- 420 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
SANAT, BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİNE ÇAĞIRIYOR
’’Bakın çocuklar bizim ilk dersimiz BAĞIMSIZLIK’’
Bir bozkır dikeniyle delip parmağımızı
Kanımızı defterimize bastık’’
Ceyhun Atuf Kansu dizelerinde bağımsızlığı böyle anlatıyor. Bağımsızlık ve özgürlük kelimeleri, yeryüzünde insanın onur denilen etik anlayışına en yakışan iki kelimedir. Onurlu insan, bağımsızlığına ve özgürlüğüne en düşkün insandır. Doğal olarak, kendisi kadar, ülkesinin bağımsızlığına ve özgürlüğüne de düşkündür.
Sanatsa, insanın anatomisinde var olan, duragan haldeki hareket enerjisini, içten ve dıştan gelen dürtülerle, özgün bir tasarımla, özgürce açığa çıkarmasıdır. Sanatçı da, bu davranışları sergileyen insandır. Sanatçının bu davranışları açığa çıkarabilmesi için, özgür bir ortama ihtiyacı vardır. Onun için,sanat kendini bağımsızlığın içinde tanımlar.
Bağımsızlık, kendi değerlerini, kendi özgücüyle tanıyıp geliştirmektir. Bu kavramın tam tersi bağımlılıktır. Bağımlılık da esaret ve kölelikle eş anlamlıdır. Köleliğin ve esaretin olduğu yerde mantık ve yaratıcılık biter; mantık ve yaratıcılığın bittiği yerde artık sanattan söz açamayız. Onun için sanat ve bağımlılık, taban tabana birbirine zıt kavramlardır. Sanat, ancak ve ancak kendisini bağımsızlığın içinde geliştirip açığa çıkarabilir. Tarih, bağımsızlık ve sanat kavramlarının birbirini tamamlayıcı örnekleriyle doludur.
Örneğin, esaret altında yaşamaya zorlanan, Anadolu’nun sesini güzelim Türkçesi’yle evrensel boyuta taşıyan, memleketini hapislerde yayma pahasına seven Nazım Hikmet, sanatıyla ülkesinin bağımsızlığını ve özgürlüğünü bakın nasıl savunuyor.
1953 yılında memleketinden uzakta yazdığı şiirinde, Kore’ye giden Türk askerleriyle, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti halkıyla dalga geçmeye çalışan Amerikalı yetkili Mr. Dulles’ın yüzüne adeta şamar atar gibi şu dizeleri kaleme alıyor:
’’....sizin dilde anlamı pek belli değil iken henüz
zulüm gibi
hürriyet gibi
kardeşlik gibi sözlerin
dövüştü zulme karşı o
ve istiklal ve hürriyet uğruna...’’
Bu yazıyı yazarken, Muharrem Pire’nin, masamın karşısında asılı duran ’’Atlar’’ resmi,ne takıldı gözüm. Pire’nin atlarının başları geriye doğru, yeleleri rüzgarda savruluyor. Çatlama pahasına koştukları belli. Pire’nin atlarını koşturan ne olabilir diye düşünüyorum. Herhalde diyorum, bu atlar çatlama pahasına da olsa, bağımsızlık ve özgürlüğe koşuyorlardır. Evet, eminim, Muharrem Pire bu atlara yüklemiş içindeki özgürlük ve ülkesinin bağımsızlık tutkusunu, koşturuyor rüzgarda yeleleri savrula savrula. Tıpkı Balaban Usta’nın resimlerindeki, vatanlaştırılmış kendi toprağı için hapisleri ve ölümü göze alan köylüler gibi.
Buraya kadar anlattığım sanatçılar, ülkelerinin bağımsızlığı ve özgürlüğü için, sanatlarıyla ve günlük yaşamlarıyla, kölelik ve esaret isteyenlere karşı yüreklice mücadele etmişlerdir.
Aydınlar, öğretmenler, köylüler,sanatçılar, yani tüm kol ve düşün emekçisi, Türkiye sevdalısı insanlar, ülkemizin özgürlük ve bağımsızlığından yana olan Mustafa Kemal’le, Nazım Hikmet’le, Rıfat Ilgaz’la, Bora Gözenle Muharrem Pire’yle, Ceyhun Atuf Kansu’yla ve ülkesini seven diğer sanatçılarla kol kola girelim.
Çünkü sanat, hepimizi bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine çağırıyor.