- 457 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Korkularımızı azaltmanın bir yolu var mı?
İnsana en büyük zulüm vehminden geliyor. Evet. Kesinlikle böyle. Olanlar değil bizi korkutan. Olacaklar. Olabilecekler. Oldukları anda zaten bir şahitlik olarak geçmişte kalıyorlar. İnsan gelecekten korkar. Geçmişten korkamaz. "Beni daha önce köpek ısırmıştı!" diye korkanı görmedim ben. Ama "Ya köpek ısırırsa?" diye korkanımız çoktur. Geçmiş ancak ’bir gün tekrar gelecek olabilmesiyle’ korkutur. Bu nedenle, zannımca, âdemoğlunun ’olabileceklere dair kurdukları dışında’ çektiği bu tarz bir sancı da yoktur.
Nitekim, benzer şekilde, gelecekten de pişmanlık duyulamaz. Madem ki gelmemiştir. Yaşanmamıştır. Tadılmamıştır. Onun da pişmanlığını hissedemezsiniz. Yani yaşanmamışlığın pişmanlığı olmaz. Çünkü değişebilir. Geçmiştense korkulmaz. Çünkü değişmez. Demek bazı hislerin de ait oldukları zaman tasavvurları var. O tasavvurları kırabilirsek kem tesirlerini de kırabiliriz. Hop! Peki bunu nasıl başaracağız?
el-Cevap: Geleceği ’sınırlandırarak’ geçmişi ise ’değişmezliğinden kurtararak.’ Geleceğin korkutucu yanı olabileceklere bir sınır tayin edemememizden kaynaklanıyor kanaatimce. Nasıl? Misallendirelim: Yarın sınava gireceğim. Bundan neden korkuyorum? Çünkü neler olabileceğinden emin değilim. Dersimi tastamam çalışmadım. Ne sorulur kestiremiyorum. Notum kaç gelir bilemiyorum. Peki ya hiç ders çalışmasaydım? Bence hiç ders çalışmayan kişinin sınav korkusu yeterince çalışmadığını düşünene göre daha azdır. Çünkü neticeye dair bir sınırlandırmaya sahiptir. Alacağı, daha doğrusu alamayacağı, not bellidir. Nitekim daha önce iğne olmuş bir çocuğun korkusunun da hiç olmamışa göre gerilerde kaldığını söyleyebiliriz. Hiç korkmaz demiyorum. Zira olabilecek yine de bir olabilecektir. Ve her yaratılış kendine has orijinallikler içerir. Buna göre de korkutur. Fakat az olduğundan eminim. Hatta tecrübe sayısı arttıkça korku daha da azalır. Sıradışı fobikler bahsimizden hariçtir.
İşte bu nedenle korkuları azaltmanın en iyi yolu kaynağını ’sınır sahibi’ yapmaktır. Tren ve çocuk örneğinde olduğu gibi. Trene dair bir marifet sahibi olursak raylara yaklaşmadığımız sürece zarar görmeyeceğimizi kestirebiliriz. Rayların bir metre gerisinde bile güvenle oturabiliriz. Ama ömründe hiç tren görmemiş bir insan, velev Zaloğlu Rüstem de olsa, trenin gelişini görünce kaçacaktır. (O ne heybetli bir geliştir öyle!) Çünkü eyleyebileceklerini kestiremeyecektir. Sınırlayamayacaktır. Endişelenecektir. Cehaleti vehmine kuvvet verecektir. Tam da bu nedenle işte, marifetullah, insanın kalbindeki telaşları azaltır, engeller veya dengeler.
Ardındaki eli tanımadığınız bir bıçaktan elbette korkarsınız. Çünkü onu tanımamak aynı zamanda bıçağın yapabileceklerini de sınırlayamamaktır. Ama ya o bıçağın arkasındaki el babanızın olsa? O zaman korkunuz kalır mı? Elbette kalmaz. İşte aynen böyle de, kainatın sahibine dair sahip olacağınız marifet, yani onu tanımak, eyleyebileceklerinin sınırlarını bilmekle olabileceklere dair korkularınıza merhem sürer.
Fakat burada ’eyleyebileceklerinin sınırı’ dedim. Korktum. Yanlış anlaşılmaya mahal vermeyelim. Biz bunu demekle Cenab-ı Hakkın kudretine, hâşâ, sınır çizmiyoruz. "Rahmetim gazabımı aştı!" buyurmasındaki hikmete sığınarak şan-ı uluhiyetinin, yaratış ve eyleyiş ahlakının, isimlerinin-sıfatlarının-şe’nlerinin fiilerine çektiği sınırdan bahsediyoruz. Cenab-ı Hak elbette herşeye gücü yetendir. Ama aynı zamanda kendi kemaline yakışanı eyleyendir. Kur’an’da der mesela: Allah zulmedici değildir. Hem abes iş yapan da değildir. Hem unutan da değildir. Hem cahil kalan da değildir. Hem...
İmanın cesaretin kaynağı olması da bence buradan başlar. Çünkü olabilecekleri, olabileceklerin sahibine dair bir bilgiyle, sınırlar. Bir ateist, vahlar olsun ona, bu bilgiye sahip değildir. Gaflette olmadığı her halde, herhalde, yüreği güvercin yüreği gibi tedirgindir. Her neyse... Evet, tamam, burada çok oyalandık. Hemen pişmanlığa da geçelim.
Pişmanlığın da kaynağının ’değişmezlik sanrısı’ olduğunu söylemiştik. Bence İslam’da bunun da birçok tedavisi var. Nasıl? 1) Tevbe. Yani olanların silinebilmesi. Allah’ın affediciliğini bilmektir kaynağı. 2) Kur’an’da zikredilen ’kötülüklerin iyiliklere çevrilebilmesi’ müjdesi. Allah’ın cömertliğini bilmektir kaynağı. 3) Yaşanan hataların en nihayetinde kader programının bir parçası olduğunu bilmekle teselli olma. Allah’ın hikmetini bilmektir kaynağı. 4) Tekrar onlara dönmemekte gösterilen sebatla kötü tecrübeyi kâra çevirme. Allah’ın ilmini bilmektir kaynağı. 5) Pişmanlıklarının insana aslını öğretmesi. Yani aczini, fakrını, sınırlarını ve ’düşebilirliğini’ hatırlatması. Allah’ın Fatır olduğunu bilmektir kaynağı. 6) Cennette, inşaallah gidebilirsek, onları hatırlayıp "Nelere üzülmüştüm yahu!" diye iç geçireceğimiz zamanlara erişebilme ümidi. Allah’ın rahimiyetini bilmektir kaynağı. 7)... Neyse uzatmayalım. Mevzuyu anladınız. Yani özetle, iman, geleceği sınırlandırırken geçmişe karşı da değişebilirlik kapısı açar. Bu açış sayesinde insan arabayı, yolda yaptığı türlü kazalara rağmen, toparlayabileceği tesellisi kazanır. Pişmanlığı bitmese de azalır. Zaten bitmesi iyi değildir. Zayıflığını hatırlatır.
Arkadaşım, bana öyle geliyor ki böyle başka hisler için de aynı tefekkürü edebiliriz, düşünebiliriz. Ben ikisinden bahsettim. Sen daha çoğunu bulabilirsin. Zaten hangi sarsıcı hissimize el atsan imanın bir toparlayıcılığını bulursun. Yani akıl sağlığımızın korunmasında da imanın payı büyüktür. Delirmiyorsak biraz da imanımız sayesinde. Tabii görebilene. Yoksa köre ne? İşte bu yazıyı da bu hikmetli klişeyle bitirmiş olduk.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.