Olmayı Severdi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kimi şeyler, bir önem arz ettiğinden, bir değer taşıdığından değil ama belli bir saçmalığa hayat verecek bir keyfiyete tabi yaşandığından, benzeri bir keyfiyetten dolayı cereyan etmeye devam edecek.
Anlam dediğimizde bahsi geçen bir saf temas değil ama bir işlevselliktir. Bir işlevin hayat bulabilmesi adına kendimizi denetim alma isteğimizin adıdır. Bu denetimin geçerliliğinin olmadığı yerde de tüm anlam diye dizilenler bir oyuna döner. Oyunun olduğu yerde kurallar tam da birer kurala döner; neyin neden yapılmasının gerektiğinin bilindiği bir kapalı evren. Varlığın sürekliliğin inşası adına kişisel bir mühendisliğin başladığı yerdir bir anlamı avuca almak. Anlam bu sürekliliğin kişi için geçerli olduğu ve kendisi aracılığıyla da bir denetim altına alıp içerisine kilitlediği “ben” bir yere varabildiği ölçüde devam eder.
Zihinsel bir hapishane ama getirilerine inanıldığı müddetçe içerisine gönüllü girilen. Anlam insanı aşar, yok eder, kendisi için olması gerekene döndürür. Bu yüzden de bir anlamın bulunduğunun iddia edildiği her alanda, kişi kendisine dair pek çok yanı öldürmeye başlar. Aksi takdirde iddia edilen anlamın taşınması ihtimali yoktur.
Anlam, insana yaşamamasını, olmamasını, kendisi için gerekli olan dışında hiçbir yanını taşımamasını, sadece kendisi için, kendisini geçerli kılabilecek bir evrenin sınırları dahilinde olmasını ister. Yaşamın ve olmanın tek halinin sırrının kendisi olduğunu ve kendi sınırları dahilinde hareket edebildiği takdirde her şeyi bir anlamının olabileceği iddiasını taşır ve emreder. İnsan küçüktür. Kendisinin kendisine fazlasıyla büyük geldiği küçük bir mahluk. Aynı zamanda, içine girilemeyen anlamların öldürüldüğü ve bu sayede yaratılan anlamın içerisinde, bu anlamı onaylamaya gitmeyen her şeyin çöpe atıldığı bir yapının ustası.
Hayatı idame etme adına kaçılamayan belli mecburiyetlerin satmaya çalıştığı anlamların kişiselleştirilmesi, mistifikasyona uğraması ve bu dönüşüm vasıtasıyla da içinden kaçılamayanın anlamlı olana çevrilip kendisinin bir anlamı olduğu sanrısının iddiasıdır. Anlamı, bu idame etme oyunları içerisinde yeri olanlar yaratır. Tam da bir yer sahibi oldukları ve kaçamadıklarının kendilerini olanca kucaklamasından sebep makineleşirler. Makineleştikleri ölçüde de insanlaştıkları yanılsamaları güçlenir. Bir yerde bu öylesine içselleştirilir ki artık içerisinde olmadıklarında, bu yapı kendilerini istemediğinde, dışarıda kaldıklarında, hayatı idame etme oyunları ve kuralları değiştiğinde bile, her şeyin başladığı yerde geçerli olan anlamın kendileri için de geçerli olduğu ve bu anlamı taşıdıkları iddiasını devam ettirir, bunun böyle olduğunu kendilerine ve diğerlerine gösterebilmek adına geç kalınmış kompleksler yaratmaya başlarlar.
Bilinçli kompleksler suni olduğu için de sakil durur, kişileri iyice tutarsızlaştırır, bu tutarsızlığın verdiği gelgitli iklimde anlam ile olan uyumsuzluklarını gördükçe de daha şiddetli bir şekilde anlama dönmeye, giyinmeye, seslendirmeye, öykünmeye döner her şey. Oysa bir kendini tanıma, kendini bilme, kendisi vasıtasıyla kendisini görme değildir anlam. Bir yapı haricinde kendin olamama, elde etme oyununda elde edebileceklerinin dışında kalma, salt kendin olarak bir onaylanma ve onaylanma vasıtasıyla da yaşanabileceklerden uzak kalma korkusudur. Üzerine uzun uzun yazılması gereken bir mevzu bu. Bir iki sayfa ile her şey havada kalabiliyor eğer belli bir idrak ve sezgiden yoksunsa kişiler, aradaki boşlukları ve söylenmemiş cümleleri kendi içlerinde tamamlayamıyorlarsa. Bu noktada, yarım bırakmışım gibi gözüktüğüm yazı kendisini tamamlayabilecek kişilerde tamamlayacaktır bir şekilde.
“Tanrı, ölüm korkusunun acısıdır. Acı ile korkuyu yenen Tanrı olacaktır.” der Ecinniler’de Kirilov. Bir tanrı değil uzun zamandır yaşadığımız ama onun yerine ikame ettiğimiz bilumum anlam ve bu anlamların kaynağına gitmeyip kendisi üzerine düşünmeyi bir yerde bıraktığımız, bu düşünmenin bırakılmasının varlıkları için elzem olduğu bir sürü anlam. Kirilov tanrışallaşmaktan bahsediyordu, ben ise insanlaşmaktan. İnsan, anlamı kaybetmekten korkmanın acısıdır ama kim anlamı yenerse, anlamın kendisinden istedikleri dışında kendisi olabilirse, o insanlaşacaktır. "Olmayı severdi" yazılamayacak milyarlarca insanın mezar taşına, oysa fevkalade olduklarını zannederlerken.
YORUMLAR
Jir gnsk
Eksik olma..
Jir gnsk
Ben de çok seviyorum seni.
İyi bayramlar.
Anlamlandırmak yada buna çalışmak belli başlı şeylere ad vermekten başka şey değildir.
Her insanın verdiği ad kendini bağlar zaten bu yüzden onlarca felsefe akımı yokmu. Her biri bir başkasından etkilenerek yeni adlar türetmeye çalışır,çalışmıştır,çalışacaktır.
Ad verme veyahut anlamlandırmak bir ihtiyaçtır yemek yemek su içmek gibi. Her insan başka türlü bakabilir bu olaya en yoğun duygular dahi adlandırılmaya muhtaçtır.
Tanrılar bile
Ama insanın asıl unuttuğu daha kendine net bir ad veremediğidir.
Denizlere iyi yürüyosun büyük rakibimsin :D
Jir gnsk
Hıh :)
Cansın. Eyvallah.
''Şeytan uyuyakaldı bir gün. Rüzgar sert esti. Üç tüy düştü şeytandan. Biriyi paraya yapıştı, diğeri mevkiye, öteki de ihtirasa. O günden sonra şeytan hiçbir iş yapmadı.''
Diyor Dostoyevski Yeraltından Notlarda da…
Budist öğretide Mara ve üç kızından bahseder. Mara insanları üç kızı vasıtasıyla yoldan çıkarıp kendi krallığında kalmalarını sağlayıp, gerçeğe ulaşmalarının önüne geçmek için çalışır. Mara'nın üç kızı arzu, kibir ve şehvettir.
Bunlardan kurtulup da sadeleşince başlıyor sanırım her şey. Ama sadece bir başlangıç bu…
Elde etmekte bir doyum olmadığını defalarca gördüm. Ne kadar çok bastırılırsa kutsal fışkırmanın da o denli güçlü olacağını seziyorum. İzleri takip ediyorum. Anlam da 5 duyu ile algılandığı sürece pek anlamı olmayacaktır sanki?
Mükemmel üslup, mükemmel yazı.
Daha çoğunu isterim.
Sevgi ile...
'anlam insanı aşar yok eder.'
Ne güzel cümle, bir kitapta okumuştum toparlanmak dağınık kılar her şeyi, yani kendi doğal özüne aykırı, oysa insan denilen varlığın yapı taşında var bütün duygular. Ve doğal olan üstünü toparlamadan kendine bakmak.
Sevgiler.
Jir gnsk
Yaz kabağı için bu böyle. Varlığı sarımsaklı yoğurt için hiçbir şey ifade etmeyecek.
Ama sen öyle misin? Sen benim tohumumsun; dişi.. Pat pat pat..
lacivertiğnedenlik
''Seni seviyorum''
Bunu benim anladığım, geçmişten beri öğrendiklerim, edindiklerim, biriktirdiklerim, dayatılarak oluşturulmuş fikir ve düşüncelerim ile yorumlayarak yapıyorum.
''Sen beni seviyorsun''
Ben bunu biliyorum. Ancak bu bilme için yine aynı kuralları kullanıyorum. Bunun dışında bir anlama sahip olabilmem çok zor. Başka bir anlamda sevgini anladığımı düşünürsek( bu senin sevmekten anladığını anladığımı varsayarak olsun mesela) bu yeni anlama bana yeni bir anlam kazandıracak. Ben bu anlamı da eski bildiklerime ulayacağım ve sonuçta başka bir anlamaya ve anlama sahip olacağım. Ee şimdi ne dolu? Yeni kurallarım ve yeni bir anlamım var ama yine aynı döngünün içindeyim işte.
Yeni ne öğrenirsek öğrenelim mutlaka eskilerine ekleyeceğiz ve böyle her birimizde yeni kurallar,anlamlar ve anlamalar olacak. Kendi döngümüzü kırmak ve bambaşka bir başlangıç yapmamız için sanırım tek çözüm hafıza kaybı olurdu. :))
Buradan fantastik ya da distopik bir öykü yaratabiliriz KADIN :))
Sonuç olarak seni harbiden seviyorum olum bak!
:))
Sevgilerimle...
Jir gnsk
Huh beybi..
Öğrendiklerimizden oluşan bir topak olan anlam, herkes için farklı bir tanıma ulaşır. Aslında buna bir oyun demek daha kullanışlı olabilir.
Johan Huizinga'nın Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme adlı kitabında;insan Homo Sapiens(düşünen insan) aşamasına henüz geçememiştir. İnsan Homo Ludens( oyun oynayan insan) aşamasındadır, der.
Oyun oynarken anlamdan ziyade kurallar öne çıkar.
Hep düşünmüşümdür;iki kişi herhangi bir konudan bahsederken aynı anlama ulaşabilir mi diye...
Çok nitelikli bir yazı ve üstüne uzun uzun konuşulsa içinden çıkılamayacak bir konu.