- 646 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
korku
korkunun estetiği
Surlar surların arkasında avlular avluların arkasında evler ve odalar. İşte mimarinin estetik algısı. Korku ve talan iç içe birbirlerini yaratan tarihin en dinamik duygusu. Önüne gelen tüm düşünce biçimlerini yerle bir eden büyük uygarlık. Mağara adamında var olan çağdaş insanda var olmaya devam etmektedir. Korkunun dinamik bilinci her ne kadar usun sorgu alanlarında geçse de kopuşunu gerçekleştirememiştir. Korkunun dinamizmini sorgulayan ama yinede bundan kopmayan diğer bir alanı da estetik alan. Doğaya karşı mağaraya dönen adam, bombalar karşısında sığınaklara döner. Ateşli bir söylemle geçmiş ve gelecek arasında örgü ören ozanın sığınağı ağıt veya destandır. Korkunun dinamizmi Çin setleri ördürerek kadar dinamiktir…
Korku, yenen ve yenilende ortak bilinçtir. Ve aynı kaynaktan beslenir. Tarihin ortak bilinci… Yenen yenilenin bilinciyle kuşanır ve tekrar şaha kalkar ozanda.
Alman nazizminin yarattığı soykırım Yahudi yi, Yahudi yapar ve Yahudi hazırdır artık yeni bir soykırıma… Ozandadır artık sıra, haykırır kendi ırkının yüceliğini, kendi toprağının kutsallığını, ulusal marşlar besteleyici, kendi toprağıdır artık onu var eden kendi ülkesinin, sınırların tutsağıdır o
Bu memleket bizim
Kendi taşına toprağına döner, kendi köyünün türküsüdür artık onu ifade eden ve çağın bilinci taşra ozanıyla buluşur yeniden.
Ressam dır bunu resmeden
Üretim ilişkisinde görülmeyen şey ruhsal alanda görülür. ..
Korku ölüm korkusu, gelecek korkusu, terk edilme korkusu …bütün bu dinamiklerin yaratmış olduğu gerilimin dışa vurumu. Sonlu usun sonsuz usbüyülenmesi, şairin şiirde yaşamın sözcükler aracılığıyla ertelenişidir.
Bütün estetik alanlar arzu patlamasıdır. Gerçekleşmeyen şeylerin düş gücün de gerçekleşmesi, talanın başlangıcı biriktirmenin önkoşulu. Kendine ait kılma… Biriktirme eşittir talan… ihtiyaç alanı değil zihinsel bir oyun.
Nemrut un korkusudur o, ölümsüzlük tepesinde ölüm yağdırır. Korkunun dinamik gücüdür kılıcı kınında keskin tutan. Dehaktır o, Demirci Kawa’yı demir dövmekten kendisini yıkmaya mahkum eden. Moğol istilasıdır, Moğol’u Müslümanlaştıran Müslüman’ı Moğollaştıran... Görme biçimleri değişir: İnsanlaşma yolundaki yaratımlar görünmez. insanlığın tüm yaratımları yok edici görünür. Bir ve aynı vampirin elinde can çekişen kurbanın haykırışı, her çağın öncü ozanı gibi kıyamet gününü işaret etmektedir.
Üretim üretimle, güzellik güzellikle, sevgi sevgiyle yaratılan değildir. Tarihsel travmadır onu yaratan. Nuh un gemisidir dünya. Kurtulmayı bekliyor ilk insandan, son insan. İnsanın insanlaşma yolunda, tarihsel travmadan kurtulmak olmalıdır nihai hedefi.
Korkunun dinamik gücü tehdit altındadır! Değişim karşısında: Filozof gerçekliği ve estetiği, sözcüklerin kökeninde arar, bulur. İmlerin üzerinde kuruludur geçeklik. Kendi korkusunu kabullenebilir bir güzellik, veya daha az bir talepkarlıktır ondaki güzelik. Neitçhe dir…. Arzuların engellenmesi bütün dinlerin temel tercihi..
Duygusal dünyadan algılanmayan gerçeklik geleneksel olanın içinde yeniden yoğrulur.
Duygusal dünya deyişim karşısında maddi gerçekliğini kaybeder ve duygusal patlama halidir atık. Şiirde gerçek dışı bir sahnede geçer olaylar, ama ne yazık ki gerçeklikten sıyrılamaz. Gerçeklikle sarmalanınca ozan ateşlenir, ozanın sayıklamasıdır gerçek dışılık.
Acılar içinde bir sayıklama. Ateşi düşen ozan yalnızdır ve mitolojik dildir artık kendini var eden.
Geçmiş daha saf ve durudur, geçmişi çağırır. Varlık kirlenmiştir artık ve çocukluğun
Duruluğuna mıh gibi saplıdır artık. Tanrısal ışık patlar gerçeklik üzerine. O artık sürgündür. Tarihsel döngüsü budur ozanın kendi dramının koruyucusu.
Değişim var olan üretim ilişkilerinde yıkıcı bir kopuştur bu da bir travma etkisidir. Değişim hızı artınca travma da artmaktadır. Değişim korku dinamizmi üzerinde kurulu olduğundan sürekli bir panik halidir, sorgulayıcı us puslanır ve nihilist olmaktan başka çare kalmaz
Kafka nın şatosu, dava, dönüşüm…...
Sanat, birbirine zincirlemeli bağlanmış dil bağlarının resmettiği şey… Yıkım, çığlık arenadaki boğanın bıçak darbelerinde yere yıkılışının haykırışı ya da soylu kadının biz soysuzlara attığı bakıştaki kesinlik… Ya da parçalanan, parçalanmışlığını bize içselleştiren tablo… İşte Tanrılara sunulan kurbanlar gibi sergi salonlarında biz kurbanların boynunda asılı duran bu tablolar, her gün yitik yaşantılar ve edebi büyüklüklerle anlatılıyor bize ve yitik oluşumuzun normalize edilişi anlatılıyor kendi bakışımızla. Sanat var olan hayatımızı ayıklayamıyorsa ve var olan dağılmışlığın sürekliliği içinde kendisini estetsize ediyorsa, gelecek adına sürekli geçmişe dönüşe ihtiyaç duymaktadır, duyuyor da. Edebiyat papazlar katında kendini papazlara itiraf eden papazlara döndü. İtiraf romanı kendisini bize itiraf etmemekte, kendisini bizim içimizde manipüle eden ve öylesine teslim alan bir şey olmaktadır. Bu da estetiğin var oluş sınırlarını belirliyor. Geçici yakınlık, bir biçimin öteki üstündeki geçici üstünlüğe ihtiyaç duymasıdır. Bu kast ilişkilerine göre kast ilişkilerinin özel yaşantılarına olduğu gibi yansıtılmıştır.
Peki ya bu iki sınıfın çatışmasından oluşmuş olan sanat, sınıfsal bir nitelik taşımaz mı?
İki kişinin birbirine olan öfkesiyle doğan bir çocuk, öfkeden başka nasıl bir estetik yaratabilir ki? Öfkenin gerçekliğini sadece bu yaşamın estetiği olarak algılamaz mı?
Yaşanmış güzel şeylere şairin sözcükleri yetmiyor. Barbarlık tarihinden insanlık tarihini ayıran usunu yitirmiş şair. Yaşamın değişimini kavramayınca ne üreten ne de üreticinin sahibi bu iki trajedi arasında bir yol buluyor kendine. Böylece hayran hayran ya bir üst sınıfın başarısını kutsuyor ve acıdığı zavallıları kutsuyor.
Bakın şairin içinde taşıdığı korku bize yaşama dair nasıl da cesetler taşıttırıyor.
Bir resim düşünün çağlar boyu çarmıha gerilmiş İsa ve onun resimleri tapınaklarda şez de ediyoruz. Yani bunu yıllarca koynunda taşıyan öylesine içselleştiren şair veya yazar neyi içselleştirmiş olabilir ki?
Ölülerle yaşıyoruz. Eğer ölülerle yaşamıyorsak gelecekle dünya arasında örgü örüyor şair. Geleceğe ait konuşan şair o da cesetlere su taşıyor.
Estetik var oluş sınıflar arasında sahip olamadığımız sınıfı özler biçimde yakarışlar halinde var. Burada pay edenin coşkusu karşısında sarhoş olmuşçasına sözcükler dökülüyor.
Sen yanmazsan ben yanmazsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa? Kaçımızı yakmadı ki bunlar? Çarmıha gerilen İsa’nın yakarışımızı kutsayan şairden ne farkı var?
Ya da ölüsünü şehit eden imamdan ne farkı var? Hepsi de şair. Ya da firavunun ölümünü taşa yazan yazıcı neyi miras bıraktı bize?Ya da Homeros Her kül’le savaşarak yok ettiği efsanede yeniden Her kül’le efsaneleştirilen Homeros’u hangi canavar yenmiş oldu?
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.
Dev olan şair, kadın onu reddettiği için mi bu kadar küçük ? Kadının hayali bir ev olduğu için mi yoksa? Şairi bu kadar büyük kılan neydi? Mavi gözlü oluşu muydu, kadının bu kadar küçük oluşu şairin büyüklüğü için gerekli miydi yoksa?
Karşılaştırmalı biçim arayışının estetik anlamı mit ve mitolojik biçim estetiği nasıl var eder? Dev ve devlerin görkeminde zavallı bizler neyin estetiğini yaratabiliriz ki?
Güzelliğin on par’etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
Tabirin sığmaz kaleme
Derdin dermandır yareme
İsmin yayılmaz aleme
Aşıklarda meşk olmasa
Karşılaştırmalı estetik küçümsendikçe büyüyor, büyüdükçe küçümseniyor
Estetiğin şairin aslında nesnelerle kendisi arasında var edişi arasındaki uyumda aramamız gerektiğine inanıyorum.
Su başında durmuşuz
çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor
çınarla benim bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, bir de kediye.
Su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, bir de güneş.
Suda suretimiz çıkıyor
çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, bir de güneşe.
İnsan, güneş, şavk bunu sonlu süreklilikte aramak gerektiğini düşünüyorum. Estetiği, estetikteki uyumla anlatmak istediğim anlayıp anlamadığımız arasındaki geçiş...
İnsan, güneş ve gölge arasındaki uyum. Şiir tinsel olanı değil, sezgisel bir geçişidir estetiğin.
Yanan kömür
Kızan demir
Örse çekiç salan benim
Öznesi bir biçim verir ona. Ateşe can veren kömür ise, hayata biçim veren biçim de Yunus’ta gizlidir.
Yalnızlık, yaşamda bir an,
Hep yeniden başlayan...
Dışından anlaşılmaz.
Ya da kocaman bir yalan,
Kovdukça kovalayan...
Paylaşılmaz.
Bir düşün’de beni sana ayıran
Yalnızlık
Paylaşılsa yalnızlık olmaz.
Peygamber peygamberliğini paylaşamaz ki..Tanrı da yalnızlığını paylaşamaz. Peki eğer ki estetik sezgisel bir geçişse bu ritmi bu cümlenin neresinden alıyor? O zaman şair olacaksanız daha yalnız, daha kutsayıcı ve daha yıkıcı bir sözcük bulmanız gerekir.
Ve ritminizi de en sert yere basan ordunun ayak ritminden alırsınız.
Belki şimdi geleceği çağırarak anlam aramaya çağıran…
Doğayla insan arasında oluşan insanla insan arasında oluşturulacak yeni imleri, oluşmuş canlı ve kanlı insanlar arasındaki imin estetik hazzını arıyorum.
Kadınla-erkek arasında doğan bir çocuğun iminin ayırt ediciliğine , estetiğine takılı kalmalı aklım. Elma, insan ve dünya arasındaki tanrı değil çekimin gizemine takılsın aklım.
Yeni bir tarihe ihtiyaç yok. Ne geçmiş ne gelecek , biz tarihin kendisiyiz. Tarihin kötü bilinci olarak kalmasın ozan.
Sanat, özne olan insanın yani bireyin doğayı kendi enerjisiyle biçimlendirmesiyse o zaman kahinin kahinliğine ne gerek?
Arzum odur ki iki sınıfın arasındaki barbarlığın taraflarını kutsayan şairin gölgesinde kalmasın suçum.
YORUMLAR
Birbirini tetikleyen bir örgünün içinde kısır döngüyü yaşıyoruz. Etkiye karşı tepki oluşumu gibi öncemiz sonramızdan farklı değil. Değişim ve dönüşüme açık değil algımız. Ne güzel tekerrürüz dünden bugüne birbirimize...
Daha çok okumak isterim paylaşımlarınızı...
Teşekkürler