- 649 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
DEFOLU BİR FANİYİM MADEM...
Bilimselliğin öznesinde sefere çıkmış bir gemi gibi ve demir aldığım limandan bir an evvel uzaklaşmak isteğim.
Gözle görünmeyen bir mutluluk bu ve beden dilimden de yansımasının asla mümkün olmadığı ne de olsa alabildiğine kasıyorum kendimi ve gerginliğimle kimseyi de örnek almadan ben olmaya çabalıyorum aslında bir sen’e değil de size ihtiyaç duyarken.
Duygularım inanılmaz karışık ve karşılığında söylediklerimin nasıl bir tepki alacağımı da asla kestiremiyorum.
Defolu bir faniyim ben geçmişinde saklı bir rivayet değil de göreceli bir lanetin sonlandırdığı hayallerim.
Çapaklı gözlerinde mevsimin sıcak havanın da dayanılmaz ağırlığı ile ter döküyorum her emeğimin karşılığını asla bulmayacağımdan da emin ve ben üç soytarı hayalimin peşinde nasıl oluyor da hayat denen düzenekte dikiş tutturamamanın verdiği acı ve sükûnet ile içe dönük yüzümle de bir dış sesin beni sarmasına ihtiyaç duyuyorum: herhangi bir dış ses asla beni kötülemeyen; herhangi bir etmen beni yaşamaya şevk eden ve herhangi bir mucize ansızın doğumumu müjdeleyecek bir gök kuşağı mesela.
Renksizim son zamanlarda belki de en baştan beri yine de rengimin pembe olduğu ilk gençlik yıllarımda bunun nasıl başarmış olduğum da asla açıklanmasının mümkün olmadığı bir rivayet.
‘’Benim için sana yüreğimi sunmanın tek ve en iyi bildiğim yolu yazmak. Bunu sen de dâhil bütün riskleri göze alarak yapıyorum. Çünkü seni seviyorum ve dostluğumuz sonsuzluk vaadi taşıyor.’’ (İ. Aral)
Yankısını duyuyorum işte iç sesimin ve esefle yakınıyor ve yakıyorum ihtimalleri.
Perde uçuşurken yangın öncesi bir kızıllık peyda oluyor evin çatısında surlar peyda oluyor sırların aksinde ve güneş vedalaşıp şehirle uykuya dalıyor.
Mehtabın dalgınlığı ile muhatabım ve dünyanın en dalgın insanı olmamla meşhur bir yenilgi ile de istişare ederken.
Okuyorum bir yandan İnci Aral’ın yazın yolculuğunu bir yandan derinden iç geçiriyorum. Şansızlığım mı beni bu noktaya getiren yoksa bir şans mıdır kırklı yaşlarımın başında kalemimle olan ani tanışıklığım?
Yalın bir tasvir öznemden duyduğum sıkkınlık.
Yalıtılmış bir hayat belki de en çok kendi tercihim uzun yıllar iş hayatında kendimce verdiğim mücadelede sonra geride kalan ucu yanık bir CV:
Mevsimine göre renklerini biriktirdiğim döpiyeslerim ve şık bir eşarpla boynuma doladığım bir revnak bileklik belki de içimdeki hayat dolu kızın taşkınlığını henüz resmetmediği.
Benzer bir nokta aramak belki de en çok hicabını duyduğum ve hala ortak bir nokta bulamadığım yakınımdaki, uzağımdaki insanlarla.
Bir var oluş kaygısı ya da kayboluş ve şimdi göğün tentesinde dolgun bir martı doyurucu kocaman bir simit parçasıyla gününü gün ediyor.
Serçeler apartmanı belki de yaşadığımız ve şık bir reverans ile karşıladıklarımız bir yandan da karşımıza aldığımız insanlar.
Ve sevgili Aral’ın iç dökümünde benzeşmeyi reddettiğim sayısız ipucu aslında terapisel döngüde kendime sırdaş bir diğer ben bulamadığım için günün ve ömrün sıkıntısını yok saydığım o yazdığım bir iki saat içerisinde dünyayı kurtaracak bir misyonu da sahiplenmişken.
Billur sesinde ömrün ve buğulu gözlerinde sevdanın bir de hain bakışların odaklandığı o bilinmezlik sayacında takılı kaldığım.
Büyütemediğim bir çocuk içimin devasa korusunda susuzluğunu gidermek adına matarasına sözcükler dolduran.
Ruhani bir yolculuk ve ulvi bir dokunuş derken bir vaveylanın sizi sürüklediği pembe bulutlar ülkesi.
Kıyasıya mücadele verdiğim insanlık aslında benim değil onların benimle restleştiği ve etrafımda gitgide daralan bir çember.
Öyküm yok benim.
Ama öykülerim var insanlara dair.
Özendiğim kimse de yok benim lakin bana özenen vardır yoktur bilemesem de biliyorum ki ne benzemek isterim ne de taklit edilmek.
Reşit bir olgu demek ki içimin tahayyülü ve hala adını koyamadığım belki de bir buyruk depreşen bir sancı tökezleyen.
Mimarı iken bunca duygunun ve de minvali asla ve asla şerh düşmüyorum da bir şeyleri iddia ettiğime dair.
Keşke sessizlik asılı kalsa içimde belki de ben asılı kalsam asla sonlanmasını istemediğim sükûnette.
Şimdi hücre mahkûmu kelimeleri yeniden tıkıştırıyorum o konserve kutusuna ve son kullanma tarihi gelmeden de açmıyorum.
Açmıyorum da ağzımı ve de gözlerimi belki de ölü taklidi yaparsam keder sonlanacak ve kaderle olan iş birliğine son verecek ve işte geldiğim nokta:
Yalnızlığımın kutsallığında cümlelere bağdaş kurup da birileri okusun diye gözünün içine baktığım yoksa göz teması kurmaktan kaçındığım insanlar mı?
Ölüm gayet de hoş olabilir hani en azından ruhumdaki yara büyümeden ve gözlerimdeki hüzün daha da deşmeden dünümü…
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
Sağ olun var olun ağabeyim.
Selam ve dua ile.