Çilesiz An Yok
Her anı dolduran çile…
Ya aşık olduğunuz kişi bizi terk etmiştir
Ya böbrek taşı bir türlü mesaneye inmemiştir
Ya çok sevdiğiniz kişi ummadığınız anda toprağa girmiştir
Ya bayram gelsin de küstüğümüz insanlarla barışalım, olmayacak sanılan başlangıca adım atalım umuduyla titremektir
Ya ile başlayan ne çok umudumuz, hayalimiz, beklentimiz… Vardır, bu adıdır çilenin.
Her beklentinin ardında kaf dağı, şifreler dertleri yeniden. Ya… Deriz yeniden, yeniden. Her asırda, her nesilde Ya … bitmez ki!
Her defasında yeni bir senaryo ile, ilaç bulunur… Ya insanların dilinde, ya coşkunun selinde, ya gurbet elinde… Hepsi de hiç bir zaman sonu görülmemiş, cevap bulunmamış, tamamıyla sözlerde uygunluk bulunmamış… Her defasında ya bu başka bir yaşam, ben sonuna varacağım diyen diretiş… Bu dik duruş anlamsız ve çilesiz, acısız, sızısız anlarla devam edip durmuştur. Yaşayan acıyı tatmış, lakin geriye dönmekte mümkün olmamış, yırtılıp da dikilen pantolon, gömlek… Giysiler gibi, orijinal haline döndürmek mümkün olmamıştır. Hani giysek, yamalı diye ayıplarlar, o toplumda yaşamaksa gaye onu da giyemez olmuşuz. Giden geri dönmüyor, hayal gerçek olmayınca yaşamak stres yapıyor, uyusak bile o kabus oluyor.
Ya ölürsek, kurtuluruz demişiz. Ama ölmeyi de becerememişiz. Her ana sığan binlerce tercih seçeneklerini cahilce kabul etmişiz. Hani değişim, farklılık getirecek ani bir deprem, şaşırtan bir yanardağ patlaması, etrafımızı saran hortum… Gibi kabul etmesi, beklentisi asla bize uymazda! Hayat bizi şaşırtmamalı, garanti sunmalı, her işte inandığımız doğrular denk gelmeli… Bu mümkün mü, Hayır! Öyleyse, bu aşamadan sonra kabuller bizi yönlendirecektir.
Derin düşünceler, bizi din olgusuna yaşlandıkça itiyor. Ancak, onun sadece yaşayan insanlara mesajının olduğu olgusu da, sadece keşkelere bir adım attırıyor. Ne kadar din öğretisi ile dik durmaya kalksak, bedenin eğilmişliği buna izin vermiyor. Okumayı, bedenle birleştiremiyoruz. Ruhsal boyutu ise, doyurucu olmuyor. Din sanki, ölmeye yakın tanınması gereken bir şeymiş gibi ön yargı ile toplumu sarıyor. O öğreti ile, ben ettim siz etmeyin demek, yeni nesile örnek de olunmuyor. Sadece yeni neslin deist yetişmesini hızlandırıyor.
Ya diyen seçenekler her ilerleyen nesilde daha da fazlaca artıyor. Esas reçetenin din olduğunu, en baştan yakalayan en güzel ömrü yaşıyor, diğerleri ise çileyi… Mesele dünyayı kazanmak, mesele kişinin kendisini mutlu etmesi değil. Mesele başkasının sizi hangi övgüyle başarı tacını giydirmesi oluyor. Aslında kişi insanların övgüsü peşinde değilde, Allah’ın övgüsünün peşinde olabilse, nesiller arasında ki bayrak değişimi o kadar benzerliklerle dolu olur ki… Nesiller birbirini anladıkça çilenin adedi ve ya ile başlayan tercihlerin sayısı azalacaktır… Hani bunları yazıyorum ama bu yazıyı okuyan bile, hani diyecektir ki ya… Eleştirecektir.
Böyle gelmiş böyle gitmemeli… Biz robotları üretmek yerine, insanlığı organik tercihler içinde, paylaşıma yönlendirmek zorundayız. Hani nefes alışın bir robotun nefes alışına benzemeyen, gerçek insanları görmeliyiz… O çile çekenlere, çare olmalıyız. Onlarla dertleşmeliyiz de! İşin püf noktası yine kaymaya başladı, gecenin karanlığına gömüldü. Ben yazıyorum, karanlıksa kovalıyor. Ya… Diyorum ister istemez, yazarken ki yalnızlığımda kayboluyorum.
İnşallah bu gece uyuyacağım. Sabah arabama binip, alabildiğine Ege’ye doğru yol alacağım. Kim bilir, değişim seyahat sonrası daha farklı olacaktır.
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.