9
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
875
Okunma
Rotasyon tayini için bulunduğum küçük ilin büyük bir lisesinde görevliydim. Başarı düzeyiyle Türkiye’nin ilk onunda uzun yıllar kalmış, sadece lise öğrencisi üç bin olan bir lise.
Boş dersimde öğretmenler odasının masasında çalışırken içeriye bir veli girdi ve kızının durumunu öğrenmek istediğini söyledi. Söylediği şubeye ben girmiyordum, işime geri dönerken velimiz başıyla bana selam verdi, ben de verdim.
Odanın bir köşesinde kızının derslerine giren öğretmenlerle görüşmeye başladı. Arada bir bana başıyla samimi ve saygılı bir ifadeyle selam veriyordu, şaşırdım.
Tamam işte, bir kez selam verdi, gerisi neyin nesi!...
Burada göreve başlayalı üç ay olmuştu daha, yeni geldiğimi fark edip kibarlık yapıyor diye düşündüm. Görüşmesini bitiren veli kapıya doğru değil de bana doğru geldi ve elini uzatıp: “Hoş geldiniz!..” dedi. Tahminimde haklı çıktığımı düşünüp ayağa kalktım, teşekkür ettim.
Elimi bırakmaya niyeti yoktu. Tekrar : “Hoş geldiniz Serap Hanım.” dedi. Beynim deli gibi çalışmaya başladı, acaba daha önceki görev yerlerinden bir öğretmen arkadaşımdı da ben mi hatırlamıyordum!
- "Siz adımla hitap ettiniz ama kusura bakmayın, ben sizi hatırlayamadım. Meslektaş mıyız?"
- "Yoo, hayır. Ben polis memuruyum."
- "Beni nereden tanıyorsunuz?"
- "Okuduğunuz Eğitim Enstitüsünden."
- "Benim polisiye hiçbir olayım olmadı ki beni bu yolla tanıyor olamazsınız."
O sırada odada bulunan bütün arkadaşlar büyük bir sessizlikle ayakta sohbet eden bizi dinliyordu. Ben çok yeni bir personeldim ve henüz beni tanımıyorlardı.
- "Tam da o nedenle tanıyorum. O dönemde birçok öğrencinin poliste kaydı olurken sizin hi.bir şeye karışmamanız çok ilgimizi çekti. Sizi o okulda görev yapıp da tanımayan hiçbir polis yok!"
Şimdi şaşırma sırası bana gelmişti. Şaşkın bir ifadeyle velinin açıklamasını ben de bekliyordum.
- "Ben orada okulun müdürünün koruma polisiydim. Bizim binamız kapı girişinin biraz ilerisinde ve tam karşısındaydı, sizin bölümünüz de kapının hemen yanındaki bize ‘L’ düzeninden kalan binadaydı. Siz Türkçe akşam bölümünde okuyordunuz."
- "Numaramı da söyleyin bari," dedim.
- "O kadarını hatırlamıyorum ama sizi çok iyi hatırlıyorum. Siyah deri ve uzunca bir pardösünüz ve siyah uzun topuklu çizmeleriniz vardı. Her zaman döpiyesliydiniz ve çok şık giyinirdiniz."
O yıl kazandığım tıp fakültesine babamın vefatı nedeniyle ( şehir dışında olduğu için ) gitmem mümkün olmayınca o puanla, şehrimizdeki tek yüksek okul olduğu için eğitim enstitüsüne kaydolmuş, gündüz bir devlet kurumunda çalışıp oradan da okuluma gitmiştim. Görevimin ve kılık kıyafet yönetmeliğinin kurallarına uygun giyiniyordum. Öyle olunca çoğunluğu puanı hiçbir yere yetmediği için akşam bölümüne mecburen kaydolan, akşama kadar kafelerde zaman öldüren özgür giyimli öğrenci kimliğinden ister istemez farklı kalıyordum. Kitaplarım kolumda ve okuduğum gazetenin de adını saklamaya gerek duymadan en üste koyar sınıfıma girerdim. Ders başlayıncaya kadar ve her teneffüste açar ve okurdum.
O dönemde bulvar gazetelerini okuyanları bile dövdüler, okuldan ayrılmak zorunda bırakıldılar. Benim yanıma sık sık gelen Adapazarlı sarışın ve çok hanım bir kız, Günaydın gazetesi okuduğu için dayak yemiş, babası okuldan alıp götürmüştü.
İşin ilginç tarafı bana kimse bir şey demiyordu. Fikren yakın ya da karşı olabileceğim hiçbir öğrenciden tepki almadım. Üç yıl, kimseyle arkadaşlık kurmadan, gazetemi aralarda okuyarak mezun oldum.
- "O kadar özgüvenli bir haliniz vardı ki şüphelendik. Arkanıza polis görevlendirdik. Aylarca sizi sıkı takip ettiler, iş yerinizden de araştırdık. Ev – iş – okul arasında gidip geldiğinizi raporladık. Hiçbir siyasi tarafa yakın olmadığınızı görünce neye güvendiğinizi merak ettik. Siyasi polis olduğunuzu düşündük. Kayıt dosyanızdan fotoğrafınızı alıp Emniyet Genel Müdürlüğüne okuldaki durumunuzu yazıp siyasi polis olmanızdan şüphelendiğimiz yazdık ve kod adınızı istedik.
Genel müdürlükten “Okulunuzda böyle bir personelimiz yoktur.” yazısı geldi. Kendimize ‘bunu neden düşünemedik’ diye çok kızdık. Böyle bir şey olsaydı bize mutlaka haber verirlerdi.
Okuldaki polislerle yaptığımız her toplantıda sizin adınız mutlaka geçerdi ve arkadaşlar sizden çok çekinirdi. Sonunda sizin MİT’ten olduğunuz konusunda fikir birliğine vardık ve aynı yazışmayı oraya gönderip sizin kod adınızı istedik.
Kısa bir süre sonra oradan da “Okulunuzda böyle bir personelimiz yoktur.” yazısı geldi. Ama biz artık çok emindik. MİT personelini bize açıklar mı?"
Ben on dört yıl önceye ait bu yaşananları ve o kadar zor bir dönemde neden çok rahat okuyabildiğimi ilk kez anlamaya çalışıyordum. Nefes almadan konuşan bu polis velimizin bu kadar yıl sonra beni nasıl tanıdığı da az çok açığa çıkıyordu ve ben çıt çıkarmadan onu dinliyordum.
- "Şimdi artık uzun yollar geçti, köprülerin altından çok su aktı hocanım. Hepimiz ayrı yerlerdeyiz ama ben hâlâ çok merak ediyorum. SİZ MİT’TEN MİSİNİZ?"
- "Bu hiç söylenir mi beyefendi, hoşça kalın." dedim ve uzaklaştım.
Velimiz artık benim MİT’ten olduğumdan kesinlikle emindi!... ))
Onun mesleki algısıyla bu kanısını normal karşıladım, ikna etme gereği bile duymadım. Şartlanmışlık, gerçeği görmeye her zaman engeldir çünkü.
Çünkü biz birey olamamış insanlarla dolu bir toplumuz. Bir gücün arkasına sığınarak arada bir kafasını çıkarıp bağıran çağıran, ilk gördüğü tepkide de toz olan kişiye, özgür kişiliğin cesaretini hiç anlatamazsınız. Rüzgara karşı tükürmek cesaret işidir ve cesaret öğretilemediği gibi unutulmaz da…
Siz ne anlatırsanız anlatın kişiler sizi niyetine göre ya da zekası izin verdiği kadarıyla anlayacaktır. Ben ikisini de değiştiremeyeceğim için doğrularımı söylerim, sorarlarsa açıklarım ama kişilerin kendi istemeden değişemeyeceklerini bildiğim için bu konuda hiçbir çaba harcamam.
Gencecik bir kız çocuğunun dayanağı olmadan bunları yapamayacağını düşünmeleri de aynı nedenledir.
1977’den 2019’a kadar bu düşünce düzeyinde bir arpa boyu yol alamamış olmamız ise çok acı gerçekten...
Gördüğüm lüzum üzerine bu anımı paylaşma gereği duydum.
Sevgilerimle, saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ