- 902 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
Ve Yüreğimizin En Salaş Haliydi/ Yalnızca Bir Cümle Söyledin/ Sustum Ve Bekledim/ Bozulmasın İstedim Düşlerim
(Yazının aşkları besleyen bir yanı mı var?..
Kelimelerin gücü bir aşkı
büyütmeye de mi muktedir?..
Hiç olmayan bir aşkı bile
yaratabilir mi hatta bazen?..
Yazılmasa yaşanmayacak aşk kalemin gücüyle
hayat bulabilir mi ve insan
kendi yarattığı birine aşık olabilir mi yazıp da?..
Yazanın coşkusuna umut taşıdığı için mi yazılır mektuplar da?..
Pervanelerin ateşe koşması ’kelebeğin muma aşkı’ bir metafordu..
Şem ile Pervane’de ne güzel anlatılıyordu ’Aramak onun varoluşundaki gayeydi’..
Kim olduğumuzu ise neyi aradığımız belirliyordu..
Kelimelerin ise benim gayemi belirliyor)..
.....
En beklemediğin şey olabilirdim
Galiba çok sürmeden oldum da..
Nerede çiziyorlarsa haritaları orada yürüyorum çünkü..
Çiçekli bir fotoğrafından geçerken düşündüm
bütün bunları..
Derken biraz daha sokuldum içindeki çiçeklere, biraz daha..
Koklaya koklaya uyumuşum..
Düşüncenin kesiştiği yerdeydim..Kim bilir,
belki istesem tüm zamanların kipi olabilirdim..
Yine de bizi sırf ’düşlerini yaşamak’ adına
yaralayacak, üzecek kararlarına tereddüt etmeden
kendimi bırakmayı tercih ediyordum..
Tarlabaşı’nın en tahammül edilmez, en sıradan
sokağında yan yana yürüdük, metruk bir apartmanın
çatı katında yan yana uyuduk..
Bu birlikte yaptığımız en korkunç şeydi
fakat senin mutlu olduğunu gözlerinden
okuyabiliyordum..
Cumartesi’ye ’giriş gelişme sonuç’ bir kompozisyon
gibiydik..
Bu bir sonuçlanmaydı aslında..Eksik kalmış bir
bitmenin tamamlanmasıydı..
Durup dururken herşeyi bitirmenin bir başka türlü
algılayış biçimiydi..
-Onun hiçbir yüklemi eylemi ifade etmiyordu..
Sanırım sadece gitmek için gidebilecek, gitmek için
fazlaca anlam aramayacak bir hal olduğuna
inandırmıştı kendini-
Hafta ortası, hava hafif hafif kararmaya başlamıştı..
Nikotini yüksek bir mekanda oturduk..
Uzun uzun sustuk..Ben sustum o dinledi..Sonra aynı
anda konuştuk..Bizden hariç herşeyi konuşuyorduk..
İkimizde yeni tanışıyormuşuz gibiydik..
Garsona ’kahve’ dediim..O ’şarap’ demek istiyordu
ama diyemedi..
Bu gecenin şaraplık bir gece olmayacağını düşünmüştü..
Karşılıklı suskunluk tekrar başlamıştı..
Başını kaldırıp, savunmasız bir çocuk gibi gözlerimin
içine baktı..
Kahredici suskunluğun sona ermesini bekliyordu..
Biz orada otururken, ya da biz sadece ikimiz duruyoruz
sanırken kendimizi, aslında epey kalabalıktık..
Ortada o kadar sade kalmak çelişki gibiydi..
Sustuk, sevindik, yanıldık, sevimli durduk
kalabalık dağılmadı..
Bizim dışımızda süren eğlence aşka patolojik
anlamlar yüklüyordu..
Bu, belki de bizim hayata karşı atak oynayışımızın sağlamasıydı..
İçleri gülen büyük gözleri, zarif dudaklarına anlamlar
yüklüyordu ve ben anlamını iyi bildiğim şeye
makul olurken ikimizde mahremiyeti ’ihlal’ etmiştik..
Bu bir masumiyet haliydi..
Sanıyorum o saatlerde muhtemel bütün hüzünler
beni ilk kez ilgilendirmiyordu..
Henüz gece olmuştu..Yarın da gece olacak,
sonraki gün de.. Bunu biliyoruz..
Biz o an hangi zamanın hangi gecesini yaşıyorduk?..
İçimden, ’Gel uyanmayalım bu gece’ demek geçiyordu
fakat sana bakınca biz hangi güneşin etrafında dönüyoruz
gibi bir cümle çıkmıştı ağzımdan..
-Sen, öylesin işte, tüm sevdiğin şeyleri büyük
bir özenle koruyorsun, hepsinin üstünde bir abide
gibi duruyorsun sonra bütün heykellerini parçalıyorsun..
İnatçılığın aklında birbirine karışan manalara
söz geçiremez çoğu zaman..
Ve inadına kırarsın düşlerinin bir ayağını..
Bir tek sen bilirsin zamanın huyunu..Bir tek sen-
Aklımda, yüreğimde, gözlerimde hiçbir çerçeveye
sığamayacak resimler var..Yürekten söylenmiş
sözcüklerim var..
Şimdi sana bir şiir yazsam..İri gözlerine kuşlar kondursam..
Herhangi bir sözüne sayısız geçit bulsam..
Bir duruşuna, bir bakışına bir tane de ben gizlesem..
Sen gülsen.. Uzakta olsan da gülsen..
Ben bir asır daha bekleyebilirim..
Yaşanabilinir sevimli bir ütopya var, buda kopan
bağlantısıdır hayatın..
Şimdi sana bir şiir yazsam
İri gözlerine kuşlar kondursam
Herhangi bir sözüne sayısız geçit bulsam
Bir duruşuna
Bir bakışına
bir tane de ben gizlesem
Sen gülsen
Hep gülsen
Uzaka olsan da gülsen
Cumartesigüncesi-
Haziran..Cumartesi 19..doğan güneş..
YORUMLAR
inat seyrelmiş bir ayda duruyorsun gök yüzü okşuyordu seni yanlış anlama gece yüzünde duruyorum bir tepeden asılmış dağın ötesinde kırılmış bir başın nefesini alıyorum sis perdesinde. Alçakça söylem olmasın istemem inadımdan ötürüde dağdan gidemem sonra fabl...:) Kırılmış bir insanın Aşk öyküsü de bu kadar gizli ağırlanıyor işte: İYİ geceler tan sevap yazar ne kadar ışık aldığına bağlı öyle değil mi?
Doğan Güneş
ısrarcı olmalı..Işık, birazda umutlarda:)..Hayalleri büsbütün
ötelediğim algılanmasın tabi, burda özellikle vurgu yapmak istediğim
sevgide-aşkta adanmışlık..Yerleşik bir aşkta..
Türk Kızı(Emine Sezek Akb
İçten samimi bir yazı bu kadar heyecanla bir yazı okumamıştım seneler önceleri harici bir kompozisyon yazısı yazıda bazı ilgi duraklarında kısılma var ve duygu akışı biraz daha olanak dışı durumlarda da olabilirdi yine de güzel durumu hiçe saymayacak kadar değil. Okuyucuyu duraksız bir şekilde okutabiliyor bu güzel bir kabiliyet.
Doğan Güneş
vardır ve o iki ayrı bakış iki ayrı mimik birbirinin içinden geçen
tek bir noktada bütünleşir..Yorumunuz bu sözleri anımsattı bana..
Çok teşekkür ederim..
Birkaç gün bir arkadaşım anlattı bana, bir komşuları varmış,bu adam üzüm bağını çok severmiş, evinin önünde en iyi türden asma fidanı dikmiş,büyümesini beklemiş; fakat bu fidan zaman geçmesine ve adamın özverili bakımına rağmen hiçbir gelişme göstermiyormuş, adam farklı ilaç ve bakım teknikleri denemiş yine fayda etmemiş,üzüm fidan kökünü değiştirip daha farklı daha iyi cins fidan alıp dikmiş,süreç içinde fidanlar hiç büyümüyormuş. Adama dert olmuş bu, birilerine danışmış, önerilerin tümünü uygulamış yine de sonuç hüsran.. En sonunda yenilmiş öfkesine tutmuş üzüm bağını hoyratça çekmiş toprağından, elindeki kazmayla dağıtmış fidan diktiği yeri.. O an toprakta bir tuhaflık sezmiş, biraz daha kazınca toprağın hemen altında lahit izleri bulmuş, bırakmış baltayı bir tarafa, yetkililere haber vermiş, gelip incelemişler.O evin önünde çok çok eski dönemlere ait bir lahite rastlamışlar..Gerekli incelemelerden sonra müzeye götürmüşler..
Adam şaşkın kalmış tabi bu duruma ,öfkesi de dinmiş bir müddet sonra..ama nedense aynı yerde yeniden üzüm bağı dikmemiş.
Bu anektodun yazımla ne ilgisi var diyeceksin değil mi,
Evet, aslında doğrudan bir bağı yok belki de ama
Bana bu hikayeyi arkadaşım anlattığında şunu düşündüm aslında, her ruhun ait olduğu bir yer var belki de.
Ve toprak kim bilir kaç zaman öncesine ait bir ölünün ruhunu bile nasıl da kucaklamış ki başka hiçbir oluşuma ve varlığa yer vermemiş yüreğinde.Adamın fidandaki tüm ısrarlarını nasıl da boşa çıkarmış,ölü insanın ruhu uğruna..
Aşk biraz da öyle sanki...İnsanın insanı yüreğinde koşulsuz bir sevgiyle ve kusursuz bir özveriyle belki bir tarih boyu taşıması değil mi sence de...
Topraktan öğreneceği çok şey var insanın,aşkı bile.
**
Bu arada ''Zamanın Kıyısındaki Kadın''ı okurken ara ara ütopya dünyasında geziniyordum sonra bir şiirde buldum kendimi.Sabahleyin şiiri ekleyip yazını okuduğumda
''Yaşanabilinir sevimli bir ütopya var, buda kopan
bağlantısıdır hayatın..'' cümlesini okuyunca gülümsedim.
Ütopya kavramı konusunda sen yazında dün romanda ve şiirimde nasıl harika bir telepati var.
Şaşırmadım hiç ama buna:)
Mutlu Cumartesi'ler:)
Doğan Güneş
ilginç bir telepati:) doğrusu ilginç olabilir fakat şaşırmadım:)..
Ütopya, telapati filan derken bir düşümden sözedeyim mi:)
Hazır sen güzel bir hikaye ile giriş yapmışken buda benim
hakkım diye düşünüyorum:)
Yine böyle füruğ'a sığınmak istediğim bir geceydi..
Odanın içinde mumların titreyen dansında üç afiş,
'Yarım', 'Seni Beklerken','İncir Reçeli'..
Fonda uzak kentlerden kopup gelen şarkılar
peş peşe çalıyordu.. Berrin Taş'ın giderken çantama
bıraktığı 'İnsan kokusunu toplamaya geleceğim'i masanın
üzerine bırakıyorum yavaşça..
Pencereden caddeyi izlemeye koyuluyorum bir süre..
Hiç bir şey yapmak geçmedi içimden..
Yorgun hissediyordum kendimi, sendeleye sendeleye
yatağa ilerledim.
Gün ışımasına henüz iki saat vardı ve yaz yağmurlarının
pencereye vuran takırtıları sevdiğim şarkının melodisi gibi
geliyordu kulaklarıma..
Verne'nin uçan balonunda kalabalık bir caddenin kaldırımına
inmiştik düşümde.. Güneş tüm sıcaklığıyla üzerimizdeydi..
Elimdeki kitabı gölge yapsın diye başımın üstüne tutup etrafı seyrediyorum..
Yağmurlu bir mevsimden gelmiştim ve üstüm başım sırılsıklamdı..
Güneşte kuruyana kadar öylece bekledim..
Düşlerimde teatral bir yalnızlığın intiharı gibiydi her şey..
Sürekli özeleştiri yapıp yine aynı tutarsızlığı tekrarlayan bir düş;
Gözlerimi kapıyorum çat kapı bitiveriyor yanımda..
Gözlerimin önünde..Ellerimi tutmuş, gözlerimin içinden bedenime
girmek için öyle mahzun bakıyor..
'Beni sevene kadar düşlerine girmeyi sürdüreceğim' yoksa,
yoksa sevmeyi bilmiyor musun'?..diyordu..
Cevap veremiyordum..
Özgüveni, ukalalığı, direnci karşısında dehşet bir
ürperti kaplıyordu her yanımı..
Seni yüreğimden, seni dehşet coşkularla seviyorum diyememiştim..
Sanada oluyordur, insan bazen yazdıkları kadar kalabalıklaşıyor,
sanki hiç varolmamışçasına..
Şimdi bu düşün üetopya ile ne alakası var diyeceksin, evet haklısın
bir ilgisi yok fakat buda kopan bağlantısıdır hayatın:)..
Sevgilerimle:)