- 376 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir aşk hikâyesi.
Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben bu satırları
yazarken gözümden damlalar akıyor klavye üzerine. Erkekler ağlamaz lafı bana
göre değil. Ağlamaktan hiç utanmadım duygularım acılarım beni boğduğu zaman hep ağladım. Yine ağlıyorum. Sizleri tanımıyorum ama sizlerle paylaşmak istiyorum. Lütfen, bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen
yazılı satırlar olarak geçmeyin. Okudukça yeryüzünde insanlar neleri yaşarmış
diyeceksiniz buna eminim.
Bir işçi ailenin en büyük çocuğu olarak babamın tayininin çıktığı bir köye taşındık. Huzursuzdum okulumu bir köy okulunda okumaktansa şehirde medenice okumak istiyordum. Kaydımı yaptırdı babam okula. İlkokul 4. sınıftan başladım köy okuluna. Beni bir sınıfa verdiler. Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve hangi sıraya oturmak istiyorsan otur dedi bana.
Bir kızın yanı boştu sadece oraya oturdum. Hayatımı adadığım gidişiyle beni bitiren insanla ilk o zaman tanıştım. İsmi Yasemin idi. Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti. Kahverengi gözleri gamze yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü yanlış yazdığım notlarımda kendi silgisiyle defterimdeki hatayı silmesi beni o minik yaşımda ona bağladı. O dönemlerde çocukça bir arkadaşlıktı. Zaman ilerledikçe onsuz tek saniye geçiremiyordum. Ben onlara gidip ders çalışıyor ya da o bize geliyordu. Mükemmel bir paylaşımcıydı. Yüreğini sevgisini dostluğunu daha o yaşta vermişti bana. İlkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada bitirdik. Hep onunla hep ona biraz daha alışarak.
Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize rica ettik ve bizi aynı okula yazdırdılar hatta aynı sınıfa hatta aynı sıraya oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar. Başarmıştık. Yine aynı sıradaydık. Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki onsuz hayat bana huzur vermiyordu. Yaşımız ilerledikçe o beni ben onu daha çok seviyordum. Çocukça başlayan arkadaşlığımız sevgiye aşk/a dönüşmüştü ortaokul yıllarımız bitmek üzereyken. Şehir merkezinde. Ailelerimiz liseye geçtiğimiz sırada ortak bir karar aldılar. Buna göre tek ev kiralayacak ikimiz aynı evde kalacaktık. Annem de bizimle kalacaktı.
Allah’ım o karar bize iletildiğinde dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu. Ona âşık olmuştum. Aynı duyguları o da paylaşıyordu ve bunu fark eden ailelerimiz okul bittiğinde evlendirelim diye karar almışlardı bile. Ona âşıktım artık. İlk elini tuttuğumda sakın bir daha bırakma demiştim. Yanakları kızarmıştı utanmış ve başını önüne eğmiş gülümsemiş ve elimi sıkı sıkı kavramıştı. Artık her gün el ele tutuşup okula gidiyor okuldan çıkarken el ele dolaşıyor geziyor öyle gidiyorduk evimize. Arada bir elleri terler ve her terleyişte elini elimden kurulamak için çekerdi. Bunu her yaptığında kızar elimi bırakma diye azarlardım hep tamam tamam diyerek gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu. Her şey harikaydı dünya Cennet gibiydi gözümüzde. Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde.
Nihayet liseyi de bitirmek üzereydik, karne dönemi gelmişti. Karnelerimizi aldık hiç kırığımız yoktu. Sevinçle sarıldık birbirimize elimi tuttu, bunu kutlamak için bir cafe ye gidip cola içerek kutlayacaktık. Okulun az ilerisinden geçen bir çakıl yol vardı. Her zaman toz duman içinde olurdu, çakıllarla kaplıydı. O yolun benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar rol oynayacağını bilsem hiç girer miydik o yola. Neler vermezdim o yolu yürümemek için. Eli yine elimdeydi ansızın elini çekti terlemişti yine eli. Sanırım dört adım atmıştım. Dönüp yine azarlayacaktım. Çünkü hem elimi bırakmış hem de geride kalmıştı. Dönüp baktığımda dünyam başıma yıkıldı. Sanki gök kubbenin altında kaldım, yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu, ne yapacağımı bilemedim üzerine kapandım yüzüne yapışmış saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o görüntüyle karşılaştım. Başı kesilmiş bir tavuk gibi çırpınıyordu. Suratına bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım kahve renkli gözlerinden biri akmıştı. Suratının yarısı yoktu. Hırlıyordu bana bir şeyler demek istiyor kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler demeye çalışıyordu. Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir taş suratına saplanmıştı. Ölürcesine bir aşkı geleceğimizi kibrit büyüklüğünde bir taş parçasının bitireceğini bilemezdim. Donuk donuk hiç konuşamadan yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ellerini tuttum kaldırdım başını göğsüme dayadı ve elimi sıkı sıkı tuttu. Akan kan ellerimize damlıyordu. Yoldan geçen bir araba durmuş bizi seyrediyordu hastaneye yetiştirelim dediğimde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti. Kimse arabaya almıyordu, çevreme bakıp yardım eden demekten ona dönüp seni seviyorum beni bırakma dayan demekten başka bir şey yapamıyordum.
İki dakikalık bir çırpınıştan sonra kucağımda öldü. Cennet olan dünya 5 dakikada Cehenneme döndü. Kaç yıl oldu onu yitireli. Kendime olan güvenimi yitirdim gençliğim harap oldu. Artık kimseyi sevemem kimse de beni sevemez korkusundan kurtaramıyorum kendimi. Bitkisel hayatta gibiyim. Yaşıyor muyum yaşamıyor muyum bilmiyorum ben bir sevda ateşinde kavruluyorum.
Şimdi soruyorum sizlere güzel insanlar sevmek, âşık olmak bir insanın hayallerindeki mutluluğu tam bulmuş iken neden bu ayrılıklar? Neden acılar? Neden? Neden? Bitmek bilmeyen sonsuz ayrılıklar neden? Neden? Gerçekten neden? O aptal adam arabasına bizi alsaydı hastaneye yetiştirseydi beklide ölmeyecekti neden almadı insanlık mı bu? Anlayamıyorum mutlu olmak için doğduk ama mutsuz ölüyoruz neden?
Sami Arlan..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.