- 334 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gitmesi bitmeyen birisini sevmeliyiz
"Uzaktan sevmek ızdırap dolu bir bekleyiştir!" der Yazar Kadının Savunması’nda Jenny Diski. Fakat ’beklentisizlik’ daha ızdıraplı olduğundan herşeye rağmen ’beklemeyi’ seçeriz. Izdırabı seçeriz. Sevmeyi seçeriz. Uyanmak için nedenlere ihtiyacımız var. Hayat ümitle nefes alır. Aynılık bir tür cehennemdir. Yeni birşeyler olacağını ümit etmeliyiz.
Sırf kahvaltı etmek için uyanılmaz. Serçe değiliz biz. Daha önce görmediğimiz çiçekler de açmalı. Evvelden duymadığımız kuş sesleri olmalı. Sırf kahvaltı etmek için uyanılmaz. Belki daha küçük yaşlarda mümkündü bu. Şimdi büyüdük. Somunlar çok aynı. Peynirler birbirine benziyor. Domateslerin dedikodusu çıkmış. Hormonlu diyorlar. Hele ballar bir tuhaf. Hiç arı görmemiş gibiler. Arılar da onları tanımazlıktan geliyorlar zaten.
Şimdi büyüdük. Yaralarımız daha geç iyileşmeye başladı. Sancıları daha zor geçmeye başladı. Azıcık sert çekilen ipekler dahi jilet gibi iz yapıyor. Tenimiz hassaslaştı. İzler birikiyor. Yüzümüz kırış kırış. Duygularımız hakeza. Göğsümüzde bir karanlık büyüyor. Nursuz nar. Hararetsiz kor. ’Daha’sı olmayan zor. Hapşırılamayan hapşırık. Yarım hıçkırık.
Artık yeni oyalayıcılar bulmalıyız. Boşuboşuna olduğunda varlığımıza katlanamıyoruz. İçim içim çöküyoruz. Uykularımız delikli. Karadeliğimiz deliksiz. Bir amaç gerek bize. Bir neden. Sabah kalkmaya değecek bir neden. "Bugün de işe yaradım!" dedirtebilecek bir neden. Onu bulamazsak gündoğumu bile korkutur bizi. Her gündoğumu bir zil sesi. Arkadaşım, rakibimiz çok ciddi, bir dahaki raundda nakavt ihtimali var. Aynaya karşı bir maça çıkıyoruz. Boşluk kazanacak sanki.
Korkuyoruz. Duasızlık önemsizliğin annesi. Önemsiz buluyoruz kendimizi. Dua edeceklerimiz kalmadı. Kandil gecelerinde göğe açık eller ezber tazeliyor. ’İnşaallah’larımız havada kalıyor. O kadar iştahsızız ki sofralar hep boş geçiyor. Çocukluğun baharı koşarken yapraklarını döktü de aniden kışın duvarlarına yaslandı. Sağıma-soluma bakıyorum. Vay arkadaş vay. Olabileceklerin sayısı bir hayli düşmüş gibi.
Boyumuz daha uzamayacak diyorlar. Aldığın kiloları vermen de zormuş. Merdivenleri çıkmak güçleşiyor. Daha cennete uçmadan kanatlarda kramplar. Hem de isteksizlik. Güneşi avuçlarım sanıyordum. Ekrana bakınca gözlerim yanıyor. "Jöle mi biryantin mi?" sorusuna cevap bulamadan yorgan gitti. Kavga bitmedi. Şimdi taraflar arasında yorganın gidişi tartışılıyor. Tekrar dönmesinin ümidi olmadan hem de.
Söylesene arkadaşım: Başından beri heyecanla beklediğimiz bu filmin biz tam olarak neresini kaçırdık? Neden artık kurgudan hiçbirşey anlaşılmıyor? Mekanlar değişti. Dostlarımız değişti. Şartlar değişti. Konuşmadan yapamadığımızı aramaya korkuyoruz. Hasbelkader arayanı meşgule atıyoruz. Gökkuşağı görünce dahi "İşi çıksa da gitse!" diyesimiz var. Eski dizileri izliyoruz. Dizlerimiz ağrıyor. Kalbimiz ondan beter.
Ulan ne saçma şey: Bir tane yârimiz yok ama her yer ayrılık. Kötü haber gelecek diye yüksek sesle konuşanlardan ürküyoruz. Acıları arkadaşlardan önce geliyor. Arkamızdan kumpas kuracaklar diye fısıldayanlardan tırsıyoruz. O niye? Pusuya da düşmedik. Nedir bu tetikteki halimiz? Yoksa? Yoksa biz uzaktan da mı sevemedik?
Eyvah ki eyvah. Izdırap dolu bir bekleyişimiz olacaktı sevince. Izdırapla dolu bile olsa bir bekleyişimiz olacaktı. Bekleyiş lan! Az şey midir yani? Bu zamanda hem de. Hani? Nerede? Yoksa onu da mı beceremedik? Şimdi ızdırap var ama bekleyişi yok. Yanılmışız çok. Arkadaşım. Düşünmeliyiz. Ya yeterince sevmiyoruz ya da yeterince uzak değiliz. Ya sevmeye değmiyor bunlar yahut da mesafeyi kaldıramıyorlar. Varılıyorlar. Biz acilen herşeyi kenara bırakıp gitmesi bitmeyen birisini sevmeliyiz. Başka herşeyin vuslatı var.
YORUMLAR
Güzel bir yazıydı hocam..
Beklentisizliğin ızdırabında en güzel şey düşünmek değil midir?
Bir ara düşünce gücüyle ilgili kitaplara merak sardım, lakin ne bir kalemi ne bir masayı yerinden oynatabildim ne de güneşi ayı tutmaya güç yetirebildim.
Lakin düşünmek içinde görüntü ilazım. Görüntüsünü alamadığımız için tüm uzaylı filmlerinde insana benzeyen şekilleri kullanıyoruz, aynı tasavuf ve felsefe üzerine düşünen veya yaşayan doğulu ve batılı yani dünya insanları gibi..
Sütün içindeki tereyağı benzetmesi veya hastalıkların gözle görülmeyen canlılar tarafından meydana geldiğinin keşfinden ortalama 1000 yıl sonra yeni bir düşünme içinde girdik...
Aslında ben ne dediğimi bilmiyorum,
Lakin düşünüyorum işte..
evet öleceğim ha bugün ha yarın derken, ekranlarda gördüğüm veya okuduğum hiç bir ölüm haberi daha başıma gelmedi bir türlü..
beklentisiz düşünüp, yaşamayı başarmak için ne yapılması gerek düşünüyorum devamlı..
beyin fabrikamın dumanı hiç eksilmiyor..
artık şemsi tebrizi de merhem olmuyor...
lakin bir gerçek var, bir insan ilk çocukluk yaşlarında neyi düşünüyorsa ona dönüşmeye doğru bir yaşam yaşıyor sanki...
bir yalnızlığa doğru yaşamak ömür boyunca...nasıl bir histir anlatabilen bir yazar var mıdır bildiğiniz..?
ya da bonibon kapaklarından bir voltron oluşturmak...
bir çelik aslanım olsa ne gündüz gezmekten korkarım ne de gece ormanda..
o beni korur yırtıcılarda mesela..
bizler çizgi filmleri seyreden ilk kuşaktanız. hayallerimizi anlayamadı kimse...
saygılarımla hocam..
esen kalınız...