- 410 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Torunun Değeri
TORUNUN DEĞERİ
Bazen bizim aleyhimizde gibi görünen, aslında bizim ihtiyaç duyduğumuz şey olabilir….
Bekir Ağa’nın bembeyaz sakalı ve saçları ile tarih sayfalarından fışkırarak günümüze ışınlanmış evliyalara benzemekteydi.Bembeyaz sakalının altında hayal meyal seçilen tenini görenler Bekir ağaya “Bekir ağa Allah senin yüzüne her mevsim kar mı yağdırıyor da böyle nurlu yüzün var” diye takıldıkları zaman altta kalmıyor, “He ya Allah sevdiği kuluna işte böyle her mevsimde nur yağdırır” diye mecazi bir cevap veriyor, anlayan bu anlattıklarından ibret alırken, anlamayan kıs kıs gülmekten başka bir şey yapamıyordu.Bekir Ağa köyünde böyle nüktedan olarak ta anılmaktaydı.Bekir Ağa görünümü ve nüktedanlığı ile adeta köyünün Nasrettin Hocası idi.
Bekir Ağa kış günlerinde günlerinin çoğunu evinde geçirmekten hoşlanmakta idi. Sigarası , hanımı veya gelininin yaptığı kahvesi ile zaman geçirerek evinde sessiz, huzurlu bir hayat sürmekten hoşlanırdı. Az ama öz konuşur, konuşmalarında her zaman nüktedanlık , ibret alıcı sözler olurdu.
Bekir Ağa, oturduğu sedirden ağır ağır doğruldu. Halının üstünde, dünyadan, dünyanın dertlerinden, kederlerinden haberi olmayan on sekiz aylık torunu, annesinin önüne koyduğu Legolarla oynamakla meşguldü. Bekir Ağa, bir süre nurlu yüzündeki gülümseme ile torununu seyrettikten sonra oflayarak eğildi. Torununu kucağına alarak O’nun günahsız olduğu için mis gibi kokan bedenini kokladı, sevdi ,saçını okşadı, gül yüzünü öptü. Torununa bakarken kendi çocukluğunu hatırladı.İçinden geldiği gibi, ta… derinden bir ” Ah… !”çekti. Torununa baktı ,“Kız, biz senin yaşındayken ne nene, ne de dede sevgisi gördük, Siz şanslı torunlarsınız canım “ dedi.Torununu alarak çiçeklerle dolu, ama kış aylarında oldukları için solgun duran evlerinin bahçesine çıktı.Hava ayaz mı ayaz, dondurucu mu dondurucu idi.
Gelini, Bekir Ağaya evden çıkarken paltosunu giydirmişti. Kapıdan çıkarken de , kayınpederine manalı manalı bakıp,” Aman dikkat et baba! Hatice üşütmesin, geçen sefer az mı ilaç parası ödedik “ Yaşlı adam gülümsedi, Gelininin omzuna elini koyarak “ Sen merak etme kızım , ben ona gözüm gibi bakarım” bunu söylerken bembeyaz sakalları yüzünde ışıl ışıl ışılamaktaydı neredeyse.
Hatice Bekir ağanın tek oğlundan olan tek torunuydu. Hatice’yi canı gibi sever , ama ağladığı zamanda, ağlamasından nefret ederdi. Biraz ağlasa gelinine bağırır “Al da şunu dışarı çık kızım” derdi.Kendi çocukluğunda ağlamamış mıydı? Ağlamadan mı büyümüştü bunu hiç bilmiyordu. Habire ne yaptığını bilmeyen minik çocuğu suçluyor, ondan günden güne soğuyordu durmadan ağlıyor diye.
Bekir ağa ile torunu Hatice bahçeden çıkarak köyün sokaklarında gezintiye çıktılar.Gelini onları gözden kaybolana kadar izledi.
Bekir Ağa ve torunu Hatice, bir hayli zaman sonra ellerinde çikolatalarla döndüler ,köy bakkalından. Bekir ağa torununu gelininin kucağına verdikten sonra , “Bıktım Artık şunun zırlamasından, sabah bu, akşam bu, hiç susmayacak mı bu?” diye kendi kendine söylenmeden edemedi. Gelini de gülümseyerek, alttan alarak, hiç üzülmeden, sinirlenmeden “Aman baba, çocuklar güle oynaya, düşe kalka büyürler.Ağlarlarda , gülerlerde” diyerek kızı Hatice’ye sımsıkı sarıldı. Bekir Ağa sedirdeki köşesine otururken, birazda suratını asarak” Hı şuan bak, düşe kalka, ağlaya güle büyürlermiş” dedi.Bunu söylerken dudaklarını büküyor, burnunu yukarı kaldırıyor, gülerkenki yüzü sevimsiz ve korkunç bir hal alıyordu. Yaşlılarda yaşlanınca hep böyle oluyorlardı işte. Bekir ağa, yavaşça cebinden Birinci sigarasını çıkardı, onu kibritle yaktıktan, bir nefes aldıktan sonra yemek yapan gelinine, gülerek, çikolatasını yiyen torununa bakarak, gene burnunu kıvırıp, dudaklarını bükerek, söylenmeye başladı tekrar.” Bizim kardeşin torunu Ahmet’in oğlan torunu var bak hiç ağlıyor mu ne de olsa o erkek” dedi. Gelini bu konuşmadaki önyargıyı anlamıştı ki, “Sen öyle zannet baba, siz ne de olsa erkeksiniz erkek çocukları kayırırsınız, O’nu birde bize sor annesinin burnundan getirdi emdiği sütü” diyerek her zaman ki, alttan alan tavrını sürdürdü.Bekir ağa gelinine cevap vermek yerine , susmayı tercih etti.Bakışlarını pencereden dışarı kaçırarak sigarasından peş peşe derin yudumlar almaya başladı.Sigarasının dumanları halka halka odanın tavanına doğru yükselmeye başladı.
Bekir ağa, kısa kış günleri ve uzun gecelerde torunu ağladıkça , torunundan soğuyor ve ondan soğuyordu.Kahvehaneye gitme huyu da olmadığından torunu ağladıkça sinirleri de artıyordu. Torunu ağladığı zaman gelinine seslenerek “Al da şunu çık dışarı “ dedikçe gelini kıs kıs gülüyor ve dede rahatsız olmasın diye kızını kucağına aldığı gibi susana kadar yatak odasına gidiyordu.
Günler böyle devam ederken Bekir Ağa’nın gelini Esma, başka köyde yaşayan annesini babasını ve ailesini özlemişti. Bir gün Bekir Ağa öğle namazını kılmış, tespihini eline alarak, pencere önündeki sedire oturmuş, dışarıda yağan karı seyretmekteydi.
Babaerki aile yaşantısının devam ettiği köy yaşantısında, ailenin kararlarını ailede en yaşlı erkek vermekteydi.Hatta torun hastalandığında torunu hastaneye dede ve nine götürür, okul kaydını dede yaptırır, dede masallar anlatır, dede nene torunla ilgilenirdi. Eğer çocuk, bilinçli olmazsa dede ve ninesinin kültüründen farklı bir kültürde yetişmesi imkansız olmakta idi.
Bekir Ağa’nın gelini Esma, Bekir Ağa’ya yaklaştı. “Baba!” diye seslendi Gelin.Bekir Ağa her zaman ki gibi yüzünü buruştururken en sevimsiz halini almaktaydı.Bu kez de öyle olmuştu.”E… ne var? “ diye gelinine seslendi. Gelini bu yakınlıktan biraz daha cesaret alarak Bekir Ağa’ya gülerek. ”Baba ben annemleri özledim .Gidip bi kaç gün kalsak sende hiç olmasa kafanı dinlersin” dedi.
Bekir Ağa buna dünden razıydı. Onlar giderse birkaç gün kafasını dinleyecekti böylece. Kızın ağlamalarından da kurtulacaktı kısa zaman için olsa bile. “Tamam gidin” diyebildi.” Sonra sigarasından derin derin çekerek gülümsedi. Gelinine gülümseyerek bakarken muzipçe de “Siz gidin bende kafamı dinleyeyim” diye söylendi. Gelini bu haber üzerine bol köpüklü bir kahve yaparak kayınpederine teşekkür etti.
Bekir Ağa , oğlu, gelini ve torununun gidişini pencereden sigarasını tellendirerek seyretti. Torunu doğduğundan beri ilk defa uzun süreli bir hafta kadar ayrı kalacaklardı.Bu ayrı kalmada Bekir Ağa kafasını mı dinleyecekti? Yoksa ağlamasının güzelliğini bile fark edemediği bu gül yüzlü torununu özleyecek miydi.? Zamanla bunları anlayacaktı Bekir Ağa.
Torununu gidişinin üzerinden bir gün geçmişti ki,Bekir Ağa karısına bakıp “Ohh dünya varmış çocuk zırlamasından kurtuldum .” diye söylenirken , oldukça yaşlı olduğu için evin işlerini yapmaktan zorlanan ve gelininin gitmesi ile iyice sıkıntıya düşen Bekir Ağa’nın karısı “Körolasıca herif !sen keyfini düşün bak gelin ve gül yüzlü Hatcem gideli bak ne hallere düştüm bu yaşta, evin işlerini bile zor görüyorum işte ” diyordu.
Aradan Bir gün geçti, iki gün geçti ama hayat devam etmekteydi. Bekir Ağa birkaç gün rahat etmişti ama evin bereketi, neşesi de çocukla beraber gitmiş evi sessizlik kaplamıştı. Bekir Ağa kahveye gitmediğinden dolayı da canı evde iyice sıkılmaya başlamıştı.Öyle ya torunu olsa, onunla şakalaşır, O’nu sever, O’nu okşar böylece zaman geçer giderdi. Ama torunu yoktu ve daha birkaç gün de gelmeyecekti işte.
Bekir Ağa torununu özledikçe “Atalarımız doğru söylemiş , çocuksuz ev bereketsizmiş işte.” Diye söyleniyor,.Bu Sefer yaşlı karısı “Bunu bu yaşta yeni mi anladın ?” diye sitem etmekten geri kalmıyordu.
Torununun “DEDE” diye seslenmesi kulaklarında yankılanırken, O’nun gülümsemesini hatırladıkça gülümsüyor, nur yüzüne , beyaz sakalına neşe geliyordu.Geceleri uyuyamıyordu Bekir Ağa.Torunu rüyalarına giriyor “Sana daha gelmeyeceğim dede, burada anneannem , dedem beni senden daha çok seviyor ve bana ağlama kız demiyorlar işte” diyordu.Bekir Ağa sabah rüyasını karısına anlattıkça , karısı ona “Aklın Başına geldi ama biraz geç geldi herif” diyerek gülümsüyordu yaşlı hali ile.
Bekir Ağa , kahvehaneye gitmediği halde torunu gideli evde canı sıkılınca bu sefer kahvehaneye de gitmeye başlamıştı.Ama kahvehaneye alışkın olmadığından dolayı da hemen canı sıkılıyor ve evine geri geliyordu.Evde torununu göremeyince bu seferde evde canı sıkılıyor , karısına sataşıyor, huysuzlaşıyordu.
Torunundan ayrı kaldığı birkaç gün O’na uzun yıllar kadar uzun , sıkıntılı yıllar kadar sıkıntılı geliyordu.” İnsan yaşlanınca çocuklaşırmış, ama sevdiğinden ayrı kalınca da daha da çocuklaşırmış işte böyle” Karısına söylendikçe , karısı da işlerin altında bunalmanın ve torununun ayrılığının verdiği hüzünle “Akıllan artık herif akıllan işte “ diyerek Bekir Ağa’nın sıkıntısına ve özlemine tuz biber oluyordu.
Bu sıkıntılı bir haftanın dolması ile Bekir Ağa torununu geleceği gün sabah erkenden kalktı.Köy münibüsünün geleceği saatten saatler önce köy kahvesine gitti, Kahvehaneye girmeden önce de , köy bakkalına uğrayarak ceplerini çikolatalarla doldurmayı da ihmal etmedi .
Bekir Ağa’nın kahvehaneye sık gelmediğini bilen köydeki arkadaşları , torununu beklediğini bilmeden Bekir ağanın köy minübüsünün gelme saatini beklediğini anladıkları zaman da Bekir Ağaya “Bekir Ağa galiba askerdeki generalini bekliyor! “diye takılıyor, kahkahalar atıyorlardı. Bekir Ağa ise hiç birine kulak asmıyor ve duymamazlıktan gelerek gözünü köy girişindeki minübüs yoluna dikiyor, öylece bakakalıyordu.
Böyle dalgın kalan Bekir Ağa için dakikalar kadar uzun gelmekte idi.Başka zaman olsa, akranlarının şakalaşmalarına kızar,onlara sert karşılıklar verirken, torununun hasreti ile bu kere hiçbir şey demiyor, tersine bıyık altından gülüyor, o güldükçe bembeyaz sakallı yüzünde güller açıyordu sanki.
Kahvedekiler birden Bekir Ağa’nın aniden yerinden fırladığını gördüler.Bekir Ağa’nın yerinden fırladığını gören kahvehane ahalisi de hemen bakışlarını Bekir Ağa’nın üzerine şaşkınlıkla diktiler.Bekir Ağa ağır ağır kapıya yöneldi, tıpkı bir robot gibi gözü kapıda , bastonu elinde dışarı doğru yürümekteydi.Kahvehane ahalisi o zaman köy meydanının köşesinden köy minübüsünün girdiğini görerek, daha da telaşlandılar.Acaba Bekir Ağa minübüsten neyi karşılamaya gelmişti. Bekir Ağa’nın torununu beklediğin bilmeyen kahvehane ahalisi hemen köy meydanına bakan kahvehanenin penceresinin önüne telaşla , merakla , biraz korku, biraz heyecanla yığılmaya başladılar.Oyun oynayanlar oyununu bırakmış, hararetli hararetli konuşanlarda konuşmayı kesmişlerdi.Koskoca köyün ağası Bekir Ağa’yı bu kadar telaşlı görmemişlerdi çünkü.
Minübüs köy meydanına girince Bekir Ağa’da heyecanla minübüse yanaştı. Minübüsten ilk inen Bekir Ağa’nın oğlu oldu..Babasını bu kadar telaşla görünce o da şaşırmıştı işte. Sonra gelini ve O’nun da kucağında torunu inince herkes derin bir nefes aldı. Bekir Ağa.Gelininin şaşırmış hali ile O’na baktığına aldırmadan torununu bir hamlede gelininin kucağından alarak bağrına bastı.Bir sarıldı bir sarıldı ki küçük çocuk bile şaşkın bakışlarla gözlerini kocaman açmış neler olduğuna bakıyor, korku ile annesine bakıyordu.
O zaman herkes derin bir nefes aldı.Bekir Ağa’nın köy meydanında torununa sıkı sıkı sarılırken gören köy halkı koca Bekir Ağa’nın da ilk kez ağladığına şahit olmuşlardı.
Bekir Ağa ise, oğlunun,gelininin ve köy ahalisinin şaşkın bakışları arasında hiçbir şeye aldırmadan torununa sarılarak evinin yolunu çoktan tutmuş, yavaş yavaş adımlarla evine doğru ilerlemekte idi.
Köy ahalisinin kimi şaşkın bakışlarla, kimi biraz seslice gülerek , kimi tebessüm ederek köy kahvesine girerken, gelini ve oğlu da dedenin torununu anlamasının sevinci ile birbirlerine bakarak Bekir Ağa’nın arkasından evlerinin yolunu tuttular.
Önyargıdan uzak , aile fertlerine duyulan sevgi, ilerde er yada geç olarak hem sevgi, hem saygı , hem mutluluk olarak geri dönecektir. Bekir ağa bunu yıllar sonra da olsa anlamıştı….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.