirme etkinliklerinde böyle kendilerini kaptırarak heyecanlı, hareketli ama birbirini kırmadan üzmeden tartışarak kitabı anlamaya çalışmaları beni sevindiriyordu. Gerçeği arama peşinde olan ama bunu yaparken de nezaketi elden bırakmayan öğrencileri yetiştirmek her edebiyat öğretmenine de nasip olmuyordu işte.
Bugün derste Doğan Cüceloğlu’nun “Savaşçı” kitabını tartışmıştık. Savaşçı adından görüldüğü gibi savaşı çağrıştırsa da aslında insanın kendisi ile barışmasını ve gerçeklerle yüzleşmesini anlatan e.e cumming’in “seni başkalarından farksız yapmaya çalışan bir dünyada kendin olabilmek, kendin kalabilmek, dünyanın en büyük savaşını vermektir. Bu savaş bir başladı mı hiç bitmez.” sözünü 400 sayfalık kitap boyunca Arif Okurer ile tartışıyorlar ve güzel sonuca varıyor, tartıştıkça, konuştukça gerçeklere ulaşıyorlardı. Defalarca okuduğum bu kitabı öğrencilerime de okutmuş ve tartışmıştık işte.
Dersten çıkınca kafam halen karışıktı. Bir yerlere oturmak bir kahve içmek istedim. Dalgın dalgın yürürken “Yemişken” önünden geçtiğimi fark ettim. Alt katında kuru yemişlerin satıldığı, üst katında kütüphanesi olan bir cafe olan bu “Yemişken” sık sık ziyaret ettiğim bir mekandı. Bir Edebiyat Öğretmeni için hem kitap okumak, hem kahve içmek hem de rastlarsam dostlarla sohbet etmek yorgunluğumu utturuyordu.
Yemişken’e gele gide dost olduğumuz güler yüzlü sahibi Bülent Dal ve Zarif eşi Nihal Hanım’da Edebiyat sever insanlardı. Onlara tavsiye ettiğim veya hediye ettiğim tüm kitapları okur, bana fikirlerini anlatır “Okulda Edebiyat Öğretmenimizin 4 yılda anlatamadığı şeyleri sizin bize hediye ettiğiniz bir kitapta öğrendik hocam” dedikleri zaman tüm yorgunluğum geçerdi.
Yemişken’den içeri adımını atar atmaz Bülent, hemen gelerek “Hoş geldin Alper abi” dedi. Kumral tenli, açık alnı ile kahverengi çekik gözleri, yüzüne göre iri dudakları ile gülümsemesi samimiyetinin yüzüne yansımasına sebep oluyordu. Bu aynı zamanda insanları çok sevdiğini, ailesine bağlı insan olduğunu gösteriyordu.
Yemişken’in üst katındaki cafeye çıkıp caddeye bakan her zamanki masama oturunca kahvem de hemen geldi. Kahvemden birkaç yudum alınca, kitap okuma etkinliğinde üzerime çöken yorgunluğumun azaldığını hissettim.
Cafe’de bar gibi düzenlenmiş, servis masasının arkasında duvarı boydan boya kaplayan kitaplığa bakınca yorgunluğum biraz daha azaldı. Çünkü kitaplıklara bakmak bana yaşama sevinci veriyordu. Yemişken’e bu yüzden sık sık uğrayarak kahvemi içerek yorgunluk atıyordum. Kahvemi içerken aklıma birden bir hikaye yazmak geldi. Okuyan ve okumayan insanın sohbetinin hikayesi. Bunu hemen kağıda dökmeye başladım.
Okumayan - Okuya okuya nereye varacaksın kardeşim?
Okuyan - Senin okumaya okumaya varamadığın yerlere.
(Sessizlik)
Okumayan - Okumak sana ne kazandırıyor ki? Maddi ne kazanıyorsun?
Okuyan - Maddiyat da sevgi gibi, aşk gibi kişiden kişiye değişen şey, maddiyat bence sevgi demek. Okuyunca parasal yönden zengin ama mutlu olamayan insandan daha çok mutlu oluyorum. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu” ayetini hatırlayınca okuyanla okumayanı ölü ile diri arasında fark kadar farklı görüyorum.
Okumayan - Kitap okumak boş şey.
Okuyan - Kitap okumamak aslında boş adam olmak, okumanın zevkini, ibadet olduğunu bilmediğinden ve boş adam olduğundan okumanın önemini ve okuyanı anlayamazsın. Okuyanın değerini okuyan ve okuyanı seven anlar. Neyin boş olduğunu neyin dolu olduğunu da yaşlanıp da aklın kemale erdiği zaman ya da öldüğünde anlarsın.
Okumayan-Ne öldüğüm zaman mı?
Okuyan - “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” ayetini “okuyanla okumayan bir olur mu” olarak anlarsan sonra “keşke okusaydım” diyerek hayıflanacaksın. Sen okumuyorsun bari okuyanla alay etme, çocuklarını okumaya teşvik et, çevrende kitap yazan insanlardan kitaplar alıp imzalatarak çocuklarına hediye et, torunların adına imzalatarak sakla onlara miras bırak.
Okumayan - Okumak gerek ya okumak gerek….
Yazdıklarımı okudum tebessüm ettim. Bülent Dal yanıma geldi. “Helal Olsun Alper Abi “bu hikayeyi yazdığın için seni tebrik ederim. Bir porsiyon pasta ile kahveyi hak ettin. Dur beraber yiyelim” diyerek pasta ve kahve getirmeye gitti.
O gelene kadar içimden Okumayana dedim ki “Okumak boş şeymiş, bak ne kadar boş bir hikaye yazdım daha yayınlanmadan bir porsiyon pasta ve kahve kazandım. Yayınlanıp bir kitaba koyarsam herkes faydalanacak ve bana dua edecek. Boş muymuş dolu muymuş gördün mü”
Karşımda hayali okumayana baktım. Başını önüne eğdi ve sessizce kısık sesle, ezik bir şekilde önüne baktı. Ben de Bülent ile karşısına geçerek bir güzel pastayı yeyip de kahveyi içerken ruhu ile bizi izleyen hayali okumayana, “çatla da patla” dedim.