Güz Bozumu
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sonbaharın yüzü hürmetine kırgınlıklıklarım değdi ya bir kere, bahar bekler dururum artık gönül çelen kuşların göçüne. Şöyle bir çarpsa evimin kilit tutmaz kapıları büyük gürültülerle de, titrese ayaklarımın altına serilmiş kirli yollu/kların püskülleri şöylece. Kalp kırıntıları değse parmak aralarıma, silkelesem utandırdığım balkonlardan aşağı sarı yaprakların yanına. Söz sonra gömeceğim ayıp/landıklarımla kendimi aynı toprakta. Suç/larım saymakla bitmez nasılsa. Yeşil olmuş, sarı olmuş toprak ne fayda… Vardığı hak/sız oluşların hepsi kahverengi sonuçta.
Ama hepsinden önce öğreneceğim yerimi. Çemberin çapına dokunamayacak kadar beceremediğimi daireler çizmeyi, kabul edeceğim. Öyle çok söylenecek ki bana başkalarının aklına muhtaç olacak kadar yok/sun olabildiğim, inkar bile etmeyeceğim. Tıka basa doldurulmuş bir valizin içine önemsizce fırlatılmış sevmelerimin üstüne oturup, fermuarı çekilirken avuçları öpülesi ellerle, patlasın diye dua edeceğim. Sırf becerebildiğim tek m/eziyetim sevmek diye, onu göndermek istemeyeceğim. Ama yinede, sevgimden bile önce yerimi öğreneceğim. Sessizliğimden bile önce, dahası gururumdan bile önce… Hatta sonbahardan bile önce.
Sonra uzanacağım portakal ağacının ayağına. Oda susamış olacak aşka. Kana kana içeceğiz Dünya’nın nehrini. Ama ne ben bekleyeceğim saçlarımın okşanmasını, ne o umut edecek çiçek açmayı. Ben onun büyük gölgesinde avunacağım yana yakıla. O benim küçüldük/lerime sığdıracak dallarını. Ve ikimizde bileceğiz, yasak elmayı tek başımıza ısırdığımızı. Çünkü ikimizde göreceğiz… Sere serpe saçtığımız tohumlarımızla, yetiremediğimiz duyguları.