- 258 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yazmak nasıl iyileştirir?
“Çalışmama ara verir vermez gitgide daha çok batıyormuşum gibi geliyor.” Virginia Woolf’un günlüğünden…
Daha gençken yazmanın ‘bahşetmek’ gibi birşey olduğunu sanrılardım. Birazcık yukarıdan yapılan birşey. Yazarın okurundan üstün olduğu bir seçilmişlik alanı. Aptaldım. Başarısızlığım, elhamdülillah, kibrimi törpüledi. Hayallerim kırılarak adam oldum.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle ‘sevmek beklediği nazarlardan nefret görünce’ insan ister istemez ayılıyor. Zaten ayılmak çoğunlukla ’beklenmeyenle karşılaşmak’tır. Yüzünüze vurduğunuz soğuk sudur. Mahlukatının Allah gibi olamayacağını hakkalyakîn farkettiğimiz anlardır. Umulan ile bulunan arasında düşülen şaşkınlıklardır. Dünyanın bize yüz vermediği zamanları sevmeliyiz. Yüz verdiği halde yüzünü ondan çevirebilecek kadar iffetli olanımız pek azdır çünkü.
O vakitler gücendiğim fakat şimdi şükrettiğim bu hal nedeniyle bir tür uyanış yaşadım. Farkettim ki: Kimse beni ve yazdıklarımı sevmese de yazmaktan başka çarem yok. Yazmadığımda bir bataklığın içine çekiliyor gibi oluyorum. Yaşamak için hiçbir neden kalmıyor gibi oluyor. Başka hiçbir fiil beni işe yaradığıma ikna edemiyor. Her işi benden daha iyi yapanlar var. Evet. Varlığımın o olmakta kimseyle çekişmeyeceğim bir hikmeti olmalı. Kalbimin sahibi vahyinde ’taşımayacağım yükü yüklemediğini’ söylüyor. Yarışmaksa çok yıpratıcı. Koşmak çok zor. Yürümeliyim ömrümü.
Kurtulmak için dışıma doğru sergilediğim her çaba bir cümle. Her cümle bir çaba. Kendim olarak varolursam kurtulacağım. Çünkü bir başkası ben olamayacak asla. İnsan kendi olmakta yalnızdır. Bu nedenle de rakipsizdir. Varoluşumun anlamı ancak Ehadiyet’le tamamlanabilir. Vahidiyet penceresinde ben de herkes gibiyim. Sesim sesler arasında yitip gidecek diye korkarım. İnsanım arkadaşım. İnsan sadece varolmakla yetinemiyor. Bir de birisi için, elbette Rabbisi için, yarışmadan özel olmak istiyor. Woolf’un ’beğenilmekle’ tatmin olamaz hale gelmesinin sebebi de buydu belki. Pazartesi ya da Salı’da “(…) beğenilmek hayal kırıklığını onaramıyordu…” derken kastettiği…
İnsanoğlu ’beğenmekte’ çok nankördür. Onlar için özel olamazsınız. Sürekli tetikte yaşamalısınız. Geçicilikle mühürlenmiştir her türden duygulanımları. Tekrara muhtaçtır hayretleri. Yinelenmedikçe inanılmazdır kanaatleri. Her yeni şeyde eskiyi satmaya meyyaldirler. Bu endişe hayatı yaşanmaz kılar eğer ona endeksli yaşamaya çalışırsanız.
Yazdıkça geciktiriyorum boğulmayı. Bir gün daha kazanıyorum karanlıktan. Kurtuluş ancak bir sonraki yazıya kadar. Ertesi gün yine aynı hiçlik sarmaya başlıyor beni. Kafa gözümle görebileceğim kadar yaklaşıyor. Korkuyorum. Kaçıyorum. Ama Allah’a kaçıyorum. En çok da şu ayete kaçıyorum: “Ki o kalemle öğretti. İnsana bilmediğini o öğretti.” Bilmediğimi öğrenmek için kaleme kaçıyorum.
Kendime bu ayetten mülhem şöyle diyorum: Allah içimdeki karanlıkla beni korkutarak yazmayı öğretti. Yazmakla ‘bahşedilenin’ yani ‘alan elin’ ben olduğumu anladım. Bir ’euzü’ sırrıdır bu. İblis’in hilkatinin hikmetini de anlatır. Yokluğun karanlığından kaçarken Onun sonsuz varlığına sığınmak. Hayatımın tamamı bu benim. Bir gücüm varsa o gücün kaynağı da bu. Yazmaktaki hırsımın izahı bu.
Ona dair yazdıkça/oldukça kalmayı başardım. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’da kullandığı bir cümle var. Pek severim arkadaşım. Sana aktarayım: “Okumak bana uygun tek dış etkiydi.” Ben de diyorum ki şimdi: Yazmak bana uygun tek tedavi şekliydi. Sözü yine mürşidimin ifadelerine getireyim: “Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın, manen hastasın.” Söylesene arkadaşım, muhtacın sen olduğunu anladıktan sonra, hayatında ibadet olmayan ne var?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.