- 432 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Cimri
CİMRİ
Araştırma görevlisi olarak atandığı, yaklaşık bir yıldan bu yana, çalışıyordu Paşahan, Şükrettin bey ile. Hocası Profesör Şükrettin bey, nereden şaştı ise O’nu yemeğe davet etmişti. “Ne var bunda, bu sıradan bir olay hikayesini yazmak sana ne kazandıracak” diyebilirsiniz. Ama Şükrettin beyin adının “Cimri Profesör”e çıktığını ve kimseyi yemeğe davet etmediğini ve sebebini de bu hikayedeanlatınca hak vereceksiniz yazara. Önyargılı olmayalım lütfen. Sabrederek hikayeyi sonuna kadar okuyalım. Belki bu hikaye başka hikayelere bile gebedir.
Paşahan, Hocanın yemek davetine öyle heyecanlanmıştı ki, Üniversiteden eve gelip de uyku saati geldiği halde uyuyamıyordu bir türlü. Hoca cimriliği ile ün yapmışken ve ona bir yıl boyunca çayları bile naz yaparak, arada bir ısmarlamamışken, şehrin en lüks lokantasından birinde yemeğe davet etmişti. Şehre kuşbakışı bakan Seyirtepe’de hem Karadeniz’in hırçın dalgalarını izleyecek, hem de yemek yiyeceklerdi. Paşahan, bir Edebiyat dâhisi olan hocasını seviyordu. Çok güzel şiir okur, güzel hikayeler yazar, yetenekli insanlara destek verir ama bunları sadece Kampüste odasında yapar dışarda özel hayatında kimseyi bir yere davet etmezdi. Bir yıldan beri asistanı olmasına rağmen Hocanın ne ailesi ile tanışmıştı ne de evini görmüştü. Şükrettin Hoca ”İşte iş konuşulur sadece” der ve buna da harfiyen uyardı.
Paşahan, bunları düşünürken hocaya neden “Cimri” lakabını taktıklarını da çok merak ediyor ama ne hocalara ne de Üniversitede başkalarına sorabiliyordu. Ama Hocasını da gerçekten bir baba gibi seviyordu. Kimsenin hakkını yemez, ufak tefek hataları affeder ama disiplini elden bırakmazdı Şükrettin Hoca. Üniversitede ve şehirde hatta ülkede öyle ün yapmıştı. Odasına da boş insanlar gelmez, zaten fazla ziyaretçisi de olmazdı. Çünkü boş konuşan insanlara yüz vermez, onlarda zamanla sıkılarak hocanın odasına çok mecbur kalmadıkça gelmezdi. Hoca zaten bundan memnundu. O okula boş ziyaretçilerini memnun etmek için değil, önce öğrenmek sonrada öğretmek için geliyordu zaten. Hoca da kimsenin gelmemesinden memnun olarak okudukça kitap okurdu odasında. Gazetelerin haftalık ve aylık kitap dergisi eklerini takip eder, vakit varsa Üniversite odasında vakit bulamazsa evinde okurdu. Çok kitap okumasından ailesi yakınsa da zamanla bunu kabullenmişlerdi. Sadece kayınbiraderinin edebiyatı ve okumayı seven oğlu Ümit, eniştesinin verdiği her kitabı okur ve evde sık sık ziyaret ederdi. Hocaya bazen “bu kim” diye soranlara Hoca muzipçe gülümseyerek “ torunum” diye espri yapardı. Çünkü çocukları daha evlenmemişti. Hoca kitap okuyanı severdi. Kitabı ve okumayı seven öğrencileri de Hocanın tavsiye ettiği kitapları zevkle okur, “Şükrettin Hocam ne güzel kitaplar veriyor. Allah’ıma şükürler olsun gelişiyorum O’nun sayesinde. Hocam da Hoca gibi Hoca yani ” derlerdi. Bu hocanın hoşuna gider ama belli etmez” Estağfurullah” derdi sadece.
Ertesi gün mesai bitiminde heyecanla damladı Paşahan, Şükrettin Hocanın odasına.
Hoca da hazırlanıyordu çıkmak için. Bilgisayarını kapatmış, o gün yapılan sınav kağıtlarını çantasına yerleştirmekle meşguldü. Belli ki evde okuyacak ve ertesi gün ilan edecekti. Hoca yaptığı sınavları hemen okur ertesi gün ilan ederdi mutlaka çok önemli işi olmazsa. Hocanın bir lakabı “Cimri” ise öteki lakabı da “Jet Şükrettin” idi. Bu özelliğinden dolayı. Şükrettin Hoca, Paşahan’ı görünce gülümsedi. O’nun heyecanını ve içinden geçen şeyleri tahmin ettiğinden azı dişleri görünecek kadar gülerek “Bugün cimri Hocan sana içini dökecek ve sana bir ziyafet çekecek” dedi. Paşahan ‘da çekingenliğini atarak rahatladı ama saygısında da kusur etmemesi gerektiğini düşündü.
Şükrettin Hoca önde elinde çantası, Paşahan da O’nun hemen yanında elinde kendi çantası ile Fakültenin koridorunu geçtiler, otoparka inip Hocanın Wos Wos tabir edilen çok eski model arabasına bindindiler. Paşahan, Hocasına saygısından nereye gideceklerini bile soramıyordu, halbuki çok da merak ediyordu.
Wos Wos yavaş yavaş kampüsten çıkarak, aheste aheste kampüsun hemen yanında bulunan ovayı kuşbakışı gören şehrin seyir tepesine geldi. Burası şehrin en güzel mekanlarından biriydi.
Beraber seyir terasının şehre ve azgın Kardeniz’e bakan boş bir masasına karşılıklı oturdular. Şükrettin Hoca:
“Buranın köftesi çok güzel köfte yiyeceğiz, istersen sen İskender ye” dedi.
Paşahan düşünmeden:
“Siz ne yerseniz bende O’nu yerim Hocam “ dedi. Aslında Paşahan da köfteyi çok severdi. Buranın köftesinin methini de çok duymuştu. Hocasını memnun etmek için değil, merakını gidermek ve gerçekten de canı çok istediği için köfte istedi.
Hoca siparişleri söyledikten sonra hafif uzun ve beyaz saçlarını eli ile arkaya tarayarak, gülümsemesi ile damdan düşer gibi:
“Cimri Hoca’nın seni buraya neden davet ettiğini sormayacak mısın? “ diye sordu Şükrettin Hoca.
Paşahan Hocasını çok iyi bildiğinden O’na empati yaptığından dolayı:
“Hocam, sizinle bir seneye yakın çalışıyoruz. Öncesinden de sizin kitaplarınızı okuyarak az çok sizi tanımıştım. Siz de zaten benim neyi merak ettiğimi bilirsiniz. Ben sormaya gerek duymuyorum. Siz şurada bana tek kişilik konferans verin de dinleyeyim, bilgi ile dolayım sevgi ile bakayım size.Merak ettiğim soru olursa, sorarım zaten ” dedi.
Şükrettin Hoca içinden “ Öğrenci dediğin böyle olur. Beni anlayan öğrenciye can kurban” dedi.
Bunun üzerine Şükrettin Hoca o kadar neşeli bir kahkaha attı ki, diğer masadakiler ve garsonlar” Ne oluyor yahu” der gibi baktılar. Paşahan’ın içten ve samimi konuşması hocayı bayağı keyiflendirmişti.
“Bak sana başımdan geçen bir hikaye anlatacağım” dedi Şükrettin Hoca.
Hocasına ilgiyle “Seni dinliyorum Hocam” bakışı ile baktı Paşahan.
Şükrettin hoca anlatmaya başladı. Bir yandan da şehre doğru bakışlarını kaydırıyor, önemli şey anlatacağını ima ediyordu. Karadeniz’in hırçın dalgalarına da sert bakışları ile bakan Şükrettin Hoca’nın tavrından da hikayenin çok ders verici olduğu belli oluyordu Hoca daha anlatmadan.
“Bundan birkaç sene önceydi Bir öğrencimi takdir etmiş, O’nu da aynen senin gibi bir gün işkembe çorbası yemeye davet etmiştim. Önceden de, oranın sadece işkembesinin iyi olduğunu söylemiştim. Başka şey yerse sevemeyeceğini ima etmiştim. O da “Tamam Hocam” demişti. Oturunca “ben paça yiyeceğim” demiş. Ben lavabodayken kendi siparişini değiştirmiş. Paça gelince “ eyvah” dedim. Öğrencim paçaya bol sarmusak döktü, limon ekledi. Pul biber ekledi. Ben bir yandan çorbamı içerken bir yandan da onu izliyordum. Sonra bir kaşık işkembe alarak incelemeye başladı. Pul biberin pulu olduğunu sandığım bir nesne göstererek, “ bu kemik” dedi. Garson hemen yetişerek, çorbayı alıp lavobaya döktü. Hemen yenisini getirdi garson. Ben çorbamı içmiş beklerken, garson “ abi size de bir çay getireyim” dedi. Bizim öğrenci aynı şeyi tekrarladı. Bu arada müessenin sahibi gelerek çorbadaki nesneye eli ile dokundu. “Bir şey yok. Bu pul biberin pulu” dedi. Ama bizim hiçbir şeyi beğenmeyen öğrencimiz O’nu da beğenmeyerek O’nun da lavobaya dökülmesine sebep oldu. Beğenmeyince ne edeceğiz paçayı ben mi içeceğim. O an aklıma” Bu bir şeyi beğenmez adam acaba babasının evinde böyle çorba da bulur mu ?” sorusu geldi. En sonunda o da işkembe içmeye karar verdi. Ben çoktan işkembemi içmiş, çayımı da içmiş, O’nu seyrediyordum. Neyse ki işkembeyi beğenmemezlik etmedi. “
Bu arada sipariş ettikleri yemekler gelmiş, yavaş yavaş köfteleri yerken Paşahan, zevkle yavaş yavaş köftesini yerken hocasına baktı. Hoca olayı hatırlayınca kederlenmiş ama birine derdini anlatmanın, boşalmanın keyfi ile de hikayesini anlatmaya devam ediyordu:
“İçimden sabır çekerken, bu sefer bizim öğrenci hemşerisi olan dükkan sahibi ile lafa dalmaz mı? Ben dükkanın önüne çıkmış O’nu beklerken o lafı uzattıkça uzattı. Tam 5 mi 10 mu ne? dakika onu bekledim. Öğrenci geldi. Yanımda sigara içilmesinden hoşlanmadığımı bildiği halde bir sigara yaktı. Ben gene ya sabır çektim. Utanmasa dumanı da yüzüme üfleyecek. ”Hocam size bir Türk Kahvesi ısmarlayayım “ dedi. Çay evinde gelen kendi ısmarladığı Türk kahvesine de dudak büktü. Ben bir şey söylemeden sabırla O’nu seyrediyordum. Bir yandan da “ bir ders daha alıyorum, bir hikaye konum daha çıkıyor” diye sabırla O’nu bekledim. ”Hocam yakında mezun olacağız ama ben KPSS ye çalışamadım. Ne kursa gidecek param var ne de kitap alacak ?” dedi. Ben elinde keyifle tüttürdüğü sigarayı ima ederek “Sigaraya para bulan her şeye para bulur” dedim.
Paşahan, öğrencinin yaptıklarını duyunca sinirlenmişti:
“Hocam kusura bakmayın, lafınızı kestim ama o zaman sizde hemen uzaklaşsaydınız” dedi.
Şükrettin Hoca gülümsedi:
“Bende içimden ‘Bu kadar yeter’ diyerek kalktım zaten. O günden sonra da o öğrenciden uzak durdum ve kimseyi de yemeğe davet etmedim. Adım işte cimriye çıktı. “ derken gülümsemesi çok sevimli dedeye dönüştürüyordu Şükrettin Hoca’yı.
Paşahan dayanamadı:
“Hocam, siz gene iyi sabretmişsiniz. Başkaları olsa öğrencisine ceza verir sınıfta falan bırakırdı. Ama siz en iyisini yaparak sessizce uzaklaşmışsınız. Öğrenci sizi sağılacak bir koyun gibi algılamış. Sizi anlamamış, sizden öğrenememiş. Sizin sabırlı olmanızı da takdir ettim.” Dedi.
Şükrettin Hoca yemeğini tamamlamıştı. Garson gelerek çay getirdi. Şükrettin Hoca Paşahan’ın gözlerinin içine bakarak:
“Öğrenci bana güzel şey öğretti aslında. 3 kuruşluk insana 5 kuruşluk değer vermeyeceksin. Eğer verirsen adam kendini ilerde 10 kuruşa da satmaya kalkar. Ben alacağım dersi aldım.
İnsanları artık uzaktan gözlemleyerek daha büyük dersler alıyorum” dedi.
Sonra düşündü Şükrettin Hoca. Aklına bir hikaye daha geldi. Çayından bir yudum daha aldı. Paşahan’ın gözlerinin içine baktı.
“Sana bir hikaye daha anlatacağım” dedi. Paşahan da keyiflendi. Hocanın bizzat kendi ağzından böyle güzel hikayeler dinlemek ne güzeldi. Hem de tek başına.
Şükrettin Hoca acaba ne anlatacaktı?
O da başka hikayeye .
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.