- 496 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yusuf aleyhisselam iddaa oynamaz
Hatırlarsanız, kadere dair başka bir yazımda, inkârının sadece kendisini inkâr etmekten ibaret kalamayacağını, çünkü onun akaidin kulbu mesabesinde olduğunu, ona kastedenin aslında bütün akaide kastettiğini konuşmuştuk. Karine olarak da Meyve Risalesi’nden bir alıntı yapmıştık. Bir kısmını tekrar alıntılayayım:
"İman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdânî hakikattir ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzî kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki, kabil-i inkısam olmazlar. Çünkü, herbir rükn-ü imanî, kendini ispat eden hüccetleriyle, sair erkân-ı imaniyeyi ispat eder. Herbiri herbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i âzam olur. Öyle ise, bütün erkânı bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakikat nazarında birtek rüknü, belki bir hakikati iptal edip inkâr edemez."
İşte biraz da bu metinden hareketle iddia etmiştim ki: Kader inkârcılarının arızaları birtek kader meselesinden ibaret değildir. Kalamaz! En başta gözlerimizin nuru tevhid akidesi ve kalplerimizin sevinci Allah tasavvurumuz olmak üzere, ister-istemez, bütün erkân-ı imaniyede ayarları bozuktur onların. Yani bu arızanın öncesinde de bir dizi sıkıntıları vardır iman noktasında. Buradaki sapkınlıkları aslında bir sonuçtur.
Mevzuun Allah tasavvuru, yaratılış ve tevhide bakan kısımlarını önceki yazılarda yeterince konuştuğumuzu düşündüğümden, bu yazıda doğrudan ’ahirete iman-kadere iman’ arasındaki bağlantıya ve her ikisinde birden akidevî bir sorun yaşamadan birisinde salt böylesi bir sorun yaşanmayacağına dair izaha girişeceğim. Tevfik ise Allah’tan.
Öncelikle: Ahirete iman nedir? Bunu biraz konuşalım. Bismillah: Ahirete iman, en özet ifadesiyle, Allah tarafından ’öyle olacağına inanmakla sorumlu tutulduğumuz’ bir yarındır. Bugünün gaybı olan, yani beş duyu organıyla bilinemeyen, fakat doğru bir Allah marifetiyle delil okumasını yapabildiğimiz bir yarın bilgisidir ahiret bizler için.
Peki, kader inkârcılarının iddia ettiği gibi, Allah yarın ne olacağını (hâşâ) bilmiyorsa, yani fiiler/iradeler sonucu ortaya çıkacak işler ilminde/takdirinde değilse, hükmü zamanın kaydından kurtulamıyorsa, o halde nasıl kendisinin dahi varlığından emin olamayacağı bir ahirete kesin bir şekilde inanmakla mü’minleri sorumlu tutabilmektedir? Öyle ya, Allah da gelecekte ne olacağını (hâşâ) bilmezken, böyle itikadî bir riski neden kullarına aldırmıştır? Ya ahiret diye birşey hiç olmazsa? Ya cennette/cehennemde öyle şeyler yaratılmaz veya yaşanmazsa? Kader inkârcılarının sarhoş akıllarının peşinden gidersek ahirete iman ancak Allah’ın (hâşâ) tahminine iman olur. Demek ki, Allah, ne olacağını bilmediği bir geleceğe dair "Şöyle yaparım!" diye tahminde bulunmuş ve bu tahmine bizim de iman etmemizi istemiştir. Ahirete iman, kader inkârcılarına göre, en fazla budur. Kaderdeki kesinliği yalanlamaları onları bu sonuca sürükler.
Sorunu ’ahiret Allah’ın vaadi’ diyerek de çözemezler. Zira Allah’ın vaadi dedikleri şey, eğer bu dünyada insanın iradesi sonucu oluşan fiileri Allah’ın zaman ötesinden bilmemesini kastediyorsa, o halde Kur’an’da geçen cennet/cehennem hayatının tafsiline dair sahneler, mahşer günü yaşanacakların tasvirleri, bunlar nasıl Allah tarafından bilinmektedir? Ebu Leheb’in iman ile gidip-gitmeyeceğini bilmeyen bir ilah ezelî kelamında onu nasıl cehennemlikler arasında saymaktadır? ’Gelecek senaryosu’ mudur Tebbet sûresi? Ya denildiği gibi çıkmazsa? Ya Ebu Leheb ölmeden iman ederse? Cenab-ı Hak onu yine de "Vaadim öyle!" diyerek cehenneme mi atacaktır?
İşte bu kadar incelikli bir bilişi ’ilimle’ değil ’vaadle’ açıklamaya çalışanların balonu bu dünyadaki inkârlarının ahirette Cebriye çizgisinde bir imana dönüşmesiyle patlar. Mutezile burada Cebriye ile buluşur. Allah’ın vaadi, nasıl olacağı bilinmeyecek bir gelecekteki bütün teferruatı ’seçimlere bir alan bırakmayacak kadar’ kapsıyorsa, o halde hür iradeler nerede kalacaktır? Tebbet sûresi nazil olduktan sonra Ebu Leheb iman etse de etmese de cehennemlik midir? Yoksa zaten zaman üstü bir biliş sahibi Alîm-i Hakîm tarafından öyle olacağı bilinerek bu hakikat ümmete haber verilmiş midir? İkincisine iman etmek mantığın da gereği değil midir?
Hızlı gidelim. Kur’an’dan bahsetmişken ’kitaplara iman’ rüknü ile kaderin inkârının ne kadar uyuştuğuna bakalım. Kur’an bize, yukarıda da bir parça altını çizdiğimiz gibi, çok teferruatlı bir şekilde ahiretten bahsediyor. Hatta ehl-i cennetin/cehennemin ahvaline dair tariflerde bulunuyor. Bırakalım ahirete dair bu kadar teferruatı ve vurgulu metinleri, gaybî ihbarlar nev’inden birçok şey var Kur’an’da. Rum sûresindeki ihbar-ı gaybdan tuttun, ta peygamber kıssalarında yeralan delillere, ta Tebbet sûresine kadar...
Kur’an bize öyle bir Allah’tan haber veriyor ki: O Allah geleceğe dair birçok şeyi vahyin nüzulü anında haber veriyor. Eğer Allah kader inkârcılarının savunduğu gibi ’geleceği bilmiyorsa’ bütün bunları (hâşâ) tahmin mi etmiş oluyor? Kur’an-ı Hakîm, sandığımız gibi bir hikmet kitabı gibi değil de, (hâşâ) bir tahmin kitabına mı dönüşüyor? Allah ihbar-ı gayb türünden birçok şeyi tahmin-i gayb olarak mı Kur’an’da zikrediyor? Oturup kalkıp hayretle sormak lazım kader inkârcılarına: Acaba kafaları nasıl bir Kur’an’a inanıyor? Oradaki gaybî bilgileri ne olarak görüyor?
Kur’an’ı anarken peygamber kıssalarına da dokunduk. Şimdi de yüzümüzü ’peygamberlere iman’ rüknüne dönelim o vakit. Bırakınız ihbar-ı gayb türünden hadis-i şerifleri, ki kader inkârcılarının hadis inkârcılığına da yatkın olması bu anlamda şaşırtmaz bizi, Kur’an’da geçen peygamber kıssaları ve orada aktarılanlar bile nübüvvetin Allah’ın herşeyi bilen oluşuna bir delildir. Misal: Yusuf aleyhisselam rüya tabiri yaparak insanların başlarına gelecekleri nasıl bilebilmektedir? Hâşâ, geçmişi ve geleceği ezelî bir bilişle bilen Allah’ın peygamberi olmasa ve bildirilmese gayb kendisine, nasıl böylesi okumalar yapabilecektir? Hâşâ, kader inkârcılarına göre, Yusuf aleyhisselam tabirlerinde iddaa kuponu mu doldurmuştur da hep tutturmuştur? Nasıl bir nübüvvet inancıdır kader inkârcılarınınki? Yusuf aleyhisselamı falcıya dönüştürmek değil midir bu inkârın neticesi?
Kur’an’daki delillerini de kenara bırakalım hadi. Nübüvvetin kendisi bile bir ’geleceği biliş’ içermez mi? Sahabilerin ahvalinin Tevrat’ta ve İncil’de nasıl geçtiğine dair Kur’an’da yeralan beyanlar, Allah’ın Tevrat’ta ve İncil’de yaptığı ’tutmuş tahminler’ midir? Sahabilerin geleceğini bilmeden mi ’öyle olacağını tahmin etmiştir’ Allah?
Peki nebilerin birbirlerini müjdelemeleri? Özellikle İsa aleyhisselamın Aleyhissalatuvesselama dair verdiği müjdeler? Tahrif olmuş İncillerde bugün bile ortaya konulabilen işaretler? Peki, Aleyhissalatuvesselamın aşere-i mübeşşereye veya başka bazı sahabilerin geleceğine dair verdiği haberler? Müşrik önderlerinin kötü sonlarına dair önceden verdiği bilgiler? Hepsi mi yalandır bütün bunların? Bütün bunlar yalan veya tahmin olursa nübüvvetin ahvali ne olur? Onların emin dillerinden ve ellerinden bize ulaşan vahyin sıhhatine nasıl güvenilir? Cebrail aleyhisselam mı yolda karıştırmıştır mesajın içine bu tahminleri yoksa? Sahi kader inkârcıları nasıl bir vahiy sürecine iman etmektedir?
Cebrail aleyhisselama değinmişken kader inkârcılarının ’meleklere iman’ konusunda ne denli dengeli(!) gittiklerine de bakalım. Bir kere yukarıda ahirete, kitaplara ve nübüvvete iman konusunda saydığımız bütün sorular melekler için de aynen geçerlidir. Neden mi? Çünkü bu haberlerin tamamı bize bir melek eliyle ulaştırılmıştır. Peygamberler bu vahiyleri bir melek eliyle aldıklarını söylemektedirler ve eğer kitaptaki geleceğe dair bilgiler peygamberlerin (hâşâ) tahmini değilse, o halde, kader inkârcılarına göre bu tahminler meleklere aittir.
Sadece bu da değil. Aleyhissalatuvesselamın miracı, mirac sırasında yaşanan hadiseler, cennet/cehennem ehlinin ahvali... Bütün bunlara şahitliği sırasında Cebrail aleyhisselam da onun yanındadır. Hatta miraca dair rivayetlerde Cebrail ile Aleyhissalatuvesselam arasında soru-cevap tarzı birçok metin bulunmaktadır. Cebrail aleyhisselam burada verdiği bilgilerde geleceğe dair tahminlerde mi bulunmuştur? Dahası var: Azrail aleyhisselam insanların canlarını nasıl bir bilgiyle almaktadır? Önceden ne olacağını bilmiyorsa nasıl görevine yetişmektedir? İsrafil aleyhisselamın sûra üfleyeceğini herkes nereden bilmekte ve nasıl emin olmaktadır? Bütün bunlar tahmin mi edilmektedir? Kader inkârcılarının bu noktada meleklere bakışı nasıldır?
Hasıl-ı kelam: Akaidin herbir rüknü hepsiyle bağlıdır ve hepsini inkâr etmeyen hiçbirini inkâr edemez. Bakmayın siz kader inkârcılarının "Kur’an’da geçmiyor!" diye kaçak güreşmelerine. Kur’an’ın bütünü geçmiş ve gelecek hakkındaki hükümlerinin kesinliği ile kadere imandan haber vermektedir. Kur’an’ın bize öğrettiği bütün akaid, verdiği bütün bilgiler ve delilleri, ezelî bir biliş olmadan açıklanamaz. Yani kader kendinden önceki beş rüknün zorunlu sonucudur. Muktezasıdır. İşte sorular ortada kardeşlerim. Kadere imanı olmadan diğer rükünlerin arkasını toparlayabilecek beri gelsin. Gelsin de imanının sıhhatini bir konuşalım. Subhanallah. Hak Teala elbette bu iftiracıların cahillik suçlamalarından yücedir. Mürşidimle başladım. Onunla bitireyim: "Öyle ise, bütün erkânı bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakikat nazarında birtek rüknü, belki bir hakikati iptal edip inkâr edemez."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.