Kâbe’den Uzaklarda Yaşamak
Kâbe’de putları kırarken
Nefsimde de bunu yıkarken…
Akıl dünyalıktan bıkarken
Yüreğim teslimdir yokluğa!
Mekke fethedildikten sonra Kâbe’nin içindeki bin bir çeşit putun kırıldığı gibi, nefsimizle savaşı kazanıp içimizdeki putları kırmadıkça gerçek mutluluğu bulmamız mümkün değildir. Şu Ramazan ayı içinde, şeytan zincire bağlanmışken bu gücü bulabiliriz ve kalbimizdeki putları kırmayı deneyelim. Kalbimizi saran ve alışkanlılarla tutsak olduğumuz olmazsa olmaz dediğimiz boş sevgileri yok etmenin çaresine bakmalıyız…
Nefis şer dolu ve isteklerini her an artıran bir çaba içindedir. Aldıkça fazlası yok mu diye isyan eder. Çocuk, eş, araba, mal, sigara, alkol, uyuşturucu… Sevgisi ile yaşayan binlercesi bunun gibi putlar var kalbimizde. Her an sevgisine doyamadığımız bu gibi şeyler dünyaya bağlıyor ve bu yüzden ölüm bize acı ve ağır geliyor. O sevilesi güzel gelen huy ve alışkanlıklar, en sonunda acı veren vuslat özlemi ile dünyalıktan ayrılması zor geliyor bize. Onlardan ayrılmamak için karşılığı günah ve hastalık olan tavizleri etrafımıza sergiliyoruz.
Neden Kâbe var? Neden içindeki putlar kırıldı? Neden dışındaki örtü siyah? Neden etrafında insanlar her saniye dönerler huşu ve safi iman içinde? Bu gibi soruları sormak ve çoğaltmak mümkündür.
Bana göre Kâbe, Allah’a kullukta en yüksek mertebeye eren safi ve nurani insanı tasvir eder. Mekke fethedilmeden önce Kâbe içindeki her put korkunç bir görünüm sergilemekte ve onlara dokunan günahkâr kişilerin kirli elleri ile dokundukları için maddi ve manevi görünümleriyle kokar derecede pislik içindeydi. Tıpkı, insanın yanlış ve haram yolda oluşu gibi… Tıpkı sigara içenin üstünün ve nefesinin çok kötü kokması gibi…İçinde zerre kadar Allah’a imanı olmayan kişinin görüntüsü, etrafına yaydığı kokusu ve davranışları ne kadar kötüdür böyle.
Etrafında tavaf edenler içindeki safi iman ile nurani bir ipte nokta olurlar ve bu ipe sıkıca sarılırlar. Bu iple etrafında dönülen siyah-karanlık örtüye dışarıdan hiçbir leke bulaşamaz. Renginin siyah seçilmesi de bu safi zenginliği artırmaktadır zaten. Yanına yaklaştıkça o siyahlığın nurani görüntüsü karşısında şaşırıp kalırsınız. İçindeki nur gözlerinizi kamaştırır. Öylesi etkiler ki, gözünüzden, kalbinizden, kulağınızdan, gönlünüze gelen yansımalar sizin ayağınızı yerden keser ve tavaf esnasında uçar gibi hissedersiniz. Samanyolu’ndaki sonsuza kavuşursunuz sanki, tıpkı ölümden sonra baki yaşam gibi…
Umre ya da hac ile Kâbe’den ayrılıp evine dönen kişiler bu yansımalardan ve sarılmalardan koptukça-halka zayıfladıkça yavaşça dünya eksenine ve nefsin azgınlığına yeniden mahzar olurlar. Kalpten dudağa doğru çıkar safi yaşamama isteği. Dil söyler ama kalpte izleri azalır, belki de hiç kalmaz. Dilden çıkan zikir bir vicdan rahatlaması haline dönüşür. Zamanla hatıraları bile silikleşir. O tadı unuttukça günahlara ve nefsin hükümranlığına geçiş hızlanır. Bu yüzden sıklıkla bu mukaddes beldeye giderek var olan bu hissi tazelemek gerekir. Safi örnek modele dokunmak ve yeniden ona sarılmak ruhu bahar gibi yeniden yeşertecektir. Bu kadar fitnenin yaşandığı günümüzde eskiye oranla bu beldelere gitmek güç yettiğince, gitmeye gayret etmelidir. İmkânlar o kadar arttı ki, üç saatte Cidde’ye varıyorsunuz güvenle. Etrafınızda ne eşkıya ne de yolunuzu kesen var. Eskiden böyle miydi ki… Gidip gelmek altı ay alıyordu. Gidip ölmekte mümkündü. Oraya seyahat aşırı sıkıntılıydı. Bu yüzden buraya çokça gidenleri eleştirmemek gerekiyor bana göre.
Kıblemiz Kâbe’dir. Yani safi ruh modelinden yansıyan güzelliği ışınlanmak üzere ona doğru secde ediyoruz. Namaz kılarken diyoruz ki, biz bu safi kulluk içinde Ya Rab sana secde ediyoruz. Bizim modelimiz Kâbe’nin ruhudur, şekli değil. Bunu hissettikçe kalbimiz titriyor, gözümüzden inci taneleri hemen dökülüveriyor.
Peki, fakir ne yapacak ya da gidemeyenler… Fakir kişi, eğer iman noktasında kalben yaşamışlığın içindeyse, yokluğun etkisiyle nefis isteklerine cevap veremez haldedir. Zaten içimizdeki putları kırmakla yokluğu tadıyoruz. İnsan bu dünyadan vazgeçmedikçe, yokluğu anlaması mümkün değildir. Fakir bunu en doğal şekliyle yaşamaktadır. Zaten Mevla’m insanlara kaldıramayacağı yükleri yüklemeyeceğini vaat etmektedir. Zengin azgın bir nefisle uğraşırken, kumar masasında tükenir gibidir. Fakir yoklukla uğraşırken, aza kanaat edip imanını tazelemektedir. İkisi de zor sınavdır. Zaten acının hissedilmediği bir yaşam insanı gaflete götürür ve nihayetinde azgın bir elemle karşı karşıya bırakır. Fakir, Kâbe’ye gidemez ama Kâbe’yi o yokluğunda hissederek yaşar… Kâbe’den alınacak hazzı bu yokluğun içinde kolayca hisseder. Kim bilir, bu samimi yaşam içinde, Allah bir şekilde lütfeder Kâbe’yi fakire de… Ol denilince olduran Allah değil mi?
Kansere kanser olmadan önce çare aramak gerekir.
Eğer kanser olmuşsa kula ölüm son erektir,
Kâbe buna ne yapsın ki, öğüt yok demektir…
Kâbe’den uzaklarda
Nefsin
Ve
Şeytanın
Ürettiği tuzaklarda
Yaşamak denir buna maalesef!
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Eski zamanlarda putları kırıp parçalayıp tevhide ne de güzel yöneldi insanlar. Şimdilerde çağdaş dünya dedikleri toplumun putları ile karşı karşıyayız... Körü körüne bağlanıyor oysa ki Rahman ve Rahim olan Allah "Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur." (İsra, 17/36) diyor biz insanlara bir ayeti kerime de... Bir türlü bir çoklarının vazgeçemediği kumar, sigara, içki, para, mal tutkusu bunlar yeni dünyanın putları... Cinayetler işleniyor, kalpler kırılıyor, insanlar yerlerinden yurtlarından ediliyor bunlar yüzünden... Fitne almış başını gidiyor Müslümanlar arasında bile, buna çok dikkat etmek lazım ki fitneyi adam öldürmekten daha kötü buluyor ve insanları uyarıyor Rahman ve Rahim olan Allah... Mübarek Kabe'ye ulaşmayı Allah her kula nasip etsin... Oraya gidip de dönenlere de Allah gereği gibi yaşamayı takva ehli olarak hayatına devam etmeyi nasip ve müyesser eylesin... İşte geldik gidiyoruz, bir daha ki Ramazan Ayını görür müyüz, göremez miyiz Allah bilir... Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun... Kutlarım bu güzel yazını...