- 264 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Secdemiz gölgeliğimizdendir
Yanlış bilmiyorsam herhangi bir secde ayetinin mealini okumak da secdeyi vacib kılar. O nedenle bu yazıda bir secde ayetini tefekkür edeceğimizi baştan bildiririm. Ra’d sûresinin 15. ayetinde kısa bir mealiyle şöyle buyruluyor: "Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah’a secde ederler." Evet, arkadaşım, tıpkı tahmin ettiğin gibi. Bu ayet-i kerimeyi okurken ’gölge’nin nasıl/neden secde bahsinde kendisine böylesine kıymetli bir yer bulduğunu düşündüm. İnternette dolaşırken rastladığım bazı açıklamalar vardı lakin barındırdıkları hikmetler nedense kalbimi tatmin etmedi. Galiba benim alacağım hisse onlarınkinden ayrıydı.
Düşünmeye devam ettim. Düşünmek nedir? Düşünmek de bir nevi duadır. Cenab-ı Hak aklımıza/kalbimize bir çıkış lütfetsin diye hikmete durmaktır tıpkı günebakanların güneşe durması gibi. Yüzünü oraya çevirmek bakmakla olduğu gibi aklını/kalbini o kapıya çevirmek de düşünmekle olur. Ben de yüzümü Rabb-i Hakîm’ime çevirdim. Sonra şöyle birşey farkettim: Gölge aslında bir varlık değil. Tamam. Var. Farkediliyor. Varlığı gözle de müşahade ediliyor. Doğru. Ama aslında farkedilen varlık değil yoksunluk. Biz yoksunluğu farkediyoruz aslında varlık olarak. Gölgeye düşen ışık miktarındaki azlık onu çevresinden ayırıyor. Gölge kılıyor. Buna Ahmed sebep olursa Ahmed’in gölgesi sayılıyor. Eğer sebep olan nesneyi (mesela Ahmed’i) aradan çeksek az önce ’gölge’ dediğimiz şey de yokoluyor. Işık yoksunluğu yokettiğimizde gölgenin varlığını da yokediyoruz.
Bu yoksunluktaki varlık fikri bana enteresan geliyor. Zira yoksunlukla varolanı kabul ettiğiniz zaman yalnız varolmakla varlığı tanıyan, daha doğrusu varlığı ancak varolmakla kabul eden materyalizmin ayakları da bir parça yerden kesiliyor. Sadece onun mu? İnsanın kibrine de epeyce dokunan bir tarafı var şu mananın. ’Benbencilik’ yaptığımız her yerde iddiamız ne bizim? Varız. Başkayız. Bizimle oluyor. Bizden oluyor. Bizsiz olmuyor... Böylesi birçok cümleden oluşuyor tekebbür iddiamız. Ama ya varolmak için eksik olmanın da yeterli olduğunu düşünsek? Yani varlığa katılmadan da varolunabileceğini bilsek? O zaman bizim de ayaklarımız bir parça yerden kesilmez mi?
Secdeye vardığında insanın ayakları büsbütün yerden kesilmez amma teması epeyce azalır. Yalnız parmaklarınızın altı dokunur yere. Boyunuz kısalır. Alçalırsınız. Zeminle bütünleşirsiniz bir nevi. Kibirli insanlar neyi sever bilir misiniz? Yükselmeyi. Evet. Kibrin alametlerinden birisi de yüksekliktir. Koltuk yüksekliğidir. Kuvvet yüksekliğidir. Makam yüksekliğidir. Servet yüksekliğidir. Şöhret yüksekliğidir. Kur’an’da da Firavun’un kibrinin bir işareti/remzi veziri Haman’dan yapmasını istediği yüksek kuledir. Hem yine bilirsiniz: Kıyamet alametlerinden birisi de yüksek binaların çoğalmasıdır.
Yani âdeta kibrin zeminden kopmak-ayrılmak gibi bir huyu vardır. Bunun psikolojik arkaplanına dair okumalar yapmak da kolay. Zeminden bağımsızlaştığını düşünenin varlığının da bağımsızlaştığını sanrılaması kolaylaşır. Orası için geçerli olanın kendisi için de geçerli olacağını düşünmez yükseklere yerleşen. Sarayların kibri burada saklıdır. Islak bir zeminden zarar görmekten endişe ettiğimizde bir yüksekliğin üzerine çıkarız. Orada şartların değiştiğini düşünürüz. "Aşağıya gelen bize uğramaz!" deriz. Nuh aleyhisselamın oğlu tufandan kurtulmak için dağa çıkmayı denemiştir. Belki bu perspektiften bakınca şunu söyleyebiliriz: Zeminden yükselmek varlığın ancak varolmakla mümkün olduğunu düşünenlere ’daha çok varolduklarını’ düşündürür. Sanrılatır. Böyle söyledim. Çünkü esasında hiçbir yükseklik zeminden kopabilmiş değildir. Ayaklar zemine değmese de ayakların değdiği şey yine zemine değer.
Secde ile gölgenin kardeşliği belki buradan ışıldıyor. İnsan secde ettiğinde varlığını ’daha çok varolmakta’ aramıyor. Aksine, varlığını küçültüyor, ufaltıyor, iradesiyle azaltıyor. Ayrı bir varlık olarak yaşadığı zeminle kucaklaşıyor. Üzerindeki ayrılığı seyreltiyor. Belki kendisinin bir tür gölge olduğunu kabul ediyor. Evet. İnsan da bir gölgedir. Esmaü’l-Hüsna’nın gölgesidir. Hatta mürşidimin ifadesiyle ’gölgesinin gölgesi’dir. Gölge de bu bağlamda bir tür ’gölgesinin gölgesinin gölgesi’dir. Elhamdülillah. Gölgeler secde eder. Çünkü yoksunluktan varlık devşirirler. Kendi sırlarına uyanmışlardır.
Hem bizim Kur’an ve sünnetle uyandırıldığımız ’aczimiz’ ve ’fakrımız’ da bir tür ’gölgenin gölgeliğine uyandırılması’ değil midir? Dua ettiğimizde de bu farkındalığı yaşarız aslında. Secde ettiğimizde de. Yoksunluğumuzun varlığa dönüştüğünü bu eyleyişle ilan eder ve yükselmekle aradığımız kem kemalin yönünü değiştiririz. Her secde bu anlamda "Ben yoksunluğunda varlık arayanlardanım!" diye haykırmaktır. Belki mürşidimin ’fakrın tezyidine çalışmak’ ile kastettiği de budur. Gölge varlığını arttırabilmek için daha çok yokolur. ’Benden’ olarak yokolduğunda ’Ondan’ olarak varolur.
Arkadaşım, bilmem sen ne düşündün, benim aklıma şunlar geldi. Ayetteki gölgenin izlerini kovalamakla gölgeliğime uyandım. Kendime ’var’ diyorum amma bu varlığın türünden çok da haberli değilim. Doyduğumda varolduğumu sanıyorum amma belki de açlığımda varoluyorum. Kendimi çok şeylerden üstün sayıyorum amma belki de onlardan daha yoksun olduğum için böyle oluyorum. Öyle ya; insan hayvandan, hayvan bitkiden, bitki taştan daha fakirdir. Yani daha çok şeye ihtiyacı var gibidir. Fakat ne tuhaftır ki, ihtiyacı çok olanın kemali de fazladır, en azından müsaittir. Subhanallah! Gölge ile birlikte düşününce gölgeliğimiz sana da ağır gelmiyor mu?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.