- 316 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 165
Ama Anadolu halkının bu meşruiyet içinde oluşu hiçbir işgalci emperyalizmin işine gelmiyordu. Bu yüzden işgalciler maskeliydi. İşgalciler Wilson ve Lenin ilkesini deklare ediyorlardı. Lakin işgalci maskesi ile uygulamada tam bir vahşi işgalciydiler. Bu nedenle işgalcilerden hiç kimse Anadolu’nun bu meşruluğuna haklısın aslanım; "yürü seni kim tutar" demiyordu.
Anadolu halkının haklı olup yürümesi için yeni VESİLE KOŞULLAR vardı. Temel koşul olmayan bu vesile koşuldan birisi Sovyetler birliğiydi. Dünün emperyalisti olan Çarlık Rusya’sı şimdinin devrimi içinde Sovyetler Birliğiydi. İlk anda ve bir süre bambaşka bir politika içindeydi.
Sovyetler de o anda kendi meşruiyeti için mücadelesini veren bir oluşum olmakla beraber; üzerinde birkaç yıl geçen devrimleriyle, mazlum milletleri destekleyen, işgalciliğe ve emperyalizme karşı çıkan ülkeydi.
Ulusların kendi kaderini kendilerinin tayini etme hakkı diye belirtilecek ilkeye saygı duyup bu azmi destekleyen Sovyetler birliği ittifaklı bu tür yeni bir destek bulma eylemiyle Anadolu hareketi kendi sürecini destekleyip, pekiştiriyordu. Kimi İslam dünyası yardımları zaten berdevam olan hemhâldı.
Kısacası konjonktür sel dünyanın geldiği bu aşamada Mohaç Savaşına çıkıyor gibi çıkamazdınız. Güncel şartlar çok değişmişti. Mohaç Savaşına gider gibi işgale yeltenenlerin işgalci tutumu karşısında kadronun hakimiyeti milliye gibi çok akılcı kotarılmış bir düstur olmadan süreç başarılamazdı.
Ve yeni konjonktürün yeni değer yargısı vardı. Köleci mantıkla kendi emperyalist tutumunu GANİMET söylemiyle meşru eden dinlerin bile söyleyemediği bu değer yargısı şuydu. İşgal karşısında her bir ulusun kendi kaderini kendi tayin etme hakkı (direnme hakkı) vardır demek, çağdaş değer yargısıydı.
Çağdaş değer yargısını oluşan bir anlayış, sözde de olsa uluslararası arenada bu hukukun senkronunu ortaya koymada ulusları, uluslararası hukukun ortak paydaşı yapmıştı. Bu uluslararası hukuk paydaşı olma kadronun ve onun ilk elden başı olan liderinin çok akıllıca yararlanacağı ikinci bir ön savı olacaktı. Bu paydaşlık bir çıkarı olmadan emperyalistleri sizden yana kılmaya pek gücü yetmiyordu.
Temel neden ve vesile neden gibi her iki meşruiyet ilkesi olmadan uluslararası arenada meşru olamıyordunuz. Mohaç Savaşına giderken böyle bir uluslararası meşruiyet aranmıyordu. Vicdanlarda iknacı olmak yetiyordu. Vicdan da keyfi ve çıkarcı olmakla güçlüden yanaydı.
İşgal altında direniş haktı. Ancak bu meşru bir hükümetin hilafına bir durum olunca, bu direnişi işgalciler her durumda hoş görmezdi. Ne var ki direnişi hem işgalciler hem de onun iş birlikçisi hükümet hoş görmüyordu.
Meşru direnişin icazeti olmazdı. Bu durumda her ulusun kendi kaderini kendi tayin etmesi hakkı çerçevesindeki bir haklılıkla ve hem de meclis aracılığı ile meşru bir temsili yet ruhu kazandırmadan direnişinize halkıyla ve haklı bir top yekûn savunma meşruiyeti var edemezdiniz.
Gazi Mustafa Kemal, kadrosunda olan çok çok saygın, becerikli kişilerden ve bu her biri bir müstesna kıymet olan bu başarı örneği değerlerden ve ittihatçılardan da Gaz Mustafa Kemal; bu yönü ile başarılı olmakla ayrılıyordu.
Bu konjonktür sel süreçlerin hakkını vermeden bunları anlayamayız. Örneğin Mustafa Kemal yetkisine sahip olan Mustafa Kemal’in kendisi değil de kendi alanında yadsınamaz bir başarı olan Fevzi çakmak olsaydı ne olurdu?
Çok basit. Sn. Fevzi Çakmak dini sandanslı bir kişi olmakla itaatini ve taatini ulul emre itaat denen kapsam içinde yerine getirecekti. Sn. Çakmak sürece at gözlüğü içinde bakacaktı. Saltanat ne diyordu? Direnmeyin. O halde Sn. Çakmak saltanata riayet etmekle daha baştan Kurtuluşlu mücadelenin bir neferi olamazdı. Ama zorluklarla ikna edilmesi sonunda Kurtuluştu başarıya imza atacaktı.
Sn. Çakmağın bu tutumu daha sonraki kongreler esnasında Mustafa Kemal’i tutuklayıp teslim almaya gelişinde ancak zor ve güç bela ikna edilmesi kapsamındaki geri dönmesi gerçeği içinde bunu böyle söylüyorum. Sn. Çakmak Meclisi Mebbusan’ın dağılmasına kadar Kurtuluşlu oluşumun içinde değildir.
Sn. Çakmak Kuvvacı kimi ufak tefek istemlerin sonucunun, saraya ve padişaha bir yararı olacağını düşündüğünden ötürü kuvvaya katılmazdan önce kuvva adına birkaç iş görmesi dışında Sn. Çakmak Meclisi Mebbusan kapatılana kadar Kurtuluşun Felsefesini kavramış değildir.
Sn. Çakmak bu bağlamla ne hakimiyeti milliyeyi; saltanatın millete hâkim olması dışında bir anlamla anlardı. Ne milletlerin kendi kaderini kendi tayin etmesini saltanatı şahane iradesine karşı çıkma olma dışında bir mücadele edilesi gereken bir alanın anlamı olarak anlardı.
Ne de daha birkaç yıl öncesine kadar düşmanınız olan Sovyet Sosyalistler Birliğinin, şimdiki halde emperyalizme karşı oluşundan yararlanırdı. Bu konjonktür sel durumda yararlanmak yerine sadece dinsizlik bildiği sosyalizme dini gözlükle bakacaktı.
Sosyalizme dini gözlükle bakınacağı için Sn. Çakmak Sosyalizmden bir cüzamlıdan kaçar gibi kaçacak olmakla, Kurtuluşun mücadelesini başarıya ulaştırması olanaksız olurdu.
Neden olanaksız olurdu? Var oluşun ve hayatın sağlam bir kuralı vardır. Ortama adaptasyon. Ortama uygun kendini geliştirmektir.
O aşama ve o durum itibarıyla kendi çevremizde sosyalizmin mazlum ülkelere yardım etme çağrısı, mazlum oluşun yararlanacağı en uygun ortamlardan biriydi. Siz mağdur ve mazlum halinizle ortamın bu adaptasyonuna uygun yanıt vermezseniz; ortama uyumsuzluktan yok olursunuz.
Mustafa Kemal’i sadece şiddet kullanmak yönüyle tanımlarsanız dahi kişiyi dahi yanından uzak kılar arkadaşlarıyla ve güncel uluslararası yöneticilerle aynılaştırırsınız.
Mustafa Kemal’i sadece öl ya da öldür demekle tanımlarsanız, dahi kişiyi dahi yanından uzak kılar arkadaşlarıyla ve güncel uluslararası yöneticilerle aynılaştırırsınız.
Mustafa Kemal’i eksensiz, konjonktür süz bir organizasyon sanmakla kişiyi dahiyane yanından yoksun kılıp arkadaşlarıyla aynılaştırırsınız. Yüz metreyi koşanların en önündeydi.
Oysa arkadaşları ne kadar başarı olurlarsa olsunlar bir Mustafa Kemalin siyasi dehasını ve Mustafa Kemal ile ortaya koyduklarını ortaya koyamazlardı. Kuşkusuz ki Mustafa Kemal de kadro arkadaşları (kolektif akıl) olmadan dahiliğini ortaya koyamazdı.
Ama Mustafa Kemal’in dahiliğini ortaya koymak için illa o arkadaşlarına değil de o alanlarda başarısı olan herhangi bir kadro ile de bu süreci ortaya koyabilirdi.
Yani şu bir hakikat ki Mustafa Kemal dahiliğini illa bu arkadaşlarla ortaya koymak zorunda değildi. Onların yeri doldurulurdu. Ama arkadaşları ya da arkadaşlarının yerin dolduracak yeni arkadaşları Mustafa Kemal’in yaptığını ve yaptıklarının hepsini bir arada kavrayamazlardı.
Nitekim yapılanları hakkıyla hiçbiri kavrayamamıştı. Yeri doldurulmaz olan Mustafa Kemal’in bu siyasi dehası, askeri stratejisi dehasıyla birleşmiş üstelik bu bileşenler feodal mantıktan da kurtulmuş olmakla bunlar Mustafa Kemal’in Siyasi, askeri, felsefi ve inşacı olan konjonktür sel dehasıydı".
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.