ÇENGELKÖY'DE 21 YIL MUHTARLIK YAPAN AHMET ACUNDATEK...
Sevgili Çengelköy, bu yazımızda sizlere köyümüzün pırlanta taşlarından, parmakla sayılabilecek kadar az kalan kişilerinden biri olan, yirmi bir (1978-99) sene Çengelköy’ün muhtarlığını yapmış, Ahmet Acundatek’i tanıtacağız.
Ahmet Acundatek 1922 doğumlu, yani tam 97 yaşında, Allah nazardan saklasın ve sağlıklı ömürler ihsan etsin. Babası lokantacı, aşçı Mehmet efendi, anneleri ise Şaziye hanımdı. Önceleri Babaları Beylerbeyine yerleşmiş ve burada dört ev ve üç dükkan almıştı. Ahmet bey anlatıyor; "Efendim, Beylerbeyi’nin poyrazı çok şiddetli idi, Çengelköy’ün havası, hem kuzey rüzgârlarına dayanıklı, hem de bir çok hastalığa derman olduğundan, babamız bizleri, Çengelköy’de kiralık bir eve yerleştirmişti". Acundatek’ler varlıklı bir aile idiler. 1928 yılında babaları hakka yürümüş, anneleri ve biri kız, iki erkek üç kardeş yetim kalmışlardı. 1951 Yılında da anneleri Şaziye hanım vefat edince ve üç kardeş kalmıştı. Ama onları Beylerbeyi’nde aş’çı Mehmet efendinin oğulları diye, parmakla gösterirlermiş.
Ahmet Acundatek şöyle anlattı; "O zamanlar harf devrimi yeni çıkmıştı, gece mektepleri açılmış ve adeta okur yazarlık seferberliği başlamıştı. Biz o zamanlar Beylerbeyi’nde oturuyorduk, gecenin bir vaktinde bekçi gelir anneme; ’Şaziye hanım haydi okula’ derdi. Annem; ’yahu ben nasıl geleyim, üç tane yetimim var’ derdi ama bekçi ısrar eder ve; ’haydi haydi şimdi geleceksin’ derdi".
Bir ton kömür 27.- liraydı ama ahali çok fakir olduğu için kömür alamazlardı. Annem yoksullara, yemek, giyecek ve kömür yardımı yapardı, rahmetli. 125.- kuruş bir çeki (250 kilo)odun, biz on çekide odun alırdık.
Ahmet Acundatek, ilkokulu Beylerbeyi’n de, orta öğrenimini ise Üsküdar Paşakapısın da okumuş. Bir gün arkadaşı manav Hasan; ’Atatürk Haydarpaşaya geliyor’ demiş ve bunun üzerine bir çok arkadaşı ile beraber, sabah erkenden Haydarpaşa garına gitmişler. Beyaz bir tren ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk geliyor demişler, Ahmet abinin dediğine göre; "ilk önce Mareşal Fevzi Çakmak inmiş, elin de siyah dikenli bastonuyla, sanki tunçtan heykeller gibiymiş. Sonra koyu gri takım elbisesi ile Atatürk ve elinden tuttuğu, üzerinde sarı elbisesi ile manevi kızı Ülkü trenden inmişler"...
Sevgili okur, şimdi Ahmet Acundatek’in şu sözüne dikkat edelim; hepsi şu an gözümün önünden geçiyor, Atatürk ve Fevzi Çakmak haydarpaşa garına indiklerinde, çok kalabalık olmasına rağmen, görünürde ne bir polis, ne de asker vardı" diyordu. Şimdiler de binlerce korumayla gezen devlet erkânına göre, şaşırtıcı değil mi?
Atatürk ve dava arkadaşları orada toplanan halkı selâmlayarak, Haydarpaşa iskelesinde beklemekte olan ’ACAR MOTORU’na alkışlar ve büyük heyecan eşliğin de binmişti. Burada önemli olan anlamlı bir detay, Atatürk o günden sonra Ankara’ya bir daha gitmemişti, gidememişti. Orada toplanan öğtenciler ve halk, tezahürat yaparak onları coşkuyla alkışladılar, Atatürk ve Fevzi Çakmak, halkı selamladıktan sonra, ’ACAR MOTORU’ ile oradan ayrılarak, Dolmabahçe Sarayına gittiler.
Atatürk Haydarpaşa garına geldiğinde zaten hastaydı, ben ve arkadaşlarım bir gün vapurla geçerken Dolmabahçe Sarayından balkona çıkarak bizleri selamladığını gördük, zaten her geçen vapurda ki vatandaşlara el sallarmış, ondan sonra da bir daha göremedik, derken kısa bir süre sonra, kendisi hakka yürüdü. Dolmabahçe Sarayında Atatürk’ü bir katafalk’ın üzerine koymuşlardı, bütün millet ve öğrenciler katafak’ın önünden geçerek selamlıyorlardı. Bizim okul da dahil olmak üzere bütün okulları öğrencileri, katafalk’ın önünden Atamızı selamladık. Hüseyin’ciğim, öyle yapmacık değil, bütün ahali bağrıyor, avaz avaz haykırıyor ve hıçkırarak ağlıyorlardı. Sonra cenazeyi Ankara’ya götürmek üzere, kıyıda bekleyen "ZAFER MOTORU" na koyup, açıkta bekleyen "YAVUZ ZIRHLISI" na bindirip, İzmit’e götürdüler. Oradan da trenle Ankaraya götürdüler ve Etnografya müzesine’de bir katafalk’a konuldu. Atatürk’ün ebedi istirahatgahı Anıtkabir’in yapımına 1944 yılında başlandı. İnşaat aşaması oldukça uzun sürdü ve 1953 yılında tamamlanabildi. Ölümünden 15 yıl sonra 10 Kasım 1953’te Atatürk’ün cenazesi Ankara Etnografya Müzesi’nden alınarak törenle Anıtkabir’e getirildi.
Ankara’da dünyanın en büyük cenaze merasimi yapılırken, dost düşman bütün devletlerin başkanları, Kralları, Cumhurbaşkanları, Başbakanları ve en ileri gelenleri cenazeye katılmışlardı. Daha sonra, Anıt Kabir yapıldıktan sonra, cenaze Etnografya müzesinden alınıp, yine büyük bir törenle oraya defnedildi. O, yüzyılın evrensel kahramanı, Türklüğe armağandır. Ve doğanın en kat’i kuralı çalışarak, onu da aramızdan çekip almıştır. En acımasız kanun olan ölüm, Atatürk‘ün kutlu hatırasını bizlere emanet ederek, yüreklerde başlayan sonsuz bir yaşamın içine almıştır O’nu.
Ahmet Acundatek devam etti; "Çengelköy’ün eski muhtarlarından manav Niyazi Alpaslan’nın okuması yazması yoktu, zaten muhtarlıkta şimdiki gibi zor değildi, dolayısıyla muhtar Niyazi bey’in muhtarlık işlerini, eşi Nadire hanım yapar ve imzalardı, sonra bir albay muhtar oldu, ondan sonra rahmetli İsmail Güney muhtar oldu. 1980’den önce muhtarlık seçimine rahmetli Leylâ Cumurcu hanımla biz girdik, Leylâ hanım iki üç sene muhtarlık yaptıktan sonra, bana; "abi ben sıkıldım sen yap" dedi ve ben Çengelköymuhtarlığını 1978’de alarak 1999!a kadar yaptım. O zamanlar belediye başkanı Dr. Niyazi Yurtsever idi, onunla Çengelköy’e asfalt yollar, evlere su ve sokaklara elektrik gibi, çok güzel şeyler yaptık. Mesela Talimhane’de adamın evi var ama su 100 metre ilerde, adam hortumla evine su çekerdi, biz bu meseleyi çözdük".
Ahmet Acundatek devam etti; "Efendim, 1954 yılında Tuna nehri donunca, Bulgarlar buzları patlattılar, parçalanan buzlar, Karadeniz’i geçerek İstanbul boğazından içeri girdiler. Büyük buz parçaçıkları, adacıklar halinde Boğaziçi’ne dağıldılar. O zamanlar Ahmet bey’in yöneticisi olduğu, Vaniköy mısır özü yağı fabrikasının önüne gelen büyük bir buz kütlesinin üzerine, orada çalışan arkadaşlar binerek resimler çektirirlerken, diğer arkadaşlar da, yangın kancaları ile buz tabakasını iterek, fabrikanın rıhtımından uzaklaştırdılar. Aniden akıntıya kapılan buz kütlesi, üzerine binen arkadaşlarla birlikte, Ortaköy’e doğru gitti. Bazı arkadaşlar, Vaniköy akıntı burnundan sandal indirip, karşıya geçtiler ve buz kütlesinin üstündeki arkadaşları, kurtardılar." dedi.
1922 doğumlu ve şimdi 96 yaşında ki canlı tarih Ahmet Acundatek, şöyle devam etti; ’Yıldırım Beyazıt Cami’inin olduğu yerler, hurma bahçeleriydi, zamanla ağaçlar kesilerek, yerine Yıldırım Beyazıt Camii yapıldı. Bu zemin dere yatağı idi, kısa bir zaman sonra, Cami’inin tabanın da çökmeler ve Cami’i de çökmeler oldu. Daha sonra bu Camii yıkılarak, Acıbadem hastanesinin sahibi, Mehmet Ali Aydınlar tarafından yeniden yapıldı.’ dedi.
Güzeltepe arazileri bomboştu ve çoğu arsalar, Osmanlı çileği tarlasıydı. Osmanlı çilekleri, küçük ama çok lezzetliydi. Çilekler toplanır, sepetlerle Çengelköy’e indirilir, çoğu İstanbul hal’ine bir kısmı da köyde satılırdı. Çilek toplama sırasın da, her taraf mis gibi Osmanlı çileği kokardı. Ham yenen (Çikolatalı Hurma) Hurma, Hurma, Beyaz Osmanlı Sultan İnciri, Kızılcık, Kiraz, Fındık, Vişne, Kocayemiş, Mor İncir, Malta Eriği, Papaz Eriği, Mürdüm Eriği, v.b, meyveler vardı.
Şimdiler de çarşamba pazarının kurulduğu yerler ve yamaçları, bomboş arazi idi, Eski Nato (şimdi, Profesör Doktor Beynun Akyavaş Buvarı) yolunun her iki tarafı da, sebze ve meyve bahçeleri doluydu, yolun kenarlarında ceviz tomrukları vardı, Çengelköy halkı sebze ve meyvelerini buralardan ve şimdil İspark’ın bulunduğu, Fando’nun bostanından alırlardı.
Talimhane’nin ve Güzeltepe’nin Çengelköy (Bademi) salatalığı çok meşhurdu, soyarken suları akar, mis gibi kokarak ve kokusu odanızı buram buram kaplardı. Şimdiki ’Örme Sitesi’, Sadri bey’in olduğu yerler, arabacı Metin, Arap Nihat’ın oturduğu yerler ve Sultan Murat’da, arsaların hepsi boş tarlalar idi ve salatalıklar, bu tarlalarda yetişirdi. Toplanan salatalıklar küfelere konur, sepetlere konulmuş Osmanlı çilekleri ile beraber, Kuleli’de ki taş iskeleye getirilir ve Arap Arif’in motoru ile, Eminönü hal’ine gönderilirdi. Salatalıkları eski Muhtar Leylâ Cumurcu’nun babası ve şimdiki Çengelköy Muhtarı Can Cumurcu’nun dedesi, meşhur kabzımal Arap Abdi satardı.
Yine eski zamanlar da, köyümüzün mahallelere sebze ve meyve satanlar, yoğurtçular, at üzerin de tel dolaplarında ciğer satıcıları, şekerli macuncular, pamuk helvacılar, kışın bozacılar, leblebi hevacıları, yazın dondurmacılar gelirlerdi. Tabii ki bu ürünlerin hepsi, suni değil, organikti. Dondurmacı bir Arnavut vardı, Kasımpaşa’dan gelir, halis koyun sütü ile, kaymaklı dondurma teknesini havluyla sarar ve satardı. Dondurma demişken, aklıma geldi, Eminönü’nündeki, Nimet abla gişesinin sırasında, bir han’nın içerisinde bir Camii vardır. Bu han’nın girişinde, içeride dondurma satan bir esnaf, han’nın kapısına havlu asardı bu, havlu yerinde yoksa, dondurma bitti demekti, Eminönününde ki bütün esnaflar ve memurlar, buradan dondurma alırlardı.
1954 Altı, yedi eylül olayları ve 1974 Kıbrıs Barış Harkatı sonrası bir çok Çengelköylü Rum evlerini barklarını yok pahasına satarak, Yunanistan’a göç ettiler, 1970’lerde gerek çarşı içinde, gerek çarşıya yakın mahallelerde ki eski ahşap Rum evleri, gözleri hırs bürümüş muteahhit’ler ve onlara gelecek seçimlerde oy toplamak için, bu izni veren devlet yöneticileri tarafından yıkılarak, yerlerine apartmalar diktiler, iş işten geçtikten sonra, bu kıyım yasaklandı ve Boğaziçi ’Sit Alanı’ ilan edildi ama atı alan, Üsküdar’ı geçmişti...
Ahmet Acundatek devam etti; ’Ata 2’ sitelerinin olduğu yerde, Ali Ağa’nın koyun çiftliği vardı, Çengelköylü’ler sütlerini oradan alırlardı. Lekeci Nuri (Nuri bey, arkadaşlarıımız Feryal Taneri ve Semih Koçer’in, rahmetli anneleri Füsun Koçer’in babası ve onlarında dedesidir, ayrıca Lekeci Nuri mahallsinden, taa Vahdettin Köşküne kadar olan alan, Nuri Bey’in bağları imiş) mahallesinin öğretmen evleri tarafı ile, Abdipaşa sokağının üst tarafı, madam’ın yerleriydi. 1954 yılının Altı, yedi eylül olaylarında, Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri, okuldan buraya gelerek, madam’ın yeri olan bakkal Şerif’in olduğu yeri, koruma altına almışlardı.’ diyordu. Madam vefat etmeden önce, Muzaffer adında bir öğrenciyi, kendine evlat edinmişti. Madam vefat edince,113 dönüm arazi, Muzaffer bey’e kaldı. Sonra buraları parsel parsel satıldı.’ dedi.
Şimdiler de bile Çengelköy’de görmüş olduğunuz bir çok yerin resmi kat mülkiyetli tapuları yoktur. Hemen hepsinin, hisseli arsa tapuları vardır ve halen arsa olarak gözükmektedir. İş Bankasına ait olan, Talimhane Selvi yolundaki, şimdiki ’Mesa Evleri’nin olduğu arazi de, Nadir Aşan’nın inek çiftliği vardı.
Pekiyi Ahmet ağabey, acaba eski Çengelköy’de yaşadığınız ilginç ve değişik olaylar var mı?Ahmet Acundatek cevap verdi; ’Tabii ki, olmazmı hiç mesela rahmetli Can Baba bir gün kendini benzin dökerek yakmıştı, Kuleli’ye giderken Fil ambarlarının önünde, o bir tek katlı ev de otururdu, oraya ıslanmamak için naylon almış, ancak naylon kısa gelmiş, Can Baba, vay efendim bu naylon niye kısa geldi diye, üzerine benzin döküp yakıyor. Sonra canı yanınca, can (!) havliyle hemen kendini denize atıyor. Bir akşam gazinoda otururken, bir soru üzerine; ’lan ben cehennemi görmüş adamım’ diye hava atıyordu.
Bir akşam da işten geldim, gazinocu Kel Mahmut’un oğlu Balbadem Nuri’nin gazinosunun, camını, çerçevesin kırmış, eli yüzü kanlar içerisinde, gömleği ve pantolonu kıpkırmızı olmuş, Neden mi? Efendim neden ondan balık almamş da, başkasından almış. Balbadem Nuri onu biraz daha içirdikten sonra, onu alarak hastaneye götürmüştü. Yahu inanırmısın? Adam o kadar kan kaybetti, ölmedi be, Vallahi ölmedi, hakikaten Can Baba imiş yani...
O zamanlar kaçakçılık çoktu inanır mısın, o Küçüksu yolu eskiden o öğretmenler evinin önünden geçerdi, polis o yolu kapatmış, polis ya polis kapatıyor, kaçakçılar kaçak sigaraları rahatça indirsinler diye, trafiği arkadan veriyorlar. Mallar indirilince, polis yolu trafiğe tekrar açıyor. Yine Kandilli tarafında mal indirilirken, başların Albay olan bir bölük asker kaçakçıları basıyor, Albay hop ne oluyor filan derken, kaçakçıbaşı Albay’ın omuzunda ki yıldızları okşayarak; ’bak bu yıldizlar var ya, bu yıldızlar, kaç para yazar’ diyor. Albay meseleyi anlıyor, bakıyor ki emir büyük yerden, parsasını alıp gidiyor. Ya Hüseyin oğlum, bu günleri geçirdi bu ülke, belki de başka şekillerde geçirmeye devam ediyor, kim bilir..?
Beylerbeyi’ne giderken, Ragıp bey’in yalısı vardı, orayı kum deposu yapmışlardı ama kum deposu bir paravan, meğerse paravanın arkasında kahve kaçakçıları varmış, büyük kahve kaçakçısı imiş bunlar. Oraya kum geliyor diye, tonlarca kaçak kahve gelirmiş. Büyük paralar kazanmışlardı bu adamlar.
Ben Vaniköy Mısırözü Yağı fabrikasının, mesul işletme müdürü iken, fabrikaya büyük motorlar geliyordu, bizim eve iki üç kişi gelmişti bana; ’abi bir parti malımız (kaçak) var, izin versen de şu malı sizin fabrikadan indirelim’ dediler. Ben; ’bakın, ne siz buraya geldiniz, ne de ben sizi gördüm, haydi selametle gidin’ dedim. O zamanlar (1980’ler), sigara kaçakçılığı çok oluyordu, neyse uzatmayalım, bir keresinde bunlardan bir kaçını polis yakalamış, merkezde bunları otomobil lastiklerine bağalmışlar ve vermişler sopayı.
Eskiden Boğaziçi’nin her semtinde olduğu gibi, Çengelköy’de de balıkçılar için ’Gümrük Kulubeleri’ vardı. Balığa çıkanlar, dönüşte bu balıkları gümrük kulubelerinden geçirmeleri gerekiyordu. Balıkçı eğer tuttuğu balıkları satacaksa, rüsum (vergi) ödemek zorundaydı, eğer satmayacaksa gümrük memuru balıkları çizer, hacamat eder ve haydi götür evine derdi.
Aynı zamanda Boğaziçi’n de ’Deniz Polisleri’ vardı, bütüm boğazı korumaya çalışırlardı. Çünkü ’Deniz Korsanları’ bütün boğazı soyarak, talan ederlerdi. Korsanlar, ilk önce yalıları ve iş yerlerini gözetleyerek, keşif yaparlar, bir açık buldular mı, asla affetmezler hemen soyarlardı. Yahu bizim fabrikadan bakır boruları çaldılar be. Boğazda bir gemi yanıyordu, geminin pervanesini söktüler yahu. Korsanlar Hüseyin oğlum, Boğaziçi korsanları idi bunlar.
1980’lerden önce, Çengelköy’ün merkezi, İskele ve iskele meydanı idi, iskele gişesinin karşısında, gazete bayii ki, gazeteler buraya sabah 05.30’da gelirdi, ilk vapur da 05.05’de kalkardı. Gazete bayii’nin yanın da telefon kulübeleri vardı, telefon etmek için, ilk önce telefon numaranızı Kandilli santralına yazdırıp beklerdiniz, üç beş dakika sonra telefon çalar ve santralda ki memure; ’aradığınız numara hazır, görüşebilir siniz’ der ve kapatır, siz de konuşurdunuz. Kulubelerin yanında Postane müdürlüğü vardı, müdürü İrfan Erduran beydi, o zamanlar yurtiçi ve yurtdışı iletişim postanelerden yapıldığından, Postane, Telsiz, Telgraf ve Telefon çok önemli idi, şehirler arası ve yurddışı telefon görüşmeleri de buradan yapılırdı.
Sevgili Çengelköy, köyümüzün eski çınarlarından, sevgili Muhtarımız Ahmet Acundatek’e bu samimi, gerçek ve aydınlatıcı röportaj için teşekkürlerimiz sunarken, kendisine ve oğulları ,baba Asım’a ve eşi Aysel hanıma, Aydemir ve eşi Hatice hanıma ve Ahmet abinin gelinleri Serap ve Tuğba’ya, torunları Cansu, Canan, Deniz ve Tutku’ya, sağlıklı uzun ömürler, temenni ederiz, teşekkürler Ahmet Acundatek...
2014 Mart Hüseyin A.Tuna / TUNACAN