- 3015 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Dipsiz kuyu
Pastane… Asık suratlar… Şen kahkahalar… Garson, sırtı dönük oturan adama yanaştı. Masada bir buket çiçek… Adam küçük siyah bir kutuda ışıldayan tek taş yüzüğe bakıyordu. Garson “Ne alırsınız?” Adam başını kaldırdı. “Sade kahve.” Garson siparişi not ederken adamın karşısındaki sandalye çekildi. Orta yaşlı bir kadın… Keyifsiz… Oturdu. Adam kadına fark ettirmeden kutuyu kapatıp pantolon cebine soktu. Kadın çantasını sandalye arkasına astı. Garson gülümseyerek kadına baktı. Kadın dertli, mırıldandı. “Bir şey istemiyorum.” Garson masadan ayrıldı. Adam buketi uzatırken kadını süzdü. “Neyin var?” Kadın sanki domates, patates almıştı. Bukete bakmadan kenara bıraktı. “Dişçiye uğradım. Kanal tedavisi gerekliymiş. Randevu verdi.” Adam elini pantolon cebini soktu. Kutuyu çıkarırken “Üzülme, henüz tedavi de başlamamış.” “Nasıl üzülmem, otuz tane daha var ağzımda.” Adam kutuyu bırakıp elini çıkardı.
***
Gece… Dağ eteğinde çift şerit yol… Karavan farları sağlı sollu dikili ağaçları aydınlatmaktaydı. Direksiyon başındaki adam kadınla tartışıyordu. Gözleri kadında… Arka koltukta ilkokul çağında bir erkek çocuğu… Ağaçların arasından gölü seyrediyordu. Titreyen dudaklar… “Çok güzel baba.” Kadın alttan alıyordu. “Otellere para vermekten de kurtulduk.” Adamın kulakları sanki tıkalı “Tabi, tabi park kesin bedavadır!” diye ateş püskürürken kadın araya girdi “Şimdiye kadar kaç parka gittik, para ver…” karşı taraftan arka arkaya selektör yapıldı. Yola çevrilen bakışlar… Savrulan karavan… Çığlıklar…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.