- 626 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
TOPRAĞIN SERÜVENİ
Siz ilk insanoğlunun mesleğini bilir misiniz, yani ilk insan, ilk peygamber ve insanlığın babasının mesleğini? Karısı Hz. Havva terzidir. Yani öyle bizlere anlatılan incir yapraklı kişiler değildir. Kocası Hz. Âdem ise çiftçidir. Diploması yoktur ama ziraat mühendisidir. Toprağın kıymetini bilen, toprağa sevgi ile yaklaşan birisidir. Hz. Âdem toprağa ana derdi. Çocuklarına da toprak sevgisini işlerdi. Toprak her şeydi.Çeşitli tohumlar üzerinde deneyler yapmış cennette gördüğü ağaçlar gibi bahçeler üretmiştir. Hz. Âdem akşama kadar çalışıp elde ettiği mahsulü eve getirip çocuklarıyla paylaşmıştır. Yaşadıkça yeni alanlar keşfetmiş ve çığ gibi artan çocuklarıyla beraber çalışmaya devam etmiştir. Allah’ın ömür tecellisi ona yüzlerce yıl yetecek bir ömür vermiş ve o da çocuklarıyla mutlu mesut yaşamıştır.
Hz Adem akşamları çocuklarını başına toplar onlara cennette yaşadıklarını, şeytana nasıl uyduklarını anlatır; “Aman ha yavrularım, siz siz olun nefsinize uymayın. Şeytan sizi nefsinizden yakalarsa yakanızı bırakmaz.” diye öğütler verirdi. Karısı Hz. Havva ise suçluluk içerisinde konuyu kapatması için kocasına “Çocukları korkutma, ne o öyle şeytan falan” diye kızar ardından da çocuklarının yataklarını hazırlardı. Çünkü cennetten kovulmaya asıl kendisi sebep olmuştu. Öyle ki bir gün el ele cennette gezerlerken bir elma görmüşler ve yemelerinin yasak olduğunu bildikleri halde Hz. Havva kocasına ısrarla yiyelim demiş. Hz. Adem yok, olmaz, günah dese de Hz. Havva’yı kıramamış “Tamam ama bak kimseye söylemek yok” diyerek ilk günahı, ilk haramı işlemiş oldu. Allah’uTeâlâ ikisini de yaptıkları bu hatadan dolayı dünyaya göndererek cezalandırmıştır. Ardından gözlerini Sri Lanka’da açmışlardır. Tabi pişmanlığın biri bin para ama artık olan olmuş dünyada yaşamaya çalışmışlardır.
Günler geçiyor, geçtikçe evin nüfusu artıyordu. Deyim yerindeyse Hz Âdem ceketini atsa Hz.Havva hamile kalıyor ve git gide çocuklarının sayısı artmaya başlıyordu. Uçsuz bucaksız bir dünya olmasına rağmen artık bulundukları bölge onlara dar gelmeye başlıyordu. Çocukların birbiriyle olan sürtüşmeleri, tartışmaları hızla artıyordu. Tarladan yorgun argın gelen Hz. Âdem, bu kadar cangamaya tahammül edemez olmuştu. Çocuklarının hemen hemen hepsi kız çocuğu olduğu için bir şey de yapamıyordu. Allah’tan ağabeyleri Habil ve Kabil vardı da onlar bazen kardeşlerine kızıyorlardı. Habil ve Kabil demişken şunu da aktaralım; Hz. Havva en çok Habil’i severdi. O zeki akıllı ve çok yakışıklı bir çocuktu. Çocuk dediğime bakmayın o zamanlar yaklaşık 200 yaşında tığ gibi bir delikanlıydı. Babasına en çok sahip çıkan, annesini seven Habil olmasına rağmen ağabeyi Kabil ise tam tersi inatçı, yalaka ve kıskanç biriydi. Sırf bu yüzden babasına yaranmak için o da çiftçilikle meşgul olurdu. Babasına ektiği tarlaları, toprağı sürdüğünü, anlatır anlatır bitiremezdi. Hz. Âdem işi bildiği için ve oğluna sözünün geçmeyeceğini de bildiğinden dolayı “aferin” der başından savardı.
Günler geçmiş Kabil evlenmek istemişti. Anne ve babası bu inatçı oğlanı evlendirmek için hazırlıklar yapmıştı. Fakat bir sorun vardı; Kabil ısrarla kendisiyle aynı batında doğan kızı istiyordu. Habil ise bunun yanlış olduğunu, illa evlenecekse başka batından başka bir kızı seçmesini söylemişti. Kabil aynı batın kızı inatla istiyordu. Nuh diyor peygamber demiyordu. O gün aralarında şiddetli bir tartışma çıkmıştı. Habil, bunun böyle olmayacağını en doğrusunun Allah’a kurban verilip kimin kurbanı kabul olursa onun dediği gibi olmasına karar verildi. Nitekim Kabil tarlasından bir tutam buğdayı alıp adak dağına bırakırken, Habil en güzel koçu alıp dağa bıraktı. Allah Habil’in kurbanını kabul etti. Bunun üzerine Kabil sinirlenip küplere bindi, resmen delirdi. Kardeşine “Bittin sen… Seni öldüreceğim. Benden kurtuluşun yok. Senin yüzünden hem Allah ile hem de ailemle aram açıldı. Bunca toprağımı, bunca emeğimi kıskandığın için sen beni çekemedin.” diyerek tehditler savurdu. Allah’a inanan ve Allah’ın takdirine boyun eğmeyi bilen Habil “Canın sağ olsun. Allah en doğrusunu bilir.” diyerek tevekkül etti. Etti ama Kabil onu öyle bir yerde öldürdü ki zavallı Habil genç yaşında ağabeyinin kinine kurban gitti. Kardeşini öldüren Kabil ise ne yapacağını şaşırdı, bin pişman oldu. “Keşke kardeşimi öldürmeseydim, Allah’ın da artık yanında bir değerim kalmadı.” diyerek gözyaşları dökmüş ise de o hırsı uğruna bir kere katil olmuştu. O gün kardeşini toprağa gömdükten sonra geri döndü ve“Ah, kardeşim. Ben nefsime uydum. Keşke şeytana değil de sana uysaydım. Şimdi kara topraklardasın” diyerek gözyaşı döktü. Babasının korkusundan o gece eve gitmedi. Anne ve babası çocuklarını merak etmişler her yerde onları aramaya başlamışlardı ama nafileydi. Gecenin bir yarısında Kabil göz koyduğu kız kardeşinin yanına vardı. Onu alıp kaçacağını söyledi. Diğer kardeşlerinden birine de babalarının merak etmemesi ve peşine düşmemesi için olan biten her şeyi anlattı. Sonra göz koyduğu kızı alıpuzaklara kaçtılar.Kabil gittiği yerlerde kendine bir şehir kurdu. İlk işi mesleği üzerine atılımlar yapmak oldu. Tarımı geliştirdi. Çocukları oldu. Çocuklarının hepsine tarımı, tohumu, bitkileri öğretti. Onlar da babalarından kalan bu mirası daha da geliştirdi. Kimi buğday ekti, kimi ağaç dikti. Günümüze değin gelen toprak aşkının fidanını bu sayede dikmiş oldular.
***
Hikâyemiz cinaslıdır. Kastımız insanoğlunun anası olan toprağın kıymetini aktarmaktır. Hz. Âdem topraktan yaratıldı, Kabil, kardeşini toprağa gömdü, geçimlerini ve yaşamlarını topraktan elde ettiler, toprak sadece vatan değil aynı zamanda hayat da demekti. İlk insanın ilk işi toprağı kullanmak oldu. Vatan denilen belirli toprak sathının bulunduğu bölgeler için milyarlarca can verildi. “Toprağa sahip olan geleceğe de sahip olur” düşüncesiyle savaşlar yapıldı.
Bunca cefa bir avuç için toprak için miydi? Evet… O zamanlar öyle idi. Şimdi ise beton dökmek, tarım arazilerini öldürmek ve geleceği şimdiden para kasalarının içinde saklamak için ele geçirilecek bir hazineye döndü. Toprağını kaybeden bir millet köle olmaya mecburdur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.