- 834 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YENİ TEDRİSATA GEÇİŞ SANCILARI(2)
Biraz sohbet ettikten sonra Veysel amca konuyu açtı:
-Gordun Rıdvan dayının bena yaptuğuni?
-Gordum da şaştım, naya ela yapti, ağniyamadım.
-Ola babaaa!.Herkes koyda tutturdi;Kur’an yeni yaziynan ohunmaz diya.O,Arapçadur hayde kabul edah da,habu Mevlut Turçadur,bir da Allah kelamı deguldur,niya ohunmasın ki?
-Valla Emi,o kadar derunluği bilamam.
-Irmaklar Karakoluna gedacam,ağnatacam.Kur’ani, Mevludi yeni yazıyla ohiyamazsağ,ha bu devlet bu yazıyı naya geturdi,naya bu kitapları biza dağıtti? Diya şikyat edecam.
-Emi,sen bena gora haklısın da,bulaşma derim.Na oluuur,na olmaz? Diyerek bir tarafta dayısı; diğer tarafta büyük amcaoğlunun arasının daha fazla açılmasını babam pek istemiyordu.
O gün, gece oturmasına babamın arkadaşları bize gelmeye başladılar. Genelde kış geceleri babamın yaşıtları bizde, daha yaşlılar Molla Ali dedemizin odasında ve biz çocuklar da Nazım amcalarda toplanırdık. O akşam Babamın arkadaşları, köyün ileri gelen iki yaşlı başlı ve üstelik çil çocuk içinde bu şekildeki davranışlarından üzüldüklerini belirtiyorlardı. Durumu sessizce izleyen Rıdvan dayımızın oğlu Ali Rıza ağabey yerinden birden doğruldu:
-Olaaa! Siz işin aslını, astarını bilmiyersiz ki!.Diye seslenince hepimiz merakla Ali Rıza ağabeye odaklandık. Ali Rıza ağabey devamla:
-Dün kadınlar çeşmadan su doldururken Veysel Emi yanlarından geçarken “Yarın Mevludi ben da ohiyacam da, Mevlut nasıl ohunur hele bir gorun!” demiş. Bu soz babama kulağına deginca, kuplara bindi. İşin esasi budur. Yohsa babami hepuz bilirsuz. Dedi. Bunun üzerine Âdem amcanın oğlu muhtar Cemal ağabey:
-Biz da Rıdvan emidan beyla bir şey beklamazduh, ondan uzulduh. Dedi. Ortam normal havasına döndü.
Rıdvan dayımızla bir olay da benimle olmuştu.Zamanını tam hatırlamıyorum. İlkokul iki veya üçüncü sınıfa devam ettiğim bir sıralarda olmalı. Bir gün Rıdvan dayı bize tıraş olmak için gelmişti. Babam usturasını bilerken ben de omuzumda havlu ile leğen-gügüm tutuyordum. Bir ara bana:
-Ola Fevzi, ha şimdi mektepte na ohiyersiz? Nera geldiz? Dedi.Ben de:
-Ohuma, aritmetik dedim. Ama nereye geldiğiniz sorusuna utaçımdan bir cevap veremedim. Bunun üzerine babama:
-Ela bir ohuma getirdular ki,na olduği,naya yaraduğı belli degil. Eski ohumada her cuz,her sure belliydi. Neraya kadar gelmişsaz, oni soylarduh.Mesela “Yasin’e gelduh” derduh. Dedi. Babam sadece gülümsedi, bir şey diyecek durumu yoktu.
Tıraş işi tamamlandıktan sonra annemin getirdiği havlıcanlar içiliyordu. Rıdvan dayımız benden bir kâğıt getirmemi istedi. Kâğıdı götürürken ceketinin iç çepinden ilk defa gördüğüm bir sabit kalemi çıkardı. Kalemi bana vererek adımı yazmamı istedi. Ben de bir kitap üzerine koyarak yazdım. Kalemini geri verirken gösterdim. Tamam diyerek kâğıdı aldı, sonra:
-Bah!. Şimdi ben de eski Türkçesini” yazem, kolayluğuni gozlarınla gor. Dedi. Gerçekten iki eğri çizgi, bir nokta ile işi hallediverdi. Şaşırdım. ”Madem bu kadar kolay niçin köyde birkaç kişi dışında okuryazar yok .”Diye aklımdan geçti, saygımdan ve utancımdan söyleyemedim. Yıllar sonra babası Molla Ali büyük dedemizin kitapları arasında bulunan el yazısı bir sayfalık eski Türkçe metni, ancak Sultan Ahmet Kütüphanesinde bir erbabına okutturabilmiştim. Eskiler askerdeki oğullarının mektuplarını okutmak veya mektup yazdırmak için köy dolaştıklarını anlatılardılar da pek inanmazdım. Çok sonraları kendi başıma geldi.
İlkokul 3.sınıfa geçtiğimiz 1953 yılında öğretmen olarak Ardanuç-Haravul köyünden merhum Hasan Tekin hocamız okulumuza tayin olunmuştu. Bizden önce okula giden Selver Dinçer,Emin Yasal,Rasim Yenigün ve ablam Feyime Durmuş gibi yaşıtlar 4.sınıfa; okul çağına gelmiş Yücel Özkan, Keskün Dinçer, Hatice Pehlevan ve yaşıtları da 1.sınıfa yazıldılar. Bizler 4.sınıflarla öğretmenimiz, birinci sınıfları da ayrı bir salonda da eğitmenimiz Gülpaşa Özkan hocamız okutacaklardı. Bir öğretmenin gelmesiyle, köyümüzde 5.sınıftan mezun olup Cilavuz Öğretmen Okulu sınavlarına girme olanağına kavuşacağımız için seviniyorduk. Ancak yabancı bir öğretmen nezaretinde nasıl okuyacağımızın endişesi içindeydik. Geçen sene gördüğüm; Tütünlü Nahiyesi öğrencilerinin giydiği siyah önlük beyaz yakalı okul kıyafeti çok hoşuma gitmiş, aynı kıyafetle gitme isteğim o sene hüsrana uğramıştı. Öğretmenimiz de bu kıyafeti istemesine rağmen kimse oralı olmadı ve yırtık pırtık günlük kıyafetlerimizle okula devam etmeye başladık. Yalnız 4.sınıf kızları yabancı bir kişinin öğrencisi olmanın sakıncalarını öne sürerek okula gelmiyorlardı. Öğretmenin ikaz ve baskılarına daha fazla dayanamayan babam, Fehime ablamı daha çocuk yaşta evlendirmekle sorunu çözdü!.. Bu olaydan mı neden bilemiyorum diğer kız sınıf arkadaşları başları kapalı olarak bazı günler sınıfta görülmeye başlandılar.
Ertesi sene eğitmenimiz Kapı köyü ilkokuluna tayin edilince 2,4 ve 5 sınıflar aynı dershanede öğrenim görmeye başladık. Şimdiye kadar hiç duymadığımız Tarih, coğrafya, matematik konularını işliyor ve çok şeyler öğrenmenin gururunu yaşıyorduk. Öğretmenin tarifi özerine sınıfın iki duvarını aşan uzunlukta kâğıttan bir “Tarih Şeridi” yapmıştık. Tarih dersinde okuduğumuz devletlerin; kuruluşunu savaşlarını, krallarını, kültürü ve yıkılış durumlarını bu şerit üzerine yazmıştık. Ayrıca matematik dersinin silindir, küre, prizma, koni, küp gibi geometrik şekillerin ahşaptan birer örneğini yapıp renge renk boyayarak sınıfın bir köşesine dizmiştik. Tarih olayları ve geometrik şekiller gözümüzün önünde olduğu gibi belleğimize de kazınmış oluyordu.
Ayrıca okulun bostanında da tarım derslerini görüyorduk. Toprağın işlenmesi, tohumların ekilmesi ve sulama usullerini bizzat yaparak öğreniyorduk.
Biz öğrenciler bu şekilde öğrenime devam ederken köyde okuma –yazma bilmeyen kişileri de okula davet ediliyordu. Erkek ve kadınlar ayrı günlerde okula gelirlerdi. Bizlerin paydosundan sonra sınıfa giren erkeklerin sınıfta sigara içmelerini yadırgardık. Hanımlar ise yol boyu çorap örmeleri veya yün eğirerek bizlerin alaylı bakışları arasında ilerlemeleri bizlere çok ilginç gelirdi. Öğretmenimizin bu çabalarına rağmen okuma-yazmayı öğrenebilmiş birini hatırlamıyorum. Büyüklerimize niye okumayı benimsemiyorsunuz diye sorduğumuzda:
-Amaan, bu yaştan soğra ohuyup ta katip mi olacuh, derlerdi.
Dördüncü sınıfa devam ettiğim bir gün, evimizin önündeki İlyas Pehlevan amcaların karapanından Casım Yenigün’ün heyecanla beni çağırdığını duydum. Balkona çıktığımda telaşlı bir sesle:
-Ola,Babam seni çağırıyer,çabuh gel,dedi.Nazım amca beni niçin çağırsın ki telaşı ile merdivenlerden inerek eve doğru yürürken Casım’a:
-Heyirdir ola,naya çağırıyer.
-Bir hesap işi var da. Buni yapsa yapsa Fevzi yapar dedim da ondan.Sen da yuzimi kara çıharma ha!..
Hesap işi deyince içim rahatladı. Eve girince Kazım ağabey ile Rasim mosmor olmuş sessizce oturuyorlardı. Nazım amca da öfke içinde oğullarına verip veriştiriyordu. Yanına yaklaşarak:
-Emi, beni çağırmışsın, heyurdur? Dedim. Odanın duvarına dayalı iki dolu çuvalı işaret ederek:
-Aho,çuvalların birinda 2 put,otekında 3 put kabah çekirdigi vardur.Birini bir koydan 25 liraya, otekini da başha koydan 35 liraya aldım.Yarın Ardanuç’a/Kala’ya goturacam.Tuccar “kilosu kaç liradur ?” Deduği zaman na diyem ki atli iki yovmiyem çıhsın?
Casım’ın getirdiği deftere sorunun özetini yazıp atlı bir yevmiyenin 5 lira olduğunu öğrendikten sonra hesabı kısa sürede çözdüm. Nasıl çözdüğümü anlatmaya başladım:
-Emi, çekirdege 60 lira vermişsin,10 lira da iki yevmiye, edar masrafın 70 lira . Çekirdekların hepisi 5 put,bir put 16 kilo olduğuna gora tomarisi 80 kilo olur.70 lira da 7000 kuruştur. Buni 80 kiloya bolarsah 87.5 kuruş olur. Kilosuni 87,5 kuruşa satarsan yevmiyen çıhar, daha fazlaya, mesala kilosunu 90 kuruşa satarsan 2 lira da kazancın olur. Dedim. Nazım amcanın öfkesi geçti. Memnun oldu. İfaket yengeye seslendi:
-Hanııım, biza iki havlıcan kaynat da habu kafasuzlar da koduh atsınlar. Dedi. İfaket yenge havlıcanları hazırlarken ben de:
Emi, sen ela diyersin hama,siz da geçanlarda hep beraber tahta biçiyerdiz.Ben da oni yapamam. Kazım ağabeyi/dadayı bilmam hama bir da Rasim, sınıfta ağaçtan silindir,koni,küre ,küp gibi geometri şekillerini yapti,boyadi,sınıfta duriyerlar.Ben da onlari yapamam, deyince Nazım amca:
-Nayın kupini yapiyer,turşi kupiiii? Diye Rasim’e bakınca:
-Yoh,yoh.Ha beyla her tarafi bir, ağaçtan dort koşa geometri dersinda bir şekil dedi.
Yurtta devrimler yapılalı 30 seneye yakın zaman geçmesine rağmen köylerde eski ölçüler hala kullanılıyordu. Bunlardan bir tanesi de takvimdi.
DEVAMI VAR