8
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
1276
Okunma
’Kapılar aralanıyor hayatımızda, kapılar kapanıyor..
O kapılardan girenlerle, gidenlerle çoğalıyoruz,
eksiliyoruz..Önümüzde açılan kapılardan
geçebildiklerimiz var ve geçemediklerimiz;
kapanıp da yüzümüze geri döndüklerimiz..
Zira pek çok yakın ve özellikle duygusal ilişkilerimiz
gerçek anlamıyla da metaforik olarak da kapılarımızdan
içeri aldığımız, kapılarından geçtiğimiz insanlarla
kuruluyor’..
-Yüreğine sığdırdıklarıyla oluşur herkesin dünyası..
Yüreğine aldığın kadarsındır..
Ne bir eksik ne bir fazla..
İzlediğin dünyadan oluşur duvarların, çatlakların,
sızıntıların..
Yine de yüreğinin götürdüğü yere gitmek,
her zaman bir ayrıcalık tanımaz ..
Yerleşik aşklar yaşadığımız çağa özgü değildi
belki fakat zamanı ve beklentileri suçlamakta
ne kadar doğru olabilir ki?-
.....
Hayallerimizi tıka basa dolduran ’Beklentilerimiz’
içimize doğru yaptığımız derin yolculuklarda
ihtimallerimizi çok daha fazlalaştırmaz mı?..
Şehirlerarası yolculuklara benzer, yorgun kasabalar
alabildiğine derinleşir içimizde..
Yollar boyu yaptığımız keşfimizi de ’beklentilerimize’
dair bir umut, bir işaret gibi düşünürüz..
İçimizde bitmek bilmez otobüs yolculuklarında
kaybolma arzusu taşıyan bir avuç avareysek de biz
ve bazen o yolculuklarda aksi bir kazanın
durduracağı kalbimizin tatlı düşünü kuracak kadar
marazi hayallerimiz de olsa, böylesi bir yolculuk
bedensel bir devinim gerektirmez çoğu zaman..
Kimi durumlarda gerçekle hayal, doğruyla duygu,
yazıyla siyasilik, öykü ile sosyal gerçeklik
neredeyse birbirlerinden ayırt edilemez
bir hale gelir..
Inka Parei, ’Düşler kurgulanır’ derken rüzgarın
denetimimizde olmasına aldırmıyordu..
Bazen hayallerimiz bütün rüzgarlara açıktır..
Yeter ki bunlar makul ve ebedi rüzgarlar olsun..
-Carson Mccullers, eninde sonunda bir şeyleri
bilmekten kaçınılamayacağını, ’Bilmek istemediğim
şeyleri öğrendiğimde hep hasta olurum’ cümlesine
sığdırdığında görünmez pençelerin
yırtıp parçaladığı ruhunu mu anlatıyordu?-
Acı, ölümle geldiği gibi aşkla da gelir bazen..
Yaralanmak, yanmak kabülünüzdür uğrunda,
bitse de, gitse de, ama değer bilmezlikle,
zerre kadar anlaşılmadığınızı görmekle,
hiç hak etmediğiniz suçlamalarla yüz yüze
gelmekle vurulursanız, yalnızca o sese kulak
verdiğinize pişman olmaz mısınız..
Aşık olmak kendi kahramanını yaratmaktır bazen..
Kendi yarattığınız kahramana inanmaktı..
Onu hiç olmadığı gibi görmek, onda var olmayan
değerleri yüklemekti..
O halde ona bu misyonu yükleyen de değil miydi hata..
En sıradan birini, coşkulu, tutkulu ve görmediği
ama kokusunu duyumsadığı güzel bir çiçeğin
sevgisinin nesnesi haline getirdiği için..
Aşk kendini birinde barındırmak mıdır?.
Ancak yine de yaşadığınız duyguyu sezemeyen
dahası önemsemeyen bir ’hayal kahramanı’,
’hayat kahramanı’ yapmamızın suçlusu olmak
hafifletmez cezamızı, aksine, büyük bir sukunetle
ağırlaştırılmış bir müebbete en küçük
direnç göstermezsin..
İnsan nedir ki; Bir özneden geliyoruz yüreği yüklem dolu..
İnsan, giderek eski bir zaman hikayesinde mi
anımsanacak?..
Bir başrol, orta oyuncu figürü olarak mı kalacak yoksa?..
Fütursuz bir çağın önünde, arkasında,
üstünde olmakta yetmiyor, geçmiş bir gölge gibi
önümüzde ilerliyorken kaybedecek hiçbir şeyimiz
olamazdı..
Bu öyle egzotik bir durum ki, beklersin,
köklerin kayaları parçalasın diye,
kolların bütün hayatı kucaklar, bütün çocukları..
Bütün güzel düşlerin ütopyandır çünkü..
Hayallerimizi tıka basa dolduran beklentilerimiz ve
muhtemel olasılıklarımız; Belki de hırçın rüzgarlara
kaptırdık düşlerimizi..
-P Bowles en doğrusunu söylüyordu galiba..
’Ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz için,
hayat hiç bitmeyecekmiş gibi gelir’’ derken..
Siz de onun yaptığı gibi sorun kendinize..
Yaşadığınız, izlediğiniz, yaptığınız şeylerin
kim bilir kaç kez daha tekrarlanabileceğini
hayatanızda-
Zira esrik bir çağda dili geçmiş bir zaman kendi içinde
bir uzama dönüşmeye cesaret edemez..
Gözardı etmemek gereken tutkulardır..
Hayata renk ve estetik katan, onu güzelleştiren..
Aşk katan, kışkırtıcı ve baştan aşağı zerafet dolu..
-Aşk bir siyaset miydi?..
En çokta aşkta ve siyasette rastlanması ihanete
bir tesadüf müydü?..
Bazen aşktı siyaset, bazen de aşk bir iktidar
arayışına dönüşebiliyor-
Herşeye rağmen Segal’in ’Hikayesi’ni duyumsamak;
belki bu çağa özgü değil fakat taşınabilir..
.....
Hayatın Çelişkisinden Kaçmaksa ya Asıl Hatamız?
Yazanlar kadar Okuyanlar da Dahildir Bazı Düşlere..
-Bir aleve sarılmak mümkün mü?.
Bir uçurumun kenarında durup da kolaylıkla
aşağıya bırakmak kendini?..
Mümkün mü insan için arzularını kabullenip
çekinmeden saklamadan, başkalarını umursamadan
onlarla yaşamak?-
Burdan nereye varmak istiyorum peki..
Einstein’in sözleriyle, yok etmenin ’atomu
parçalamaktan daha zor ’ olduğu önyargılarımız
var, gururumuz var, sınıfsal farklardan doğan
çatışmalarımız var, yanlış anlamalarımız var..
Geçmişi unutmak değil, geleceğe ancak değişerek
gidileceğinin, değişmeden zaten bir ’gelecek’
olmayacağının bilinci gerekiyordu insana..
İster entellektüel ister içgüdüsel olsun, insanlar
ve toplumlar bu bilince ulaşıyordu mutlaka, yoksa
’yokoluşa’ doğru gidiyordu..
Değişmek için unutmamak lazımdı..
Unutursanız değişemiyordunuz artık,
aynı şeyi yeniden yaşıyordunuz..
Yokoluşa yakınlaşıyordunuz..
İnsan, içinde bulunduğu durum neyse, onun
tersini istemeye programlanmış gibi..
Fazla kalabalıksa hayatı, yalnızlığı özlüyor ya da
fazla yalnızsa kalabalıkları..
Her bakımdan yaşadığı karmaşaya özleyen gözlerle
bakınıyor..
İnsan, hayatın her alanı için böyle düşünüyor..
Ve tam bu noktada özlemini hissettiği ilk şeye
kavuştuğunda ona ’aidiyet ’ duymak ondan da aynı
hissi beklemek tavrını geliştiriyor..
Sarsılmaz bir istikrarı kurguluyor insan böyle
bir durumda..
Bu kurgu yaşamlarımızın arsası adeta..
Ne bina etsek onun üzerinden yükseliyor..
Hissettiğimiz, düşündüğümüz, yaptığımız,
olduğumuz her şeyde mutlaka onun izlerine rastlanıyor..
Kaçıp kurtulmak istediğimiz, dönüp sığınmak
istediğimiz, aslında ne yaparsak yapalım, nereye
gidersek gidelim, ne olursak olalım hep hücrelerimizde
taşıdığımız kurgularımız..
Öyle bir kurgu ki ruhsal, fiziksel, biyolojik, psikolojik
bütün yapı taşlarımız onun üstüne işlenmiş duruyor..
Belleği ipotek altına alınmış bir çağda;
Geçmişi unutmak değil, geleceğe ancak
değişerek gidileceğinin, değişmeden zaten bir
’gelecek’ olmayacağının bilinci gerekiyordu insana..
En güçlü köklerimiz, en sıkı bağlarımız, en büyük
özlemimiz ’üst düzey sevgi toplumu’ idi..
Tıpkı aşkta olduğu gibi..
İnsanın yitirdiği özüne dönmesi birazda geçmişini
kavrayışındaki o sınırda olduğunu anımsaması
zor olmasa gerek..
Cumartesigüncesi-2019-Haziran..doğan güneş