- 300 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SELAM AĞASI
SELAM AĞASI
Güzel yurdumuzun her köyünde olduğu gibi Kırşehir Karacaören köyünde de insanlar yıllarca geçimlerini çiftçilik ve hayvancılıkla temin etmişlerdir. Köylerde ticari saha olmadığından alışverişler hep şehirde olmuştur. Köylüler de kazandıklarıyla her türlü ihtiyaçlarını şehirden temin ederken birikimler hep “biri beşe” satanların ceplerini doldurmuştur.
Karacaören’de ekim alanları az olduğundan toprak kıymetli idi. Bir çizgi fazla ekebilir miyim diye yerine göre tarla yollarını dahi sürme ve ekip biçmeyi tercih eden çiftçiler oluyordu. Yollar daralınca da tarlalara gidip gelen kağnılar, at arabaları sonradan bunlara katılan traktörler yola sığmadıklarından dolayı tarlalara girip çiğnemek suretiyle yollarına devam ediyorlardı.
Tarlaların herk zamanı (nadas) bu durum pek önem taşımazdı. Ekili olduğu zaman mahsul başak tuttuğunda çiğnendiğinden dolayı hasat kaybına neden oluyordu. Durum böyle olunca da kıt kanaat geçinen çiftçi zarar ediyordu.
Karacaören’de Haziran ayı sonlarına doğru arpalar yavaş yavaş sararmaya başladığından tarlası yol kenarında olanlar bunları gelene geçene çiğnetmemek için tırpanla ön kısımdan biçerdi. Arpa biçmeye gidenler sabah evden erken çıkar, tırpan omuzda tarlasının yolunu tutarlardı.
Esen poyrazın serinliğinde kendisini yormadan ağır ağır tırpan sallayarak çalışır öğle sıcağı hafiften bastırdığında işi bırakıp evlerine dönerlerdi.
İkindi serinliği çökerken tekrar tarlaya giderler akşam güneşi batmaya yakın vakitte evlerine dönerlerdi.
Bu gidiş gelişlerde herkes yol kenarında tırpan sallayanlara selam verirken “Kolay gelsin, Allah bereketini artırsın” diye iyi dilek temennilerini dile getirirlerdi.
Çolak Ahmet’ tarlası yol kenarında olan, aza kanaatle geçinen çiftçilerden biriydi. Köyün hemen önünde Küllü yer denen mevkide üç dönüm arpa ekili tarlası vardı.
Oğlu Şık Hasan’a her gün sabah, akşam “Hasan oğlum git de Küllü yerdeki tarlanın yol kenarını biç de gelen giden çiğnemesin” diye sıkıştırıyordu. Hasan da, “Olur baba çaresine bakarım” diyor, ama hiç de oralı olmuyordu.
Hasan’ın yedi oğlu üç de kızı vardı. Kız evlatları neyse de onun aklı fikri oğlanları okutup öğretmen yapıp devletin kapısına yamamaktaydı. Zaten yapı icabı çalışmayı pek sevmez onun aklı bilek işinde değil kafa işindeydi. Bir keresinde bir akrabasının rica minnet yalvarmasıyla bir dönüm burçağını keseneye işlemeye anlaşmış bir ayda içinden zor çıkmış, akrabası da ona bir daha iş gördürmeye yemin etmişti.
Çolağın Şık Hasan, yıllar sonra içindeki en büyük emeline ulaşmış oğlu Ali, askerden sonra Ankara’da işe girmiş diğer altı oğlu da okuyup öğretmen olmuştu. (Belki bu Türkiye rekorudur.) Bundan dolayı da Karacaörenliler “Kendirdenmiş Şık Hasan’ın kuşağı,/Okuyup bir bir muallim (öğretmen) oluyor her uşağı” diye türkü dahi yakmışlardı.
Çolağın Şık Hasan babasının ısrarlarına fazla dayanamayıp tırpanı omuzladığı gibi tarlaya erkencecik vardı. Yalan yanlış tırpanı iyi biçsin diye taşlayıp bismillah diyerek arpaya tam salladı ki, “Selamın aleyküm Şık Hasan ağa kolay gelsin” diyen bir köylüsünün sesiyle işi bırakıp “Aleyküm selam sağ ol hemşehrim. Kolaysa başına gelsin” dedi.
O gün öğleye kadar tarlaya gidenlerin selamını alıp vermekten bir karış yeri dahi biçemedi. Öğleden sonra tırpan sallamaya gidenlerin selamı, akşama doğru da köye dönenlerin selamı derken o gün tarlaya boşa gitmiş oldu.
Ertesi gün, daha ertesi gün derken neredeyse arpaların biçimini bitiren köylü artık yeten buğdayları biçmeye başlamış, Şık Hasan, iki adımlık yeri selam alıp vermeden biçememişti. Akşam eve döndüğünde güya çok çalışmış da yorgunmuş gibi esniyor, böylelikle babasını kandırmaya çalışıyordu.
Yemekten sonra babası, “Oğlum kulağıma bazı sesler geliyor. Aslı varsa sen tarlada çalışmıyor gelenle gidenle bol bol selamlaşıyormuşsun” dedi.
Az durup biraz nefesini toplayan baba, “Oğlum yoksa adını selam ağasına çıkarırlar. Tarlayı erken bitir de sen de başkalarına selam ver” dedi. Şık Hasan utancından yere bakıyor, yaşlı babasını üzmek istemiyordu. Babası az düşündükten sonra, “Oğlum kalk git de halanın oğlu Bidi Gaya söyle yarın sana tarlada yardım etsin de şu işi bitirin…”
Bidi Gaya İreşit iyi tırpan çalan, kelle atımında üstüne olmayan, yerine göre geçim için amelelik, çiftçilik yapan, bazen de köyün sığırını, eşeğini, danasını güdüp çobanlık yapan iri kıyım bir delikanlıydı. Boğazına çok düşkün olduğundan öyle azınan uzunan doyacak birisi değildi.
Dayısının bir dediğini iki etmezdi. Onun her işine yardım eder, ahırdaki hayvanlarının yemine, suyuna koştuğu gibi tozuna aldırmadan samanlığa saman bile atardı. Bu işleri yaparken belki de onun gönlünden neler geçiyordu kim bilir!..(dayı kızı Güllü)
Ertesi gün sabah Şık Hasan hala oğlu İreşid Gaya’yla işe dört elle sarılsalar da yine selamların ardı arkası kesilmiyordu. Gaya İreşid arada sırada acıkıyor, kesedeki süzme yoğurda yufka ekmeği bandırıyor tekrar işe saldırıyordu. Böylece bir iki gün daha geçti.
İşe başladıkları günün birinde öğleye yakın Çolak Ahmet yaşlılığına aldırmadan, “Şu uşaklar ne yapıyor tarlaya bakayım” diyerek evden ayrıldı.
Soluk soluğa geldiği tarlada bir de ne görsün daha üç dönümlük tarlanın yarısı bile işlenmemiş öylece duruyordu. Kafasını bir beri, bir öte çevirip,“Ula deyyuslar! Eşek olsaydınız el kadar tarlayı üç günde yayılıp bitirirdiniz” diyerek yere çömeldi.
Öfkeden tir tir titriyordu. Yanında taşıdığı tabakayı açarak öfkeden titreyen ellerine aldırmadan tütünü kağıda itina ile sardıktan sonra gav ile zor da olsa yakarak derin bir nefes çekti,
“Oğlum Hasan, bir haftadır ne bok yemeye buraya gelip gidiyon” derken o değilden yeğenine bakıp ona bir şeyler diyecek gibi oldu sonra bundan vazgeçti.
Dayısının laflarından kendine pay çıkaran İreşid Gaya, “Ula dayı her gün yedirdiğin el kadar kese yoğurduyla ancak bu kadar çalışılır” diyerek tırpanı yere çalıp köyün yolunu tuttu.
Olanlara çok içerleyen Şık Hasan’ın morali bozulmuştu. Babasını kırmak ve incitmek istemiyordu. Ne de olsa adam bin kere haklıydı.
Kafasını yere eğerken, “Ne yapayım baba, gelenin gidenin selamını alıp vermekten şurada SELAM AĞASI oldum. Ne bağırıyon” diyerek tarlanın anına otururken, “Allah’ım çocuklarımı sen bu tarlalara muhtaç etme” diye dua ederken gözlerinden akan yaşları gömleğinin yenine siliyordu.
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN 23 04 2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.