- 323 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dokudukça yaralıyordum belki de onları
Yazılarımda bile-isteye akademik bir üslûptan sakınırım. Hatta bu nedenle reddedilen sunumlarım da oldu. Paneldi, seminerdi, bilmem neydi. İstendi. Gönderdim. Üslûbu beğenilmedi. Akademik bir üslûpta tekrar yazmam istendi. "Yapamam. Kusura bakmayın. Bendeki mal bu!" dedim. Göndermedim. Reddedildiğime de hiç yazıklanmadım. Çünkü öyle olmayı gerçekten istemiyordum. Bence akademik üslûba kanaat etmek insanı edebiyatın imkanlarından ediyor.
Sözü söylemenin bin tane şekli var. Her şeklin de damakta bırakacağı bir tat, yapacağı bir tesir, açacağı kapılar var. Ama "İlle de akademik olacağım!" deyince bu mümkün olmuyor. Kapıların pekçoğu kapanıyor. Özetle vardığım yargı şu: Tüm türleriyle birlikte ele alınınca edebiyat insanı daha bütüncül görüyor. "Yalnız akıl değil karşımdakiler. Yalnız beyin değil. Duyguları da var!" diyor. Onlarla da konuşmak istiyor. Onlardan da yardım almak istiyor. Onları da ikna etmeyi arzuluyor. Fakat akademik üslûba kısıtlandığınızda bu imkanlardan mahrum kalıyorsunuz.
Büyüttüğümü düşünenleriniz olabilir fakat iş öyle değil. Ben de zamanla bu şuuru kazandım. Yazılarıma başlarken sahip olduğum duygu dünyasının cümle kuruşuma kadar tesiri olduğunu farkettim. Hatta meseleyi aklî bir zeminde anlatırken başka, duygusal zeminde anlatırken başka, mizaha çevirirken daha başka üslûplar kuşandığımı gördüm. Eğer kendimi bir akademisyen gözüyle tahlil etseydim bu üslûp değişimlerini de birer arıza olarak teşhis edecektim. Fakat hayır. Her yazının üslûbuyla beraber doğduğuna inandım. Beni buna okurlarım inandırdılar.
Kimi zaman onların üzerindeki etkisinden dolayı aynı konuyu farklı farklı üslûplarda tekrar yazdığım oldu. Bazısının bazısından daha çok ilgi çektiğini müşahade ettim. Beğendim. Neden savaşacaktım o zaman onlarla? En nihayet geldiği gibi yazmanın ’yazmanın en elverişli şekli’ olduğuna karar kıldım. Evet. Dokudukça yaralıyordum belki de onları.
Mevzuun en önemli yanlarından birisi bence şu: Aklın belirgin bir yolu vardır. Herşeyin isbat edilebileceği bir düzen vardır. O mesafeyi aldığınızda iş bitmiştir. İki kere ikinin dörtlüğü için yapılacak işlem sayısı bellidir. O işlemleri tek tek gösterdiğinizde dairenin iki ucunu buluşturmuş olursunuz. Fakat işin içine duygular girdiğinde yollar farklılaşır. Neden? Çünkü duygular kendilerini inandıracak detaylara ulaştığınızda sonuçlara sizi daha çabuk götürürler.
Örneğin: Ben iki kere ikinin dörtlüğünü yukarıdaki şekilde formüllerle değil de "Hatırlar mısın bir keresinde baban da senin defterine ’İki kere iki dörttür’ yazmıştı?" diye hatırlatsam, ucunu çok güvendiğin bir insanın hatırasına bağlasam, bu da bir isbat çeşididir. Aklın yoluna göre değişiktir ama işte yine de çeşittir. Bazen benim formüllerime inanmazsın ama böyle birşeye inanabilirsin. Duygu bazen mantıktan kavidir.
Hatta soyut şeyleri aklın yoluyla anlatmaktansa duyguların yoluyla anlatmak daha kolaydır. Yalanın kötülüğünü anlatmak istiyorum diyelim mesela. Bunu sana aklî zeminde nasıl anlatabilirim? "İki kere dört değil de beş eder dediğim zaman doğruda bir sapma başlatmış olurum. Bu sapma hassas ölçülere dayanan işlerde büyük zararlara sebep olabilir. Bizden aldıkları bilgilerle yanlışa düşen insanlar da verilerimize inanmamaya başlarlar. Bu da toplumdaki yerimizi sarsar. Sözlerimizi güvenilmez kılar. İnsanlar yargılarımıza ’yoklarmış gibi’ davranır. Yani yalan bizi zamanla etkisizleştirir vs."
Bu da bir anlatımdır. Ancak ben mürşidim gibi desem: "Kizb kudret-i ilahîyeye bir iftiradır." O zaman seni doğrudan bir empatiye davet etmiş olurum. Çünkü birisine iftira etmenin nasıl kötü birşey olduğunu az-çok bilirsin. Belki sana da iftira edenler olmuştur. Canın yanmıştır. Belki civarında yaşanan böylesi kem şeylere şahitliğin de vardır. O vakit bu empatiyi daha da derinden hissedersin. Olmayana "Oldu!" demenin bir açıdan Allah’ın öyle yaratmadığına "Öyle yarattı!" demek gibi olduğunu benzetirsin. Yani ki şu üslûpla bir şekilde duygularına dokunmuş olurum. Doğrudan, hiç akıl kadar dolambaçlı yollar almadan, uyanırsın. Hatta belki de daha tesirli uyanırsın. Tevbeni daha nasuh tutarsın.
Edebiyat böylesi çok imkanlar sunuyor. Yol sayısını aklın bildiğinden kat kat çoğaltıyor. Duygular sayısınca yol sahibi yapıyor. Tecrübe sayısınca cadde açıyor. Doğru üslûbu yakaladığınızda, fazlasını değil belki amma, tesirlisini söyleyebiliyorsunuz. Evet. Belki bu üslûp ehl-i akla göre zaaf taşıyor lakin genele ulaşmakta da güçleniyor. Çünkü genelin malumu olmakta ’bilgiye’ göre daha başarılı olan ’tecrübeyi’ esas alıyor. Beşerin ortak hissedişlerine atıf yapıyor. Bu nedenle arkadaşım, akademik metinler yazmaktan, daha doğrusu, ’akademisyen gibi yazmaktan’ sakınırım ben. Dilimin budandığını düşünürüm. Allahu’l-a’lem.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.