- 870 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
ÖLÜMÜNÜN 45. SENE-İ DEVRİYESİNDE TÜRKÇENİN KEREM’İ: NİHAT SAMİ BANARLI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
M. NİHAT MALKOÇ
Zengin Türk edebiyatı, geçmişten bugüne titiz ve gayretli edebiyat tarihî çalışmalarıyla getirilmiştir. Edebiyat tarihi dediğimizde aklımıza birkaç usta araştırmacı yazar gelir. Bunlardan biri Mehmet Fuat Köprülü, biri Ahmet Kabaklı, biri de Nihat Sami Banarlı’dır. “Resimli Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eseriyle edebiyatımızın dününe ışık tutan Nihat Sami Banarlı’yı yeni nesiller pek tanımaz. Bu nedenle bu yazımızda onun hayatına bir göz atacağız.
Banarlı’nın Çocukluğu, İlk Gençlik Yılları ve Eğitim Hayatı…
1907 senesinde İstanbul’un Fatih semtinde dünyaya gelen usta yazar Nihat Sami Banarlı, Trabzon milletvekili şair Ömer Hilmi’nin torunu, yine şair valilerden İlyas Sami’nin oğluydu. Dedesi Hilmi Efendi, İstanbul’da kurulan ilk Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında(Millet Meclisinde) Trabzon mebusu olarak görev yapmıştır. Kendisi, mürettep bir divanı bulunan usta bir şairdi. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi’nin sonunda verilen bilgilere göre: “Banarlı aslen Trabzon’un köklü bir ailesi olan Alemdarzadeler’in torunlarındandır. Trabzon’da yerleşen ilk dedesi Trabzon fethinde bulunan Fatih’in alemdarlarındandı. Büyük dedesi Trabzon eşrafından devlet hizmetleri görmüş Arif Ağa’dır. Dedesi Hilmi Efendi mühim memurluklarda bulunmuş bir devlet adamı, aynı zamanda devrin tanınmış şairlerindendi.”
Nihat Sami Banarlı’nın babası İlyas Sami Bey hem mülkiye amiri hem de usta bir şairdi. Annesi Hafize Nadire Hanım ise yine Trabzon’un köklü ailelerine mensup bir kadındı.
Nihat Sami Bey’in Soyadı Kanunu çıktığında aldığı ilk soyadı Somyarkın’dı. Eserlerinde kullandığı bugünkü soyadını, babasının ve annesinin mezarlarının bulunduğu Tekirdağ’a bağlı Banarlı kasabasından almıştı. “Somyarkın” olan soyadını gördüğü lüzum üzerine “Banarlı” olarak değiştirmiştir. Banarlı, bugün yaşamış olsaydı 108 yaşında olacaktı.
Usta bir edebiyat tarihçisi olan Banarlı; sırasıyla ilk tahsilini Fatih Sultan Vakıf Mektebinde, orta tahsilini Gelenbevî ve Mercan İdadisinde, lise tahsilini Vefa Sultanisinde yapmıştır. Son olarak da İstiklâl Lisesi’nden mezun olmuştur. 1926 senesinde girdiği Edebiyat Fakültesinden ve Yüksek Öğretmen Okulundan1929 senesinde mezun olmuştur.
Nihat Sami Banarlı’nın Hocalığı…
1929 yılında Darülfünun(İstanbul Üniversitesi)’ü bitiren Nihat Sami Banarlı, mezuniyetini takiben Edirne Lisesine tayin edilmiştir. Bu okulla beraber Edirne Kız ve Erkek Muallim Mekteplerinde Edebiyat Öğretmeni olarak görev yapmıştır. Askerlik dönüşünde İstanbul’a yerleşmiş, burada sırasıyla Kabataş ve Galatasaray Liselerinde çalışmıştır. Bunlara ilâve olarak Boğaziçi, Şişli Terakki ve Işık Liselerinde de dersler vermiştir. Ardından Eğitim Enstitüsü’nde ve Yüksek Öğretmen Okulu’nda çalışmıştır. Bunların ardından da Yüksek İslâm Enstitüsü’nde İslâmî Türk Edebiyatı Tarihi derslerine girmiştir. Kısa bir dönem de Yüksek Öğretmen Okulu’nda müdürlük yapmıştır. 1969 senesinde emekliye ayrılmıştır.
Şiirler, oyunlar, hikâyeler, roman(lar), makaleler, fıkralar, eleştiriler ve denemeler kaleme alsa da Nihat Sami Banarlı’nın kimliğini ifade etmede vurgulanması gereken asıl unsur onun hocalığıdır. Edebiyat tarihçiliğinde çığır açan Banarlı’nın çok yönlü bir insan olduğunu öncelikle teslim ediyoruz. Fakat hocalığı onun edebiyat tarihçiliğinden de öndedir. O, kumaşı yüzde yüz bizden olan tertemiz bir nesle gönüllü olarak idrak terziliği yapmıştır.
Banarlı Hoca, idealist bir öğretmendi. Derslerinde kuru ansiklopedik malumatları öğretmek yerine, edebiyatı sevdirmiş, tabir caizse yaşatmıştır. Öğrencilerinin bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmalarının önüne geçmiştir. Onları donanımlı olarak yetiştirmiştir. Öğrencilerine öncelikle dil şuuru kazandırmıştır. Millî ve manevî duyguları içselleştirmiştir.
Nihat Sami Banarlı, sadece dört duvar arasında hocalık yapmamıştır. Tabir caizse bütün rûy-i zemin(yeryüzü) onun için bir mektepti. Başta Türk Dili ve Edebiyatı ders kitapları olmak üzere; dil, kültür, medeniyet ve edebiyatla ilgili kaleme aldığı kitaplarla geniş bir kitleye gönüllü öğretmenlik yapmış, onları bilgilendirmiş, uyarmış ve uyandırmıştır.
Nihat Sami Banarlı’yı gençlik yıllarımızda liselerde okuduğumuz edebiyat ders kitaplarıyla tanıdık ve sevdik. “Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı”, “Metinlerle Türk Edebiyat Tarihi” kitaplarından söz ediyorum. Bir nesil o kitaplarla yetişti. Ne güzel ders kitaplarıydı onlar… Türk ve Batı edebiyatı şair ve yazarlarına ait metinler büyük bir titizlikle seçilmişti. Bizler bu kitaplar sayesinde edebiyat zevki edindik. Bunları günümüzdeki ders kitaplarıyla karşılaştırıyorum da arada çok büyük edebî zevk ve incelik farkları görüyorum.
Nihat Sami Banarlı’nın Edebî Kimliği…
Çok yönlü bir yazar olan Banarlı’nın edebiyata ilgisi ve sevgisi pek çok yazarda olduğu gibi şiirle başlamıştır. Gençlik yıllarında hece ve aruz vezinleriyle şiirler yazmıştır. Fakat bunlar gençlik hevesiyle yazılan metinler olduğu için bunları kitap hâline getirmemiştir. Zaman zaman yazmaya devam etse de, şiirde ısrarcı olmamıştır. Belki bu yüzden onun şairliği ve şiirleri hakkında fazla malumat edinemiyoruz. Onu şair diye nitelendir(e)miyoruz.
Banarlı’nın şiir kitabı olmadığı için ne kadar şiir yazdığını bilmiyoruz. “Resimli Türk Edebiyatı Tarihi” adlı dev eserinin ikinci cildinin sonunda dört tane şiirine yer verilmiştir. Bu şiirler “Baht”, “Ayşe’ye”, “Yol Verin Dağlar” ve “Kitaplar” adını taşır. Bu şiirler hece ölçüsüyle, dörtlük nazım birimiyle ve koşma nazım şekliyle(Kitaplar şiiri hariç, çünkü o yedili hece ölçüsüyle yazılmıştır) kaleme alınmıştır. Fakat bu şiirler çok da usta işi şiirler değildir. Öyle de olsa, bir bölümünü aşağıya alacağım. Bu şiirlerden, eşi Ayşe Vedia’ya yazdığını tahmin ettiğim “Ayşe’ye” adını taşıyanı yoğun aşk duyguları içermektedir:
“Nasıl gün batarken yanar da sular/Bir lâle taşır her saz Ayşeciğim/Sazlarda o narin bükülüşün var,/Sularda o titrek naz Ayşeciğim//Renginden çerağlar yakar sular var/Pınarda şimşekler çakar sular var/Benim de içimde akar sular var/Seninle her mevsim yaz Ayşeciğim// Melil melil bakma, tasan tasamdır/Kız seni solduran bilmem ne gamdır?/Gün günden yorgunsun bak kaç akşamdır,/Göğsünün lâlesi az Ayşeciğim//Yorulsun gözlerim seni gözlerken/Gezdiğin yollardan silinme erken/Sensizlik içimi yaksın giderken/Bu ne hoş ne derin haz Ayşeciğim//Nasıl gün batarken yanar da sular/Lâleler açar da pınarda sular/İçimde acınla kanar da sular/Bin lâle yakar bin saz Ayşeciğim”
Banarlı’nın az sayıdaki şiirinin yanında oyunları, hikâyeleri, romanı, makaleleri, fıkraları, eleştirileri ve denemeleri de mevcuttur. Fakat bizler onu daha çok usta bir edebiyat tarihçisi olarak tanıyoruz. Zira edebî şöhretini bu alanda yakalamış ve zirveye çıkmıştır.
Nihat Sami Banarlı’nın oyunlarına baktığımızda daha çok millî hissiyat muhtevalı piyesler yazdığını görürüz. Fakat bunlar iddialı metinler değildir. Bunlar arasında şu eserleri sayabiliriz: “Kızıl Çağlayan (manzum milli piyes), Bir Yuvanın Şarkısı (manzum milli piyes), Sular Kararırken, Yaban¬cı, Dumanlı Dağlar, Son Vazife, Bir Mabet Yıkıldı, Istırap Yarışı”
Hemen her türde eser veren, fakat daha çok edebiyat tarihçisi olarak tanınan Banarlı’nın o dönemin Hürriyet gazetesinde tefrika edilen “Bir Güzelliğin Romanı” adıyla roman türünde kaleme aldığı bir eseri de vardır. Resimli Türk Edebiyatı’nı kütüphanelerimize kazandıran bu değerli araştırmacı-yazarımızın edebiyat tarihi araştırmaları kapsamında hazırladığı “Dâstân-ı Tevârih-i Mülûk-ı Âli Osman ve Cemşid-ü Hurşid Mesnevisi(Ahmedî’nin Osmanlı tarihine dair manzum ese¬rinin neşri) çalışması da önemlidir.
Banarlı Hoca bir ömür boyunca kitaplarla hemhâl olmuştur. Ruhunu kitaplarla beslemiştir. Şiire bir heves olarak başlayan ve devamını getirmeyen Banarlı, kendi el yazısıyla tablolaştırdığı “Kitaplar” adlı bir şiirinde şu duygu ve düşüncelere yer verir: “Niçin okudum sizi?/Siz ki, göstermediniz/Bana saadetlerin/Çalkandığı denizi…//Niçin kitaplar, niçin?/Hangi sahifenizi/Muskalaştırmalıydım,/Murada ermek için/ Ve bir gün görmek için…”
Nihat Sami Banarlı 1930 senesinde Ayşe Vedia Hanımla evlenmiş, bu evlilikten Ilgaz adını verdikleri bir oğulları dünyaya gelmişti. Nihat Sami Bey’in oğlu Ilgaz Banarlı, Viyana’da bir otel odasında Nietzsche’nin bir kitabını okurken bunalıma girip intihar etmiştir.
Banarlı Hoca, 1953’te İstanbul Fetih Cemiyeti’ne girmiştir. Bu kuruluşa bağlı olan İstanbul Enstitüsü’nde müdürlük yapmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı 1000 Temel Eser ve Çağdaş Türk Yazarları komisyonlarına üye ve başkan seçilmiştir. 1971’de kurulan Kubbealtı Akademisi’ne Edebiyat Kolu Başkanı ve Akademi Dergisi Müdürü olmuştur.
Banarlı’nın vefakâr öğrencisi Nermin Suner Pekin, merhum Banarlı’nın 100. Doğum Yıldönümünde “Nihat Sami Banarlı, Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri” adlı kıymetli bir anma kitabı hazırlamıştır. Bu kitap İstanbul Fetih Cemiyeti tarafından yayımlanmıştır.
Nihat Sami Banarlı Mektebi, Banarlı Külliyatı…
‘Nihat Sami Banarlı’nın ömrü okumakla, araştırmakla, öğrenci yetiştirmekle ve yazmakla geçmiştir’ dersek abartmış olmayız. Onun elinden geçen öğrenci sayısı on binli rakamlarla ifade edilebilir. Fakat o, bununla da yetinmemiş, yazdığı birbirinden kıymetli kitaplarla, dergilerde yayımladığı yazılarla bir neslin öğretmeni olmuştur. Kitapları ve dergi yazıları geniş kitlelere ulaşmıştır. Edirne’de öğretmenken “Altıok” adlı dergide halk edebiyatıyla ilgili yazılarını yayımlamıştır. Cemiyetle ilgili mevzulardaki makalelerini ise zamanın önemli dergilerinden “Ötüken’de, Atsız’da ve Orhun’da okurla buluşturmuştur.
Banarlı, Edirne’den İstanbul’a döndükten sonra dergilerde daha çok görünür olmuştur. İstanbul’da Yedigün mecmuasında düzenli olarak yazmaya başlamıştır. Öte yandan Ankara’da çıkmakta olan Ülkü mecmuasına şiir ve makaleler göndermiştir. 1948’den itibaren Hürriyet gazetesinde “Edebî Sohbetler” adlı köşede makaleler yazmıştır. Bunun yanında Akşam ve Yeni Sabah gazetelerinde Emin Bayrakdaroğlu müstear adıyla yazılar kaleme almıştır. Fikir haysiyetine çok önem veren titiz bir kalem olarak bildiğimiz Banarlı, yazmayı kendine toplumsal bir vazife addetmiştir. Yazmakta sınır tanımamış Hayat ve Tarih, Meydan gibi mecmualarda dile, kültüre, medeniyete ve eğitime dair kıymetli yazılar kaleme almıştır. Banarlı, kendi adıyla özdeşleşen Kubbealtı Akademi Mecmuasında uzun süre yazmıştır.
Banarlı, Yahya Kemal’in 1958 yılında vefat etmesinden sonra Yahya Kemal Enstitüsü’nün kuruluşuna öncülük etti. Bu kurumun ilk yayını olarak “Yahya Kemal Yaşarken” adlı kitabı yayımladı. Daha sonra yine Banarlı’nın gayretleriyle “Yahya Kemal’in Hatıraları” adlı kitap okurla buluştu. Hocasına karşı vefada sınır tanımayan Nihat Sami Banarlı, dördü şiir olmak üzere Yahya Kemal’in on kitabını yayımladı. Bununla da yetinmeyerek Yahya Kemal için iki de “Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası” çıkarmıştır. Yahya Kemal hakkında yazdığı yazıları “Bir Dağdan Bir Dağa” adı altında toplamıştır.
Nihat Sami Banarlı, başta Resimli Türk Edebiyatı Tarihi olmak üzere birçok kitap kaleme almıştır. Onun en gözde eserlerinden biri de Türkçenin Sırları’dır. “Cemşid ve Hurşid Mesnevisi (Ahmedî), Büyük Nazireler, Mevlid ve Mevlid’de Millî Çizgiler, Edebî Bilgiler, Metinlerle Edebî Bilgiler, Namık Kemal ve Türk Osmanlı Milliyetçiliği, Fatih’in Zafer Sırları, Kültür Köprüsü, Kitaplar ve Portreler” onun eserlerinden bazılarıdır. Kubbealtı Vakfı, Banarlı’nın ölümünden sonra onun yazılarını “Şiir ve Edebiyat Sohbetleri(2 cilt)”, “Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri”, “İstanbul’a Dair” gibi değişik isimlerle kitaplaştırmıştır.
Nihat Sami Banarlı’nın adını bugünlere taşıyan eserlerinin başında hiç şüphesiz ki “Resimli Türk Edebiyatı Tarihi” gelmektedir. İki ciltlik ve toplamda 1366 sayfalık bu kıymetli eser Türk Edebiyatını Destan Döneminden alarak 1950’li yıllara kadar getirmektedir.
Nihat Sami Hoca, Türkçe aşkıyla yanıp tutuşan, bu dilin meselelerini kendi meselelerinden öncelikli tutan, tabir caizse Türkçenin Kerem’iydi. Onun kaleme aldığı bir başyapıt olan “Türkçenin Sırları”, onun Türkçeye duyduğu aşırı hassasiyeti gösterir. Bu eser her evin kitaplığında bulunmalıdır. Söz konusu kitap lise öğrencilerine mutlaka okutulmalıdır.
Banarlı, şair Yahya Kemal’i bütün yönleriyle gün yüzüne çıkaran insandır. Yahya Kemal öldüğünde merhum şairin yaşadığı oteli kapatarak ondan arda kalan her türlü belgeyi koruma altına almıştır. Yahya Kemal yaşarken eser yayımlamamıştı. Ölümünden sonra onun kıymetli eserleri Banarlı sayesinde basılarak Türk okuyucusuyla buluşmuştur. Eğer Banarlı bu eserlere ve belgelere sahip çıkmasaydı kim bilir hangi fırsatçının elinde yok olup gideceklerdi.
Türkiye’de on tane daha Nihat Sami olsaydı kültür, sanat ve edebiyat hayatımız bugünkünden çok daha farklı olurdu. O, Türkoloji’nin ve edebiyat tarihçiliğinin sırlarını Fuat Köprülü’den öğrenmiştir. Ekrem Hakkı Ayverdi ve Samiha Ayverdi ona derinlik kazandırmışlardır. Banarlı hiçbir zaman belli bir zümrenin adamı olmamıştır. Zaman zaman şovenlikle suçlansa da o, milletinin adamı olmuştur. Daima bütünü görüp kucaklamış, Türk kültür kaynaklarını tespit etmiş, Türk kültürünü geniş kitlelere sevdirmiştir. Edebiyat tarihçiliği alanında yazdığı Resimli Türk Edebiyatı adlı eser, türündeki en muhteşem örnektir. Bunun yanında ‘Türkçenin Sırları’ adlı eseriyle dilimizin inceliklerini ortaya koymuştur.
Türkçenin Kerem’i, Kelimelerin Alperen’i Banarlı….
Nihat Sami Banarlı’nın Türkçe hassasiyeti üst düzeydeydi. O, özellikle ideolojik sebeplerle kelimelerin milliyetlerine inip onların hor ve hakir görülmesine şiddetle karşıydı. Bu işi hoyratça yapanları gaflet içinde olmakla ve cehaletle suçluyordu. Ona göre kelimelerin de tarihi vardır. Bu necip millet dilden atılmaya kalkılan o kelimelerle duymuş, onlarla düşünmüş, birbirlerini ve evlatlarını o kelimelerle sevmiş, bu kelimeleri işleyip güzelleştirmiş, musikisiyle de seslendirmiştir. Artık o kelimeler anamızın sütü kadar helaldir bize.
Türkçe üzerine kafa yoran Nihat Sami Banarlı, dilde tasfiyeciliğe hiçbir zaman sıcak bakmamıştır. Ona göre sığ bir anlayışla ve politik gerekçelerle dilden kelime atmak kültürel barbarlıktır. Attığınız kelimenin yerine yenilerini koysanız da, atılan o kelimenin boşluğunu dolduramazsınız. Zira o kelimeyle yazılan şiirler, romanlar ve hikâyeler vardır. Söz konusu kelime, bu metinlerde boynu bükük olarak bilinçaltında yaşamaya devam eder. Rüyalarınıza girer; kâbusunuz olur. Zira Türkçe cinasların ve mecazların yoğun olduğu zengin bir dildir. Kelimeler bir araya gelerek adeta bir aile oluşturmuşlardır. O birliktelikten büyülü mânâ kümeleri oluşturulmuştur. O mânâ kümelerini oluşturan kelimelerden birini koparıp atmak, aileyi dağıtmak kadar tehlikelidir. Örnek verecek olursak; “adam, zat, şahıs” kelimeleri yerine “kişi” kelimesini getirip bu kavramları sadece bununla karşılamak dili fakirleştirir.
Banarlı’ya göre, iğreti durmamak ve kontrollü olmak şartıyla, bir dilin başka dillerden kelime alması sanıldığı kadar korkulacak bir şey değildir. Tarih boyunca şanlı bayraklarını üç kıtada dalgalandıran Türkler hâkim oldukları milletlerden vergi, baç ve mahsul aldıkları gibi kelime de almışlardır. Medeniyetler arası ilişkileri düşündüğümüzde bu kaçınılmazdır. Fakat Türkler bu ecnebi kelimeleri kendi kültür ve medeniyet potalarında eritmeyi bilmişlerdir.
Bir zamanlar Öztürkçecilerin dilimize ısrarla sokmak istediği kelimelerin çoğunun Çince, Moğolca, Soğdca ve Yunanca olduğu görülür. Peki, Banarlı onlara niçin karşı çıkmıştır? Banarlı’ya göre Öztürkçecilerin yaptığı en büyük yanlış bunu doğal akışı içinde değil, zorlamayla yapmış olmalarıdır. Onların yaptığı kelime alışverişi değil, dilde var olan kelimeleri kapı dışarı edip onların yerine yeni kelimeler empoze etmektir. Bu da dilin doğal akışını bozmuştur. Kelimelere kendi anlamları dışında siyasî misyonlar yüklenmiş, Türkçe siyasete alet edilmiştir. Bu da toplumda ayrışmalara ve kamplaşmalara neden olmuştur.
Banarlı’ya göre dilde kelime alışverişi ve tabiî etkileşim kaçınılmazdır. Zira dünyada öz dil yoktur. Bazı cahil kesimlerin öz dil olduğunu iddia ettikleri Latincenin bile yarısı Yunan dilinden alınan kelimelerle doludur. Latinceye binlerce kelime veren Yunanca da Makedonya, Anadolu, Suriye ve Mezopotamya dillerinden çok sayıda kelime almıştır. İslâm’la tanışmamızdan sonra Türkçeye binlerce kelime veren Arapçaya gelince, bu dilin de başta İbranice olmak üzere; Yunanca, Latince, Sanskritçe ve Farsçadan kelime aldığı görülür.
Banarlı’nın dilde muarız olduğu konulardan biri de ne idüğü belirsiz uydurma kelimelerdir. Ona göre Türkçede karşılığı olmayan bir kavram için yeni bir kelime oluşturma ihtiyacı duyuluyorsa bu, bir kişinin dayatmasıyla değil, ortak aklın, yani halkın kararıyla olmalıdır. Bunun da yolları üç aşağı beş yukarı bellidir. Kelime ihtiyacı karşılanırken ya mevcut köklere uygun ekler getirilir, ya da kelimeler bir araya getirilerek birleşik kelimeler yapılır. Fakat hilkat garibesi ekler ve kökler uydurulmaz. “Ben yaptım oldu” denilemez. Nasıl ki vaktinde doğmayan cenin düşük olursa, kaidesiz oluşturulan kelime de öyle düşük olur.
Banarlı, Osmanlı dilini ve medeniyetini içselleştirmiş bir münevverdi. Bugünlerde Osmanlıca diye tabir edilen Osmanlı Türkçesinin aslında Türkçeden ayrı bir dil olmadığı görüşündedir. Bu dili Türkçe dışında bir dil olarak göstermek için bu ifade yaygınlaştırılmış. Nihat Sami Bey, başta Arapça ve Farsça olmak üzere; Yunanca, Latince, İtalyanca, Sırpça, hatta Ermenice kelimelerle zenginleştirilen bu dilin her Türk aydını tarafından özgün alfabesiyle öğrenilmesinin ve yaşatılmasının millî bir vazife olduğunu söylemektedir.
Banarlı’ya göre dili gramerci bir bakış açısıyla inceleyip gramer kurallarına uymayan kelimeleri dışlamak ve dilden atmaya kalkmak bir çeşit soykırımdır. Biz yabancı dillerden aldığımız kelimeleri dilimizin ses yapısına uydurarak onlara yeni bir şekil vermişiz. Yani aldığımız dildeki hâliyle kullanmamışız. Bu kelimeler artık bizim bir parçamız olmuştur. “insan, meydan, beyaz, dünya, İstanbul, Üsküdar” kelimelerini “Büyük Ünlü Uyumuna uymuyor” diye Türkçe saymamak ve onlara mesafeli durmak bağnaz bir dil milliyetçisinin yapacağı işlerdir. Bizler Acem’in “came-şuy”unu alıp “çamaşır”, “kûşe”sini alıp “köşe” “gul”unu alıp “gül”, “bad-ı heva”sını alıp “bedava”, “badincan”ını alıp “patlıcan”, “nerdüban”ını alıp “merdiven”, “çar-çube”sini alıp “çerçeve” yapmışız. Arapçadaki, “sahih”i “sahi”, “sahlab”ı “sâlep”, “minara”yı “minare” diye dilimize katmışız. “mekatib” yerine “mektepler” demişiz. Bizanslılardan aldığımız Aya-Nikola’ya “İnegöl” demişiz. Fena mı?
Nihat Sami Bey, akil bir insan olarak dilde, dinde, kültürde ve medeniyette bugün geldiğimiz menfi noktayla ilgili olarak şu isabetli teşhiste bulunuyor. “Düşmanlarımızın bizden çalıp koparmak istedikleri üç tılsım vardır: Birincisi; milleti birbirine bağlayan tek ve güzel bir dil. İkincisi; Türk milletini tam bin yıl dünyanın en ahlâklı, en medenî ve en büyük kuvveti hâline getiren Türk Müslümanlığı. Üçüncüsü ise Türk çocukları için daima büyük şeref ve güven kaynağı olan millî tarih ve ecdat sevgisi. Dikkat edersek açıkça görülüyor ki elimizden gidenler hep bunlardır. Bugün artık birbirimizin dilini bilmiyor, değerini anlamıyor, inanışını küçümsüyor ve birçoklarımız kendi tarihimize küfürler savurarak yetişiyoruz.”
Milletini seven münevver insanlar teşhiste bulunup geri çekilmezler; çözüm yollarına da kafa yorarlar. Derdimizi teşhis eden Banarlı, tedavi yolunu da bakın nasıl gösteriyor: “Türkçeyi sevmek ve anlatmak için önce Türk milletini sevmek, milletimizin bir tarih boyunca emek verip yarattığı her millî eseri sevmek ve anlamak lâzımdır. Bunun için milletimizin tarihte ve coğrafyada kurduğu medeniyetlerin karakterini bilmek ve Türk dilinin Türk medenî karakterine aykırı olduğunu ve olabileceğini sanacak kadar büyük ilim hatalarına düşmemek icap eder. Ancak böyle bir görüş zaviyesinden bakabilmek şartıyladır ki mukayeseli diller metoduyla çalışılarak Türkçenin önce Asya dilleri, sonra dünya dilleri arasındaki yeri, değeri ve millî karakteri güneşte ışıldamış gibi parlak ve doğru görünür.”
“Şu fâni dünya saadetleri içinde hiçbir şey aziz Türk çocuklarına Türk dilini öğretmek kadar güzel hizmet değildir.” diyen Banarlı’ya göre Türkçe bir imparatorluk dilidir. Bu dil hepimizin ortak zenginliğidir. Bu dili öğretmek sadece okulların ve öğretmenlerin görevi değildir. Dil evvelâ ailede öğrenilir. Bu hususta anne babalara büyük görevler düşmektedir.
Nihat Sami Banarlı’nın kültür ve edebiyatımıza yaptığı hizmetler saymakla bitmez. Onun, ölümünden sonra kültür hayatımızda bıraktığı boşluk hâlâ doldurulamamıştır. Onun bize bıraktığı kıymetli eserleri gençlerimizle buluşturarak yozlaşmanın önüne geçmeliyiz.
Ömrünü bu millete millî şuur kazandırmaya yönelik hizmetlerle geçiren Banarlı, 13 Ağustos 1974’te aramızdan ayrılmıştır. Kabri Aşiyan Mezarlığı’ndadır. Ruhu şad olsun.