- 793 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
sayaç
-Nasılsın?
...
-İyisin?
...
Belki taştan belki tuğladan örülmüş kalın bir duvar vardı aralarında aşılması imkânsız. Belki de sadece bir hiçti var olan şey.
Akşam serinliğinden korunmak için omuzlarına aldığı şalın iki ucundan tutup birleştirmeye çalıştı. Yorgundu. Çok yorgun. Elleri, biraz kendinden uzakmış gibi hissetti. Arkasına yaslandı. Kısa bir zaman aralığında gözlerini kapattı. İçinde bulunduğu anı duyumsamaya çalıştı.
Hayır, hayır… O da orada değildi aslında. Duymuyordu içinde bulunduğu anı. Üstünde oturduğu iskemleyi hissetmiyordu. Elleri, eli değildi. Teni kendi teni değil. Gözleri, kulakları mı? Belki onlar da, onlar da… Sözünü tamamlayamadı.
Az daha, biraz daha duymaya zorlasa biliyordu ki incelmiş bir ip gibi kopuverecekti her şey.
Gözlerini açtı. Önündeki masada duran kül tablasındaki yarısı yanmış sigarayı söndürdü.
-İyi misin? Diye tekrarladı.
Adam suskundu. Bir taş suskunluğu muydu bu? Belki…
Belki de bir duvar suskunluğu, bir kaşık, bir bıçak suskunluğu idi.
Bilirdi o. Bilirdi. Ağaçlar susmazdı. Gelip geçen onca kuş cıvıl cıvıl olurdu dallarda. Baharda başka, yazda başka, sonbahar da başka bir türkü dökülürdü dillerinden.
Taş bile suskun değildi. Az biraz su değse kenarına yeşeriverirdi. Berraklaşır, göz alırdı rengi. Ondaki suskunluk. Dili varmıyordu söylemeye ama bir ölü suskunluğu idi. Ruhsuz, neşesiz, dilsiz bir suskunluk.
-Biliyor musun? dedi. Hani dağlara kar yağar.
-Biliyorum. Dağlara kar yağar. Sonra peki. Sonra?
-……….
Boş gözlerle karşısında oturana baktı. Bir şeyler anlatmak istediği belliydi. Biraz daha gayret etse, biraz daha bir küçük delik bulup oradan fışkırıverecekti her şey.
-Bir kar topağı oldu. Yuvarlandı. Yuvarlandı.
Sözün nereye geleceği belliydi. Umutla’ “ sen de umutlan” der gibi bir bakışla baktı.
Bu adamı cesaretlendirmişti.
-Koskocaman oldu. Çok büyüdü. Çok.
Olur gibiydi. Her şeyin yoluna gireceğine dair küçük bir ışık belirmişti işte.
Bütün gücüyle dikkatini bakışlarında toplayıp sordu.
-Sonra?
-Sonrası koskocaman bir hiç işte. Şimdi ne var? Ne kaldı?
Gözlerinden akan birkaç damla yaş yanaklarından aşağıya doğru süzüldü. Utanmıştı. Başını öne doğru eğdi. Elinin tersi ile gözlerini sildi ovalar gibi.
Anlamıştı. Bir mevsim de olsa yaşanan, bir mevsim de olsa ardında sadece kocaman bir hiç kalıyordu.
O bu “ hiç” e bir anlam yükleyememişti. Kendi de o hiçliğin içinde kaybolup gitmişti. Bunca boş bakış, duyup da duymayış, görüp de görmeyiş bundandı.
-Şimdi uzat ellerini, dedi.
Bir dakika geçmemişti ki adam ellerini masaya uzattı, avuç içlerini açtı. Gülümsedi. Sonra o gülümseme yüzüne yayıldı. Kocaman bir kahkahaya dönüştü.
Başını kaldırdı. Bakışları uzaklara doğru ıradı. Ellerini yavaş yavaş yumdu. Yumruk yaptı.
-Sen de biliyorsun, dedi. Sen de biliyorsun. Hiç işte. Hiç… Hiç…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.