- 866 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şizofrenik Hikayeler Serisi ( SOKAKTA BİR GECE)
Kış mevsiminin tam ortası. Ocak ile şubat aylarının birleştiği bu gece, Süleyman’ı koynunda ağırlayacak. Ve bu gece hem çok soğuk, hem de çok uzun olacak. Süleyman’ın üzerinde eski paltosu, bir-iki düğmesi eksik ve cepleri bomboş. Bari iki simit alacak kadar para olaydı iyiydi ama yoktu.
Saat beş; hava tamamen karardı, sokak lambaları yansı ve Süleyman için macera başladı
İşçiler, memurlar, öğrenciler, öğretmenler, gençler ve diğerleri. Hemen hemen herkes bir an önce evine gitmenin derdine düşmüş, sokaklar ve dükkanlar kalabalıklaşmıştı.
Süleyman kaldırımda ki banka oturmuş, koşturmaca halindeki insanlara bakıyordu. Baktığı insanların ya birbirine çok benzeyen, ya da birbirinden çok farklı hikayeleri vardı.
Ve bir çoğunun hikayesi, yüzlerinden, duruşlarından ve telaşlarından anlaşılıyordu.
Süleyman, kendi hikayesi gözden geçirdi. Bir kaç hayal kırıklıkları dışında çok ta kötü sayılmazdı aslında.
Saat altı olmuş. Bir saattir oturduğu banktan zor kalkabildi Süleyman. Soğuk iliklerine işlemişti sanki.. Biraz dolaşmalıyım dedi kendi kendine. Biraz dolaşırsam ısınırım diye düşündü.
Sokak ve caddelerde ki koşturmaca azalarak devam ediyordu. Bugün cumartesiydi. Yarın pazar. Bu da tatil demekti. Galiba insanların bunca alışverişleri bu yüzdendi.
Küçük bir çocuk ilişti Süleyman’ın gözüne; yedi veya sekiz yaşlarında sevimli bir çocuk, elinden tutmuş babasını çekiştiriyordu. İşaret ettiği yere bakılırsa yeşil paketli cips istiyordu. Çocukluğu geldi aklına. Kendisi de çok severdi o yeşil paketli cipsleri. Her isteyişinde alırdı babası. Hiç itiraz etmezdi. Çünkü babası o’nu çok severdi. Dolaşmaya devam ediyordu Süleyman. Dolaştıkça hem ısınıyor, hem hayallere dalıp geçmişine dönüyordu. Ama karnı çok açtı. Yiyecek bir şeyler bulmalıydı, ama nasıl olacaktı.
Saat yediye gelmişti. Kaldırımın kenarından yürürken, yanından son ses müzikle şehir turu yapan bir araba geçti. Gördüğü kadarıyla dört kişiydiler arabadakiler. Gençlerdi ve galiba biraz alkollüydüler. Ve gençliğini sorgulamanı tam vaktiydi Süleyman için. Düşündü; ufak tefek hatalar yapmış olsa da sakin bir gençlik geçirdiği kanısına vardı. Yaşıtlarına pek ayak uydurmamış, hedefleri doğrultusunda çalışıp çabalamıştı.
Şimdi otuz altı yaşında olan Süleyman, o çabalarının karşılığını ne kadar aldı bunu zaman gösterecek. Zaman demişken, bir türlü geçmek bilmiyordu bu gece. Yeniden açlığını hissetti. Bu sokağa hiç girmemeliydi oysa. Çünkü bu sokak cafe ve lokantalarıyla anılır şehirde. Sokak için sakin bir akşam gibi görünüyordu.
Başından sonuna kadar üçüncü turu atmıştı Süleyman. Sokakta ne kadar dükkan varsa hepsini incelemiş ve aklına bir lokantada yemek isteme fikri belirmişti.
Girdiği dördüncü lokantadan da eli boş, karnı aç şekilde çıktı. Tepkiler hep aynıydı. Biz bilmem ne kadar kira veriyoruz, aç mı doyuracağız, ortalık dilenci dolu gibisinden aşağılayıcı sözler işitmesi de cabası.
Artık bu sokaktan çıkmaya karar vermişti ki, önünden geçtiği kafe’nin camından tıklama sesini duydu. Dönüp baktığında hiç tanımadığı bir adam el sallayarak içeri geliyordu. Etrafına bakındı, önce emin olamadı ama dışarıda başka da kimse yoktu. İçeri girdi adamın masasına doğru ilerlerken garson yanına geldi. Yine dilenci muamelesi görecekti ama masada ki seslenmesiyle garson geri çekildi. Mahcup bir edayla oturdu adamın yanına. Adam gördüm dedi. Galiba gidecek bir yerin yok ve açsın. Ben simitçiyim, bugün işler iyi değildi, epey simit’im arttı bir de çay söyleyeyim. Doyurmaz belki ama yinede idare eder dedi.
Ben tanımıyorum seni dedi adam Süleyman’a bakarak, oysa yıllardı bu şehirde simitçilik yapıyorum. Buralı olsan kesin bir göz aşinalığım olurdu, ama ben seni daha önce hiç görmedim, anlat bakalım hikayeni, tabii bir mahzuru yoksa, hem çay içip ısınırsın hem biraz vakit harcarız. Süleyman çayını hızlıca yudumlarken bunu daha sonra konuşsak diyebildi. Adam, daha sonra derken? dedi. Bu ikramının bir karşılığı olmalı. Üniversite yıllarında ki bir arkadaşından bahsetti adama. Tam yeri ve zamanıydı.
Üniversite de öğrenci olmasına rağmen, rastladığı her yoksula şefkat gösterir, para veremem ama karnını doyura bilirim derdi ve dediği gibi de yapardı. Böylelikle hem sahte dilencilere yanılmamış olur hemde gerçek ihtiyaç sahine faydası dokunurdu. Zaten bu yalanda dilenenler yüzünden kimseye inanılmaz olmamış mıydı. Uzun zamandır görüşemedik dedi Süleyman, kim bilir şimdi ne yapıyordur. Adam, gayet mütevazi bir tavırla dinledi Süleyman’ın anlattıklarını, ara sıra kafa hareketleriyle de destekledi. Ve muhabbetin sonuna gelindi. Çıktılar kafe’den. Şimdi ne yapacaksın sorusunu sormamak için kendiyle mücadele ediyordu adam. Bunu anladı Süleyman, her şey için teşekkür ederim dedi adama, yakında tekrar görüşürüz diyerek yönünü çevirdi. Vicdanını rahatlatmak isteyen adam, tekrar geri dönerek yetişti Süleyman’a, omzuna dokunarak "evim kalaba, eğer müsait olsaydı inan" cümleyi bitiremeden Süleyman araya girerek ben başımın çaresine bakarım, tekrar teşekkür ederim diyerek a damı rahatlattı.
Bir sokak lambasının altında durdu, kafasını yukarıya doğru kaldırdığında korktuğu başına gelmiş kar yağmaya başlamıştı. Zemin katlı bir evin önünden geçerken yola bakan cama doğru istem dışı bakmış oldu. Penceresi hafiften aralık ve sadece tül ile kapatılmış bu bölüm belli ki evin mutfağıydı ve kavrulmuş kestane kokusu ne de güzel geliyordu burnuna.
Şimdi de annesi düştü aklına. Bir zamanlar mutlu bir ailesi vardı Süleyman’ın. O zamanlar her mevsim ayrı güzeldi onlar için. Kısa bir hayal molasından sonra hemen uzaklaştı o evin önünden. Kar yağışı iyice hızlanmış yerler beyazlamaya başlamıştı. Artık caddelerde çok az insan dolaşıyordu. Kar yağması o kadar da güzel bir şey değilmiş dedi kendi kendine. Bazı insanlara huzur veren bazı olaylar başka insanlara acı ve hüzün verebiliyormuş.
Saat dokuz oldu, kar yağışının hızlanmasıyla mutlu insanlar tekrar evlerinden dışarıya çıkmaya başladılar. Bu sene bir hayli geç geldi kış aslında. Her sene olduğu gibi sanki ilk defa kar görüyormuşçasına anlamsız bir sevinç çığlıkları yankılanıyor sokaklarda
Süleyman kendi acınası haline bakmaksızın diğer insanları düşünmeye başladı. Yakacak alamayanlar, bu havada çalışmak zorunda olanlar, ya sokaklar da yaşayanlar.
Saat on olmuş ve yorgunluk iyice vurmuştu Süleyman’a. Karnını iyi kötü doyurmuştu, şimdi sıra geceyi bitirecek kapalı bir alan bulmaktaydı. Ara sokaklarda tenha yerlere bakınmaya başladı.
Yol kenarına park etmiş halde duran bir arabadan gelen şarkı sesi birden irkilmesine neden oldu süleymanın. Çok tanıdıktı çalan şarkı ve arabanın içinde sevgili oldukları her hallerinden belli olan genç bir çift vardı. Onlara görünmeden şarkıya daldı. Bu şarkıyı dinlemeliydi, çünkü bu şarkı hayatının geri kalanını paylaşmayı düşündüğü nazlı ile ikisinin aşk şarkısıydı.
"Yolumu bulamam..
Sen olmayınca yanımda.
Kalsan hep
Hep yanımda olsan
Gitmesen
Dursan
Öylece baksan bana
Söz versen
Sözünden hiç dönmesen
Ömrün boyunca
Hep beni sevsen"
Ne şarkıydı ama, her bir araya gelişlerinde beraber dinlerlerdi bu şarkıyı ve birbirlerine defalarca söz verirlerdi. Ah nazlı ah. Ve şarkı bitimi düşlerde biter ve gecenin gerçekliğiyle yeniden baş başa kalır. Şu an Süleyman için tek bir gerçek vardır. Yarı aç bir halde sokaklardadır. Hava feci soğuk, üstüne lapa lapa kar yağmaktadır ve acil geceyi geçirebilecek bir yer bulmalıdır.
Saat on bir, gece yarısına bir kalmış. Süleyman arayışlarına devam etmektedir. Ayakları ıslak, vücudu titremektedir. Bu geceyi sağ salim geçirebilecek midir kendisi de şüphelidir. Küçük bir bahçe içerisinde eski ahşap bir müstakil evin önünden geçerken sesler duyar. Işıkları yanmayan bu evde bu sesler acaba ne olabilir. Aile yaşamadığı kesin gibi görünmekle beraber, değişik tahminler yürütmektedir. Gitmeye cesaret edemez önce. Ve yoğun kar yağışı altında yürüyüşüne devam eder
Artık başka bir çaresi kalmayan Süleyman bir saatlik dolaşmadan sonra kenar sokakta ki o ıssız evin önüne tekrar gelir. Bahçesinden içeri girdiğinde o sesleri yine işitmişti. Birileri vardı bu evde, galiba gidecek başka yerleri olmayan birileriydi. Tehlikeli olur mu acaba diye düşünecek kadar ne vakti ne de takati kalmamıştı. Evin kapısına kadar yanaştı ve daha net duyabilmek için kapıya kulağını yasladı. Artık emindi içeridekilerin kim olduklarından. Biraz tedirgin bir şekilde kapıyı tıklattı. Korkmamaya çalışıyordu, ama korkuyordu aslında. Kapı açıldığında ellerinde sopa ve kesici aletleri olan üç kişi belirdi karşısına. Hiç bir şey sormadılar Süleyman’a. Sormaya gerek bile duymadılar. Üstü başı kar kaplanmış bu adamın durumu yüz metreden anlaşılıyordu zaten. Girdi içeri Süleyman. Ürkek ceylan gibi etrafını süzmeye başladı. Sesi duyan diğerleri de toplandılar bir araya. Tam on yedi kişiydiler. Hepside birbirinden sefil bir haldeydiler. Daha önce geniş oturma odasıymış hissi veren bu odada soba yanıyordu. Her yanı ahşap olmasına rağmen oda sıcaklığı ekmek fırını kıvamındaydı. Ya da Süleyman’a öyle geliyordu.
Büyük bardakta çay doldurdu birisi. Çaydanlık sobanın üzerinde kaynıyordu. Yedi saatlik çileden sonra bu ne güzel bir manzaraydı. Başka birisi aç mısın diye sordu Süleyman’a. Açım diyemeden bir ötekisi yayarım ekmek uzattı poşet içinde kalmış birkaç zeytinle beraber. Kimse, kim olduğu hakkında sorgu sual etmedi. Kimsenin sokakta kalmış birini dinleyebilecek kadar azmi yoktu. Kendi yaralarını deşmek niyetinde değildiler. Süleyman’ın korkusu dağılmıştı biraz ama içinde hala bir kuşku vardı. Bazıları çoktan yatıp uyumuştu ve saat gece yarısını gösteriyordu. Uykun varsa, şu minderlerin üzerine uzana bilirsin dedi evin reisi gibi görünen uzun boylu genç. Eski gardırobun içinden iki battaniye çıkarıp uzattı Süleyman’a. Yatacak yerimiz kısıtlı olsa da en azından epeyce battaniyemiz var diye fısıldadı. Süleyman konuşmamaya özen gösteriyordu. Ne kadar çok konuşursam mevzu o kadar uzar diye düşündü.
Herkes uyumuştu. Süleyman uzandı minderlerin üzerine, battaniyelere dolandı ve birşey olsaydı şu ana kadar olurdu fikriyle kendini rahatlatarak derin bir uykuya daldı.
Gözlerini açtığında sabahın dokuzuydu. Herkes uyanmış, sahip oldukları yiyeceklerle kahvaltı yapıyorlardı. Süleyman yorgunluğunun bir kısmını üzerinden atmışcasına kalktı ayağa. Camdan dışarıya baktı sessizce bir süre. Her yer bembeyazdı. Kar hiç durmadan yağmıştı gece. Ve döndü geriye, herkes ona bakıyordu. Bitti dedi Süleyman. Gece bitti. Kimse Süleyman’ın ne demek istediğini anlamamıştı. Onlar için biten hiçbir şey yoktu. Yine gece olacak. Yine kar yağacak. Ve çileleri hiç son bulmayacaktı.
Meraklı bakışlar arasında çıktı evden Süleyman. Yine kimse bir şey sormadı. Yürüdü uzunca bir zaman ve lüks bir apartmanın önünde durdu. Kafasını kaldırıp en üstteki daireye baktı. Tam zile basmak üzereyken aniden açıldı apartmanın kapısı. Karşısında ki adam kapıcıydı. Süleyman’ı bu halde gören kapıcı hayretler içinde kaldı. Süleyman bey bu ne hal diyebildi gayet saygın bir duruşla.
Sorma Ahmet abi dedi hiç sorma, sen ekmeği kap gel beraber kahvaltı yapalım anlatacak çok şeyim var dedi kapıcıya. Süleyman bey dairesine çıktığında önce çay suyu koydu ocağa. Hemen ardından sıcak duş anca eritir buzları mı dedi yine kendi kendine. O arada kapıcı içeriye girmiş kahvaltı masasını hazırlıyordu. Telefonu eline aldı Süleyman bey ve başladı aramalara. Önce annesini aradı sevgi sözcüklerinden bir demet sundu annesine, babasına da çok çok selam etti özlemle. Sonra nazlıyı arayarak hasret giderdi telefonda. Müzikçalarda yine o şarkı vardı. Kocaman bir aşkın içinde kayboldum diyordu şarkıcı. Ve en son uzun zamandır görüşemedim dediği üniversiteden arkadaşı ozanı arayarak, ihmal ettiği için özür diledi. Ee ne de olsa koskoca kaymakam oldun beni arar mısın sen diyerek espiriyle karışık serzenişte bulundu kadim dost ozan. Üç ay önce tayini çıkmıştı bu şehre. Değişik bir deneyim yaşamak için bir geceyi beş parasız dışarıda kalmayı kafasına koymuş ve en sonunda da yapmıştı. Belediye ve şehrin ileri gelenlerinin de verdiği destekle evsizler için barınma evinin atılımı yaptı önce. Sonra da o ahşap evdeki on yedi gencin istihdamına katkı sağladı. Simitçi ile de çok iyi dost oldular.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.