- 378 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NASAistler bunu da açıklasın!
Göğün direksiz yükseltildiğini söyleyen bir ayet bugünün insanına ne anlatır? Yoksa "Yahu bizim bugün astronomimiz var, NASA’mız var, bilmem kaç türlü uzay aracımız, uydumuz, teleskobumuz, üstelik uzaydan malumat verir fizik-matematik-kimya bilgimiz var. Dahası: Karadeliklere kavuşur fehmimiz, ’big-bang’e kafa yorar fikrimiz ve aynı anda "Dünkü pastadan bir dilim kalmış mıdır acaba?" diye buzdolabının ahvalini merak eden aklımız var. Yani var, var, var, varoğlu var. Her türlü imkanımız var. Bunları çoktan çözdük biz!" mi der?
Onun toz kondurmadığı gururu kendisinin olsun. Ben böyle diyemiyorum. Çünkü mürşidim bana öyle öğretmiyor. Evet. 30. Lem’a’nın ism-i Kayyum bahsinde, Bediüzzaman, mezkûr ayette ilk bakışta anladığımdan aşkın birşeyler de sakladığını gösteriyor. Ne mesela? Hop! Yağma yok sevgili arkadaşım. Önce bahsi geçen ayetin kısa bir meailini alıntılayacağız: "Gökleri görebileceğiniz bir direk olmaksızın yükselten, sonra arşa istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah’tır. Herbiri belirlenmiş bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşleri Allah düzenliyor, âyetleri de açıklıyor ki, rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız."
Tamam. Meailimizi alıntıladık. Şimdi mürşidimin bize öğrettiklerine gelelim. Öncelikle şunu söyleyebiliriz: Bediüzzaman’ın ’göğün direksiz yükseltilmesini’ bizden daha üst bir şekilde okumayı seçiyor. O, Furkan-ı Hakîm’in böyle demekle, ’boşlukta olanların da aslında başıboş bırakılmadığına’ dikkatlerimizi çektiğini düşünüyor. Ve diyor: "Evet, sırr-ı kayyûmiyetin cilvesine bu noktadan bakınız ki, bütün mevcudatı ademden çıkarıp, herbirisini bu nihayetsiz fezada, ’Göğü direksiz yükseltti!’ sırrıyla durdurup, kıyam ve bekà verip, umumunu böyle sırr-ı kayyûmiyetin tecellîsine mazhar eyliyor. Eğer bu nokta-i istinad olmazsa, hiçbirşey kendi başıyla durmaz, hadsiz bir boşlukta yuvarlanıp ademe sukut edecek."
Yani onun yaptığı okuma bir tür yaslanma kanunu üzerine. ’Yaslanma kanunu’ ne demek? Fakat bir saniye! Ben sana yanlış yaptım arkadaşım. Kayyumiyetin ne olduğunu biliyormuşsun gibi hareket ettim. Belki de bilmiyorsun. O halde kısacık da olsa bir tarifini neden denemeyelim? İşte geliyor: Kayyumiyet Cenab-ı Hakkın herşeyi ayakta tutmasıdır. Daha doğrusu varettiklerini ’var’da tutmasıdır. Yani o Rahman’ın yarattıklarıyla ilişkisi "Bir kere yarattı. Tamam. Bitti. Daha karışmıyor!" ilişkisi değildir. O, pekçok ayette de altını çizdiği üzere, varlığı başıboş bırakmaz. Her an yaşadıkları değişimler, gelişimler veya yıkımların tamamında isimleriyle, sıfatlarıyla ve tasarruflarıyla yanlarındadır. Burada ’yanlarındadır’ı Allah’a mekan izafe etmek anlamında kullanmıyoruz arkadaşım. Ona da bir dikkatini isterim. Sakın yanlış anlayayım deme. ’Kontrolünde tutmak’ bağlamında ’aklımıza yanaşsın diye’ tercih ediyoruz bu kullanımı. Yoksa elbette Allah mekandan münezzehtir. O yarattıklarının her türlü kusurlarından münezzehtir. Âmenna!
Zaten ayetin devamında gelen ’istiva etti’yi de bu nedenle ’hükmü-tasarrufu altına aldı’ diye tefsir ediyoruz. Evet. Senin de dikkatini çekmiştir: Direksizliğin ardından zikredilen herşeyde bir ’kontrol altında tutmak, idare etmek, yaratmak, takdir etmek’ vurgusu var. "(...) sonra arşa istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah’tır. Herbiri belirlenmiş bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşleri Allah düzenliyor, âyetleri de açıklıyor ki, rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız." Yani; ne güneş, ne ay, ne zaman, ne mahlukatın işleri, ne de ayetlerin açıklanması; hiçbirisi ’akışına bırakılmış’ değil. Hepsi takdirler üzerine gelişiyor.
Akıp gitmeleri ’akışına bırakıldıkları’ anlamına gelmiyor. Hepsinin hesaplanabilir aidiyetleri var. Uydukları yasalar var. İşlerinde düzenlilik var. Belirginlik var. Güneşin ne yaptığı belli. Ayın her dönüşü hesaplı. Evrendeki herşey zamanlı. Bunun bize açıklanmasının hikmeti de şu: Başıboş bırakılmadığımızı bu düzeyde farkedersek Rabbimize kavuşacağımıza da iman ederiz. Madem buraya gelişimiz, yaşayışımız ve hatta tüm yaşananlar başıboş değil, o halde biz de başıboşluktan gelen bir boşuboşunalıkla helak olmayız. Elbette bize sırr-ı imtihanla bırakılan ’özgürlük alanımızdan’ hesaba çekiliriz. Hem korkmayalım yani. Kontrol altındayız.
’Yaslanma kanunu’na geri dönelim. Arkadaşım, duyunca herhalde sen de katılıverirsin, biz ’yaslanma’ ifadesini ’irademizden çıkma’ bağlamında da kullanırız. Hemencecik bir misal: Ev taşıdığımızı düşünelim. Eşyanın taşıma sürecinden çıkması ne iledir? Onları bir yerden alıp başka bir yere bırakma iledir. Yani onları daha önce yaslandıkları yerden alır ve yine yaslanabilecekleri başka şeylerin yanına götürürüz. (Üzerinde durmak da bir tür yaslanmadır aslında.) Bununla başardığımızda da aslında şudur: O şeyin varlığının sağlıkla devamı dikkatimizden çıkmış olur. Evet. Taşırken varlığı daha fazla bize bağlı idi. Düşürsek kırılırdı. Duvara vursak çizilirdi. Fazla sıksak çatlardı. Bırakmasak belimiz kopardı. Ama ne zaman ki güvenli bir yer bulup onu oraya yasladık, üzerine koyduk veya bıraktık, işte, o zaman varlığını da irademizden/dikkatimizden çıkarmış olduk. Elhamdülillah. Rahatladık. Çünkü biz sınırlıyız. Varlığına şahit olduğumuz herşeyi her an elimizde, aklımızda, dikkatimizde veya kalbimizde tutamayız. Aciz düşeriz. Dayanamayız. Belki de çıldırırız. Sevdiğimiz herşeyin sağlığını her an dikkatimizde tutmak kafayı yedirir bize. Allah korusun.
Ama Allah onları da korusun. Çünkü onları seviyoruz. O halde bunca şeyin varlığı bu kadar düzenle nasıl devam ediyor? İşte Cenab-ı Hak ayetteki bu ’direksizlik’ ihtarıyla bizi ’göremediğimiz bir direğe’ yönlendiriyor. Daha doğrusu her an değişim içinde olan varlığın hareketlerin bir mutlak iradenin kontrolünde sürdürüldüğüne dikkat çekiyor. Biz elimizden bırakmaya muhtacız. O muhtaç değil. Biz yoruluruz. O yorulmaz. Biz kırarız. O kırmaz. Biz bir yerde kendi haline bırakmak zorundayız. Ama o bunun zorunda değildir. Hem âlemi başıboşluk üzerine yaratmış da değildir. Çünkü başıboş olan şey düzensiz de olur. Sen bir saat çocuğunu sokakta başıboş bırakabiliyor musun? E-5’te arabanın direksiyonunu bırakıp kestirebiliyor musun? Eve gelen faturaların kendi kendilerine ödenmelerini umuyor musun? Sen bu kadarcık işi gelişgüzelliğe bırakmazken Cenab-ı Hak yarattığı âlemi bırakır mı hiç?
Yani, özetle, bu âlem hiçbir direğe yaslanmıyor arkadaşım. Bu âlemin direği direksizlik. Direksizlik ne demek? Direksizlik işte Allah’ın Kayyumiyetidir. Tabir-i caizse her anda hükmü süren dikkatidir, hikmetidir, rahmetidir, idaresidir, yönlendirmesidir, rububiyetidir.
Onun Kayyumiyetine iman etmezsek biz bu varlığın şu düzenliliğini açıklayamayız. Her an yüzbin dikkat isteyen milyon işin ahenkle sürmesine akıl-sır erdiremeyiz. Hayretten kafayı sıyırırız! Üstelik burada kalbimize de büyük bir teselli vardır. Nasıl? Yaşadığımız boşluklara da buradan bir tedavi bulabiliriz. Eğer Cenab-ı Hak hiçbirşeyi başıboş bırakmıyorsa yaşadıklarımız da bizim yörüngemizin hikmetli parçalarına dönüşmez mi? O süreçlere bakışımız değişmez mi? Bu bakış bizi yalnızlık hissinden kurtarmaz mı? Öyle ya, ayet-i kerime hatırlatıyor, dönüşümüz yine onadır. Ondan gelip ona dönen yolunu hiç kaybeder mi? İşte ben de, elhamdülillah, mürşidimin söylediklerinden buna benzer birçok şey anladım canım arkadaşım. Sen benden fazlasını farkedersen benimle paylaşmayı unutma. Biliyorsun. Aynalar koridorunda herşey paylaşıldıkça çoğalır. Taşlar ise paylaştıklarını eksiltirler.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.