OKYANUSTAN KALP
"bir kadının kalbi sırlarla dolu bir okyanus gibidir."
Titanik filminden
- Çok gülüyorsun Elif, şimdi duyup gelecekler.
- Hahhaha … Ama ayaklarım gıdıklanıyor
- Hahhah.. Beni de güldürüyorsun ama sen. Hani sessiz olacaktık?
- Mehmet, biraz rahatlasana ya. Baksana çok güzeller.
- En çok hangisini seviyorsun?
- Kırmızı olanı seviyorum. Çok kıvrak hareketleri var. Hiç durmuyor yaramaz. Tam havuzun duvarına çarpacak sanıyorum, ani bir hareketle dönüveriyor soluna. Bir de rengi çok güzel. Sen hangisini seviyorsun?
- Mor olanı seviyorum ben. Sakin, kendinden emin. Gerektiği kadar hareket ederken etrafında olup biten hiçbir şeyi kaçırmıyor. Her şeyin farkında halini çok seviyorum.
- Hahhaha.. Mehmet, kırmızı balık ve mor balık sürekli birbirlerinin yakınından geçiyorlar farkında mısın? Ritmik hareketlerle hep benzer noktalarda buluşuyorlar.
- Ortak noktaları çok demek ki.
- Hahah … Senin bu çıkarımlarına bayılıyorum.
- Ben de sana …
- Hahhah… Sen bana aşık mısın Mehmet?
- Sanki sen bana aşık değil misin Elif?
- Sen mor bir balıksın. Mor balıklara aşık olmak tehlikeli olabilir.
- Nedenmiş o?
- Senin kimliği belirsiz o ses tonunla diğer bütün balıkları kendine hayran bırakman bile başlı başına yeterli bir cevap.
- Hahah.. O ne demek öyle?
- Sesin, yüzünü ustalıkla değiştirebilen bir makyöz gibi. Anlattığın şeye göre kılık değiştirirken sesin bir maddeye dönüşüyor. Bir sen oluyorsun, bir de sesin, ayrı ayrı… Tüm duyguları sesine yükleyip kar-şındakine ikram ediyorsun ve bu duygu hüzünlü bile olsa almaktan büyük keyif alıyor seni dinleyen.
- Elif! Ben,ben.. Bu şekilde övülmeye alışık değilim.
- Bu övgü değil ki. Sadece tarif. A! baksana kırmızı balık nasıl sıçrayıp suya geri döndü. Sanki bu küçük havuz ona yetmiyor gibi.
- Bu küçük havuz sana da yetmiyor Elif. Farkında olmadıklarını izlemeyi seviyorum.
- Neymiş farkında olmadıklarım Mehmet Bey?
- Çok özelsin sen… Bu kırmızı balık gibi parlak ve çekicisin. Ama hiç farkında değilsin.
- Ben, sen yanımda olduğunda parlıyorum sadece Mehmet. Sen yokken beni görmediğin için öyle sanıyorsun.
- Hadi ayaklarımızı havuzdan çıkarıp fıskiyeye uzatalım.
- Mehmet, o zaman üzerindeki top düşer ama.
- İyi ya işte sürekli aynı şeyi yapmaktan sıkılmıştır belki de. Onun için bir değişiklik olur bu.
- Haklısın, birbirinin aynısı günleri, birbirinin aynısı insanlarla yaşı-yoruz. İşte bu top gibi sürekli hareket halinde olma durumunu değişik şeyler yaptığımız şeklinde yorumluyoruz. Oysa kendi etrafımızda dö-nüp durmaktan başka bir eylemimiz yok.
- Elif, ne yaptın ya?
- Artık o topu bahçedeki özgürlüğüne gönderdim. Onun için başka bir bakış açısı yarattım.
- İyi de üstünü de sırılsıklam ıslattın be kızım.
- Boş ver! Aman, sen de babam gibi oldun ya. Bırak biraz, bazen ıslanmak gerekiyorsa bunu yapalım.
- O zaman seni öpebilir miyim?
- Neden?
- Bazen ıslanırsın, bazen de dokunursun. Risk almanın başka alanları da var Elif
- Hahah… Pissin Mehmet.
- Ya ne dedim ki şimdi ben?
- Durumdan menfaat ürettin.
- Ürettiğim şeyden sırılsıklam aşk doğuyor kızım sen farkında değil-sin.
- Allah Allah, bak sen. Tüm bunların bir anlamı yok.
- Neden?
- Çünkü biz zaten ölüyüz. Alnından akan terin tek nedeni ölmüş olan senlerin can çekişiyor olması. Mehmet, birkaç kez daha öleceğiz hepsi bu. Bunu hiç düşündün mü?
- Ben gökyüzünün muhteşem olduğunu düşünmeyi tercih ederim. O birkaç ölümün arasında öğleden sonra serinliğinde seninle bu küçük havuzun başında geçireceğim anları düşünüyorum. Fazlası olsa ne, olmasa ne…
- Hepsinde ölümü bekliyor olacağız. Herkesin yaptığı bu. Ölümü beklemek. Öldükçe yenisini beklemek, hangisinin son ölüm olacağını bilmediğimiz için bu kadar pervasız yaşıyoruz. Belki de az sonra son kez öleceğiz.
- Sırf bunun için öpüşmeliyiz bence. Madem ki ölümü bekliyoruz, yapmak istediğimiz şeyleri neden erteliyoruz?
- Çünkü aynı anda ölme ihtimalimiz çok düşük.
- Yani?
- Eğer senin cesedini göreceksem az önce öpüştüğümüzü bilmek beni çok üzecek. Bundan daha kötüsü bu hissi senin yaşayacağını bile-rek ölümü beklemek çok can sıkıcı.
- Elif, ellerime bak alnımdaki terle ıslandı. Hala terleyebiliyorken olacakları düşünmenin bir anlamı yok. Seni güldürmeyi seviyorum, son dakikamız kalmışsa bunu seni güldürerek geçirmek istiyorum.
- Bak şimdi ne yapacağım. Evet, evet yakaladım bak. Nasıl can çekişiyor gördün mü? İşte bu onun terlemesi. Öyle aciz ve zavallı ki onu öldürmek için sudan çıkarmak yeterli.
- Elif, bırak o balığı elinden! Yapma, bırak…
- Hah! Bak, şimdi az önce olanları unuttu bile. Aptal balık, kaldığı yerden aynı şekilde yüzmeye devam ediyor. İşte biz de böyleyiz. Hep öldüklerimizi unutuyoruz, ölürken nasıl can çekiştiğimizi unutuyoruz. Yeniden, yüzmeye devam ediyoruz. Ben bu yaşamak denen lanetten kurtulmak istiyorum aslında. İşte bu yüzden beni hiç tanımıyorsun. Sen, tutunmayı seviyorsun. Sevgi dolu bir rüzgar gibi, her şeye, her yere dokunarak hayatın içinden geçmek istiyorsun. Oysa ben yaprak-ları dökülmüş, kuru dallardan ibaret bir ağacım. Ne olduğum yerden bir yere gidebilirim, ne de senin dokunabileceğin yapraklara sahip de-ğilim.
- Ağlamayı biliyorsun Elif. Bu yaşaman için yeterli. Bu seni ölümsüz yapıyor. Sahip olduğun bedeninden ruhunu sıyırıp atamazsın. Ruhun üzülmeyi bilirken gözlerin ona eşlik ediyor. Dünya üzerindeki herkesin birer idam mahkumu olduğunu ilan etmen bunu hazmettiğini gös-termez. Aslında ölümden korkuyorsun. Senin bu yaptığınla bir insanın hastalığına ateşlenerek tepki vermesi ve bedenini savunması gibi ya-şıyorsun. Ölmeyi sevmiyorsun sen, sadece ondan ödün patlıyor. Ağ-lamayı unutsaydın daha kolay olurdu ölümü kabullenmen.
- Bana baktığında gördüğün bu mu?
- Evet, bu Elif. Hoşuna gitse de gitmese de bu.
- Zaten sen bana göre, benim hoşuma gitsin diye asla konuşmazsın ki. İnandığın doğruların senin yerine konuşuyor sürekli. Benim gerçek-lerim var Mehmet. Gerçek, şu havuzdaki balıkların su olmadan yaşa-yamayacaklarından ibaret. Ana rahminde başladık suyumuzdan içme-ye. Kendi suyumuzu tüketerek öldükçe ölüyoruz.
- Peki ya insana özgü duygularımız, hayata bakışımız, pencerelerimiz ne olacak? Bunlar işte tutunduklarımız, bunlar da gerçek değil mi?
- Değil! Matrixin tam ortasındayız Mehmet. Yaklaş, bizi duyabilirler. Yaşadığımızı sandığımız her şey sadece beynimizde olup bitiyor. As-lında madden elimize geçen bir şey yok. Bir kandırmamanın içinde yanlış hapı içmiş zavallılarız, hepsi bu. Bazılarımızın durumu görmesini istediler. Ama onlar, sırf gerçeği görüyorum diye beni buraya kapattılar Mehmet.
Sen ise beyninde üretip büyüttüğün onca acının gerçekliğine öylesine inandın ki bu simülasyonu artık aklın taşıyamıyor. Seni sürekli öldüren şey, sevgi. Çünkü sevginin gerçeklikte bir karşılığı yok. Saman yolundaki renk yansımaları kadar devasa bir sahteliğin kuyruğuna asılmış tüm evreni gezip duruyoruz. Belki de Dünya yuvarlak bile değildir Mehmet.
- Hahahah… Manyak manyak konuşma Elif. O zaman nasıl terliyoruz, terlerken nasıl can çekişiyoruz? Gerçek olmayan duygular… Yüzümüz parçalandıktan sonra belki de bir kutuya girip hayal görmeyi seçmi-şizdir ha Elif? Sürekli film izleme diyorum sana. Beynin yandı sonunda bak.
- Mehmet!
- Efendim Elif!
- Benim için üzülme artık. Ben iyiyim, çok iyiyim. Artık hiç acı hissetmi-yorum. Kimse beni üzemiyor, kimse benden bir şey istemiyor. Hem sana ne demiştim. İnsan, insanın yağmacısıdır. Benim talanım artık bitti. Artık gidebilmelisin.
- Dudaklarımı öpmen, gidiyor olduğunu gösterir. Keşke biraz daha kalsan, kalabilsen… Elif gitmesen.
- Mehmet, bir yerde uzun süre hiçbir şey yapmadan oturursan gördük-lerini daha önce nasıl fark etmediğine şaşırır insan. Sen bu havuzun içinde bir okyanus buldun. Bizi buldun, balıklarla tanıştın. Ama hiç ha-vuzun kenarlarındaki yıpranmışlığı fark etmedin. Başını biraz kaldırıp havuzun hemen yanındaki ağacı görmedin. Ağacın köklerinin dibinde duran karınca yuvasını hiç fark etmedin. İşte bu yüzden sen o küçük balıkçı teknesi ile hala bir kılıçbalığının sana mucizeler vermesini bek-liyorsun.
- Hani ben etrafımdaki tüm olan bitenin farkında olandım. Ne oldu şimdi Elif?
- Mehmet içini açıp karşına oturtman için sana bir Elif lazımdı. Alegorik ifadeleri seviyor olman bir suç değil. Ama artık o elindeki kitabın son bölümünü okumalısın.
- Yapma Elif! Gitmen gerekmiyor.
- İnsan olmak, basit bir şey Mehmet. Bu kadar zor yaşaman gerekmiyor. Bensiz de yapabilirsin.
Kurumuş, sararmış otların arasından giderken Elif’in ardından mavi bir okyanus yürüyordu sanki. Böyle güzel bir şey hangi kalbe uğursuzluk getirebilirdi ki. Yarı iletken bir kalbin ağır hasarıdır belki de tüm ezberler.
Az sonra:
- Seni burada bulacağımı biliyordum Mehmet. Şu eski, kurumuş havu-zun başında ne aradığını hep merak ediyorum ama hiç söylemiyorsun. Bu kez anlatacak mısın?
- Hemşire hanım, bu kitabı okudunuz mu?
- Ver bakayım. A! Evet, çok severek okumuştum. ‘’Yaşlı Adam ve Deniz’’ , bir umut öyküsüdür. İnsana ulvi duygular veren, azme heveslendiren bir kitap. Güzel bir seçim yapmışsın Mehmet ama neden hiç okumuyorsun o kitabı? Hep elinde görüyorum ama daha kapağını aç-tığına şahit olmadım. Geceleri mi okuyorsun yoksa?
- Ben bu kitabı satır satır ezberledim. Hiç öyle sizin dediğiniz gibi umu-dun öyküsü falan da değil. Yaşlı bir adamın hırsları, öfkeleri, aç gözlü-lüğü, dibine kadar fakirliğinden ibaret bir kitap. Hemingway zaten öyle dinsel vurgularla uğraşan bir yazar değildir. Hayatın gerçekliğini tüm sadeliği ile sunar. Okuyucu ne almak isterse onu alır. İsterseniz kılıçbalığı, isterseniz köpekbalığı, isterseniz okyanus, isterseniz yaşlı adamı kırkıncı gününde bırakıp giden çocuk, isterseniz de yaşlı adam olun. Bu size kalmış. Elif tanrı olmuştu. Elif tüm bunları istediğimiz gibi yönetme gücünün sadece bizim elimizde olduğunu söylerdi. Elif kendi seçimini bu havuzun yanında yapmıştı. O, bu kitabın içindeki her şey ve hiçbir şeydi. Bana, son sözünü, giderken yatağımın ucuna bu kitabı bırakarak söyledi.
- Mehmet, öyle biri hiç olmadı. Elif, senin hayallerinde yarattığın biri ve ona yüklediğin tüm anlamlar, kendine yükleyip taşıyamadıklarından ibaret.
- Ben onun ellerinin sıcaklığını avuçlarımda hala hissediyorum. Hisler gerçektir…
- Hadi Mehmet, içeri girmeliyiz. Hava kararıyor ve artık akşam yemeği vakti geliyor.
- Bir buçuk milyon dolara sahte bir mavilik mi almak istersiniz, yoksa idam edilmek mi?
- Anlayamadım, ne?
- Ben, bir gemi kazasında Elif’i bulmuştum ve gerçekten çok güzel bir maviydi.
Mehmet havuzun yanından kalkarken, cebine koyduğu mavi elması hemşire yine fark etmedi. Çizdiği resimleri ona inanmasalar da asla kimseye göstermeyecekti. Elif, sadece onun çizdiği bir mahremdi.
Deniz...
YORUMLAR
Düşleri kadar büyüktür insanın ufku
Düşleri kadar sonsuzdur maviliği
Öyle ya
" Kuşları da görmeyen birinin uçma istemi olamaz dı"
O yüzden
Kurgular ve
Düşler çoğu kez yaşanmışlıktan oluşuyor
Yaşam yutmuşluğundan çıkıyor düşlerin en uçsuz bucaksız olanı
Öyle ki;
Bazen
Suya düğüm atarsın düşününde
Bazen
Gökyüzünü
Bıçaklar sın yüreğinin mavi yanıyla...
Yazı sürükledi sorgulattı düşletti..
Kalemine sağlık
Sevgilerimle
Taylan KOÇ tarafından 5/31/2019 7:14:43 PM zamanında düzenlenmiştir.