- 386 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Simitçi
O sabah, sabah ezanının o eşsiz ürpertisiyle gözlerimi açabildim. Uzun zamandır ne namazımla ne de dualarımla pek bir ilgim kalmamıştı. Evet, bu yaptığım kesinlikle vahim bir hataydı. Yine de gidip bir abdest aldım ve küçük odamda bulduğum ufak bir boşluğa serdiğim seccadede namazımı kıldım. Namazdan sonra biraz dua etmeyi de ihmal etmemiştim. Bir bardak çay içecek kadar vaktim vardı, belki yanında bir şeylerde yerdim. Uzun zamandan beri işsiz oluşum beslenmemi epey etkilemiş, sadece karnımı doyurmanın derdine düşmüştüm. Acele etmemin sebebi, erkenden evden çıkıp, bir iş aramaktan başka bir şey değildi. Ne kadar çok vakit, o kadar çok imkân yaratırdı herhalde. Akşamdan kalan bayatlamış çayı dökmeyip, yine akşamdan kalmış sobanın üzerinde biraz ısıttım. Tüp biteli belki de on günü geçmişti. Üstelik bir daha ne zaman değiştirebileceğimi bile kestiremiyordum. Bir yandan çayımı yudumlarken, pencereden dışarıya şöyle bir göz attım. Ne var ki hava açıktı. Birde yağışlı olaydı vay halime. Kendisi gibi dünden kalmış bir parça ekmek eşlik etti çayıma. Eskiden rahmetli anamın zoruyla alışkanlık haline getirdiğim bir besmeleyle ayrıldım evden. Ah o okulumu bitirebilseydim, bir meslek öğrenebilseydim diye ne çok düşünüp durmuştum. Önce lisedeyken babam vefat etmiş, peşine aynı yaz tatilinde anam göçüp gitmişti. Köyden çıkıp şehre geldim geleli üç gün o işte, üç gün başka işte çalışmış ve bir türlü dikiş tutturamamıştım. Sahi ben ne yapabilirdim, neyi hangi işi severek yapabilirdim? Düşüncelerim hiçbir zaman bana yol göstermemişti. Yine de dua ederek yola koyuldum. Minibüse verecek param yoktu, haliyle eskiyen ayakkabılarımın topuklarıma verdiği hafif acıyla birlikte, daha hava aydınlanmadan birer birer geride bıraktım sokakları. Şehrin diğer yakasına ulaştığımda neredeyse öğlen olmak üzereydi. Hemen şu ileride fabrikalar birer birer uzanıyordu. Yorgunluktan bitap düşmüş ve üşümüş halde yol kenarında bir kaldırım taşına oturdum. Bir süre yoldan tek tük geçen kamyonlara ve arabalara takıldı gözüm. Etrafta pek insan yoktu. Hemen ileride yolun köşesinde bir simitçi tezgâhının önünde oturmuş, başını da tezgâha dayamış, galiba uyuyordu. Birkaç dakika daha dinlenip, ayağa kalktım. Tabanlarımda ki ağrı ta beynime vurmuştu. Daha evvel uğradığım birkaç fabrikada gördüğüm kötü muameleden dolayı, onları listemden bugünlük çıkarmıştım. Ne kavga edecek halim kalmış ne de kapı dışarı edilecek yüzüm. Buraların önünden bile geçmeyip, karşı kaldırımdan yürümeyi planlıyordum. Bu bölgede hala uğramadığım en az on fabrika daha olmalıydı. Adımlarım istemsizce ağırlaşıyordu. Bir süre sonra ayakkabımın tabanının tamamen ayakkabımdan ayrıldığını fark ettim. İçindeki keçenin de pek bir hayrı kalmamıştı. Bir elime ikiye ayrılan ayakkabımı alıp, yol kenarında ayakkabımı en azından bir süre daha bir arada tutabilecek ip benzeri bir şey aradım. Simitçinin yanına kadar geldiğimde, yaşlı adama selam verdim. Halimden anlamış olacak ki ‘’Hayırdır.’’ dedi. Elimde ikiye ayrılan ayakkabımı gösterip, ‘’Hayır amca hayır.’’ dedim.
Yorgun gözleriyle şöyle bir tepeden tırnağa süzdü beni. ‘’Gel otur bakalım şuraya.’’ dedi, tezgâhın altından bir tabure daha çıkarıp, yanına bırakarak. Yaşlı adamın yanına oturup, mahcup bir halde beklemeye koyuldum. Bir elini yeniden tezgâhın altına atıp, plastik bir torba çıkardı. ‘’Dene bakalım şunları ayağına uyacaklar mı?’’ dedi. ‘’Yok, istemem eyvallah.’’ dediysem de dinletemedim.
Yaşlı adam, ‘’Bunları sabah gelirken çöpün yanında buldum, yırtık bir yeri yok üstelik temizlerde, al bir dene, olursa bir hayır duası edersin, helalleşiriz.’’ dedi.
‘’Yok, ben bunun karşılığını ödeyemem.’’ desem de razı olmadı. Çaresiz alıp denedim ayakkabıları. Ayağıma bir numara büyük olsa da olmuştu. Teşekkür ettim ayakkabılar için.
Amca taburesinde şöyle bir gerilip, doğruldu, ‘’Anlat bakalım, nerelisin, ne iş yaparsın, nerden gelirsin?’’ dedi. Anlattım sırasıyla hepsini. İşsiz oluşumu, kimsem olmayışını, memleketi derken, amca elini omzuma koydu.
‘’Bak evlat bu tezgâh benim karnımı doyuruyor da artıyor bile. Kimsem yok hayatta benim. Bir oğlum var Almanya’da, istersen gel bu tezgâhı sen çalıştır. Para falan istemem. İki katlı evim var, gel üst kata sen yerleş, kirada istemem. Bizim oğlan beş sene oldu gideli ne arar ne sorar. Arada bir mektup yazar o kadar. Geleceği falan yok. Ben hastayım zaten, sabah kalkması bir dert, akşama kadar tezgâhta beklemesi başka bir dert oldu. Tezgâhtan ne kazanırsan senin olsun, benim yeteri kadar birikimim var, ölsem geriye kalacak kadar da malım var.’’ dedi.
Biraz mahcup, biraz da utanmış halde, ‘’Yok amca olur mu öyle şey dedim. Ben bunların karşılığını ödeyemem. Senin evladın var kul hakkına girer.’’ dedim. Bir parmak işaretiyle susturdu beni.
‘’Kim demiş ödeyemezsin diye. Ben sana hastayım dedim sen bana göz kulak ol, ben daha da bir şey istemem.’’ dedi.
‘’Amca Allah sendende, o şefkatli yüreğinden de razı olsun fakat bunları benim kabul etmem mümkün değil.’’ dedim.
Amca bir kahkaha kopardı. ‘’Ulan ne inatçı çıktın sende, tamam tezgâhın değeri iki bin lira, beş binde hava parası diyelim, yedi bin lira eder. Tezgâh ayda bin lira kazanır sen ayda bana iki yüz lira verirsin borcun bitince helalleşiriz.’’ dedi.
İyiden iyiye utanmış ne diyeceğimi bilmez halde başımı önüme eğmiştim.
Hadi kalk bakalım dedi titreyen sesiyle. Bu saatten sonra satış olmaz, kalan üç beş simidi de bizim sokakta ki kediye köpeğe veririz.’’ dedi.
Ben hala başımı kaldırmamış öylece düşünürken, yeniden omzuma elini koydu. ‘’Hadi evlat toplayalım tezgâhı, ben bir hafta kadar senle gidip gelirim merak etme.’’ dedi ve devam etti. ‘’Hem fırıncıyı öğrenirsin, hem yolu, hem evi. Hem gidip şu senin eşyaları da taşıtırız fırıncı İbrahim’e.’’ dedi.
Başımı kaldırıp amcayla göz göze geldim. Nedendir bilinmez neredeyse ağlayacak haldeydim. Kakıp ani bir hamleyle amcanın elini öptüm. ‘’Berhudar ol.’’ dedi sessizce. Bir yandan tezgâhı toplarken, diğer yandan muhabbete daldık. Amcanın adının Muhammed olduğunu öğrendim, benimki de Ahmet deyince, ‘’Adaş sayılırız biz.’’ dedi. Kısa sürede tezgâhı toplayıp, dönüş yoluna koyulduk. Daha yarım saat evvel işsiz ve tek ayakkabıyla kalakalmışken, şimdi önümde simit arabam, yanımda melek gibi bir adam, şehre dönüyordum. Başımı kaldırdım ‘’Sen ne büyüksün Ya Rabbim.’’ dedim. Bir yandan yürüyor, bir yandan dua ediyordum. Şükrettim bugün yaşadıklarım için ve ant içtim bir daha tek bir vakit namaz kaçırmamaya ve besmelesiz yola çıkmamaya. Bir ara amcayla göz göze geldik. Anlamıştı dua ettiğimi, benim içinde et dedi. Güldüm, bundan sonra ettiğim her duada benden önce onun adı geçecekti şüphesiz. Sonra Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in bir hadisi geldi aklıma.
‘’Allah bir kapıyı kapatırsa bin kapıyı açar.’’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.