- 601 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KIRK BU-UÇUK KOKULAR....
Eminim ki! Hiç birimiz kafa kafaya verip, şöyle zamanın o ölü yanlarının nelerden başlayıp, bittiğini bir kerecik olsun düşünüp hesaplama gereği duymamıştır. Çünkü o zaman kayıpları öyle rahatlılıkla iki üç parmağın marifetti ile hesaplanacak her rakım sayısız anlamlar yüklene bilinir istendiği dışına çekilebilir.
Şimdi anlıyorum ki zamanın geçerliliğini kafamı sürekli kurcalayıp, zihnimi karıştıran bir olaydan öteye geçmemesin nedenlerini. Düşüncelerimin dar bir çevreye yayılan o istekler bir ses olup gittikçe artan uğultu adeta gökleri dolduruyordu.
Benden bir saniye benle yaşanan anları kayıp etmemek için çabalamış bir dolu insan akılma gelmedi değil. Dünyanın en büyük hazinlerini verseniz hata unvanlar vaat etseniz de geri iadesi olmayan tek şey sizden çalınan o güzelim yıllar olduğunu biliyor musunuz?
Doğrusunu söyleyecek olursak yaşama sımsıkı tutunma adına birimizin o diğerinden olan güven ilmeği var ya! Birbirine basit gösterişsiz ve maharetten de çok uzak zayıf bir halka üzerine düğümlenmiştir. Bu nasıl olabilir? Derken kendimden korkmayı gerektiren istemsiz bir bakış yine suçüstü yakalıyı vermişti. Zihin’imde şunları düşünüyordum: siz benim nasıl bir yangın içinde olduğumu bilseniz var yaaa! Hata ölmeye başlayan hücrelerimin yeniden hayat bulması için yardım bile ederdiniz.
Yaşam denen zengin kudret haza karışık huzursuzluklarını fena halde enine boyuna bedenim küçültmüş bir o kadarda yormasını anlatamıyorum. Bu nedenle sorumlusu sen ben olmuşuz hiç fark etmiyor. Birbirine emanet edilmeyen o hassas sebeplerinin ve bilerek bilmeyerek oluşturduğu o nedenlerini bulmaman işi rayından çıkarmaktan öte zararının en büyüğü yürek kaybının varlığı senden başka birini yaratmış olması ona yaklaşmana mani olacak setleri kurar. Bu sefer ne oluyor. Eline de biriken o cılız gerekçeler ve toparlama yetkisi sende olduğu hale de sen onu milim yerinden oynatmaya gücünün yetmediğini anlıyorsun. Asıl üstesinde gelinmeye şey histen hisse oluşan ırkçılıkla başlanan ve yalan da olsa oynan oyunu zevke çevrilmesidir.
Sonrası çok önemli kayıt dışı duygular ve düşüncelerin kalbin keşkeklerin tekme tokattına öyle maruz kalıyor ki! Nefes bile alman. Ve suratın asık bu algınlık kime ne diyen birinin gelip, size sorulmaması canınızı çok acıtır.
Şöyle bir şey desek yeridir. Bir sayısının acaba iki sayısında hakkı var mıdır? Desek. Bana göre neden olmasın çünkü genel yapısı ile bir sayısı; iki sayısının genel sırasını kollayacak bir göreve talip olmuş mudur? İki sayısı ise bir sayısını o güvenin kazanmış mı? O sıra savma mantığı devredeyken bile, iki rakımı mantıken ona sahip çıktığı için bir sayısı ona minnettar diye, düşünme hakkını kimse elinden alamaz.
Bu benim için özel bir şey değil insanın beyninde birbirine karşı kullanacağı gayet doyurucu bilgiler var. Keza siz bu benim düşüncem katılıp, katılmama adına hür bir iradeye sahip, olduğunuz kadar. Size altın tepside sunulan düşünce kaynağı bakımda inan ki çok zengin bir çağdayız. İyi ve kötümser fikrin asıl kabadayısı şair ve yazarlar olduğuna pek fazla düşüncelerime yayıp inanmasam da. Hiç ummadığım ve beklenmedik bir anda. Bir fareyi devleştire bilirim.)
Nasıl mı?
Böyle sıcak yaz ayları idi. Tatil şansı az olanların haline iyice kendimi alıştırmakla iyi bir güç elde etmiştim. Bu da beni olduğundan çok daha iyi açıklayan koruma altı hissi veren yerinde olan bir nedendi. Garip bir sorumsuzluk diye bilirim adına kısaca başkalarının yerine geçip, düşünme çabası ile beraber kuvvetli bir dürttü his etmem de şöyle bir benzerliği akılma getirmedi değil. Birileri başarısının mutluluğun bir adım önde olmanın en zayıf halkası iken bana evet bana ne oldu. Mesela anlatımlarımda atasözlerini deyimlerini çok severim günlük hayatımda alışkanlı olarak da kazandırdım. Az önce demiştim ya bana oldu. Evet, bir atasözünde ki gibi "bitti kanladı" evet benimde bittim artık kanladı. Hiç kimsenin gücü yetmez. Gerçek yaşamın içersinde beni dinleyen çok az kişiye hiç duymadıkları hikâyeleri birinci ağızdan alıp, onlara servis ettiğimi. Bununda emin olun benim anlatımlarımda zaman mekân kişi kaydırması olanaksız dediğim gibi duygu ve düşüncelerin özüne dokunmam. Göreceli şeylerin izleri silinmez. Ve doksanlı yıllarda kardeşlerimle Gebze çayır ova mahallesinde oturduk biz. Anadolu’da geldiğimiz yeni bir çevreye güven duyma açısından. Pek fazla arkadaşlık bağlarımız kuvvetli değildi. En acı tarafı korkularımız vardı bizden önce Anadolu da gelen gençlerin yaşadıkları çok kötü örneklemelerini duyduk tabi ki o sebepten dolayı kirada kaldığımız evin sahibi dışında onların çevresini tanıma fırsattı yakalamıştık hepsi o kadar. Ev sahibimizin ise Gülhan adında çok sevimli hayalleri sakar bir kızları vardı. En olmadık anda lafı gere gereksizce bir o kadar da bilge tekniğini içindeydi. Bir bakmışsın iki yaramaz kız çocuğunun paylaşamadığı o bez bebek olması akılına gelirdi. Duygu duruluğu bu olsa gerek bez bebeğin kalp yerine içine doldurulan pamuğa dokunur gibi sever okşardı. Sonra kendi kendini karakterize edilip ya ben; Herkesin parasının son kuruşuna kadar yatırdığı bir yarış atımıydım? Yok, şansa bırakılan koşunun o atın vebalini taşıtacak bir verimlilik yanını sorgulardı.
Hakikaten şimdi bedenimi kendi gizemine sürükleyen o his kadar bir denge kuramama siz bakmayın kendi üzerimde pirim yapacak yüzlerce karakter analizini size yapabilirim keza oda tartışılmaz bir şekilde ve naziklik gerektiren sonuçlar ile bir Lunaparkta ki atlıkarınca gibi fikirlerim bir yükselir, bir alçaldığı anları anlatırken. Bana asıl bunların aşır yorgunluk hissi veriyor olmasını bir kenarda ise göğüslemek zorundayım.
Birde olayın dokunulmazı nedir biliyor musunuz? Sorumluluk ve sorgulanmak ilk bakışta birbirinden uzak kavramlar olduğunu sezinlersiniz aynen benim gibi ama konun o yanıtsız kalan kısmı beni alıp, her hangi bir mantık aramadan. Olması gereken yere getiren şartların çokluğu içinden çıkılmazlığıdır.
Bakın yaşadığımız şu evrende fikrinden fire vermeyen kaç kişi kaldı ki okumuş yoklamış kitap kalmayan o ayaküstü selam verdiği insanlara büyük bir zenginlik verende.
Aslına bakılırsa birden ne olduysa bende anlamadım. Pencere vebaline sıkışmış perdeleri usulca aralayınca, sihirli bir sopanın ucunda bana doğru renk renk ve şekilden şekle giren bir sürü ışık topları yağıyordu. Sanki bir kenarda unutulmaya terk edilmiş olan bir beni buldu. Nasıl bulma şekline gelince karışı binaların pencerelerini süsleyen bir birinde irice aynalar belirledi. Yüzümdeki sıfır makyajla kalıcı kaz ayakları daha bir belirginleşmiş çukurlar oluşmuş naah! Başparmağım kadardı. Ya saçlarımda ki o renk karmaşasına ne dersiniz orijinal siyah saçlarım beyaza teslim olmuşta sanki benim haberim yoktu. İnsanın kendine sadakati burada devreye giriyor ben istesem de; istemesem de. Saçımda ki işlen o renk oluşumunu görmemi engelleyen asıl şey saçlarımın hep tepeme de toplu olması mıydı? Belki de
Saçım söz konusu olunca acımıyorum bile kendime öyle hafife alınmayacak kadar da başka başka seçeneklerim var olmasına vardı. Aslına bakılırsa evet ablamın ortanca kızı Gülay kuafördü. Ve kendini çokta güzel yetiştirmiş eli pratik olan bir bayan kuaförü idi. sanrım oda uzun zamandır benimle görüşmemişti ki görünce desin ki." yaaa bu ne hal teyze " der. Resmen beni 20. yüzyılın dehası olarak anılan ünlü fizikçi Einstein’ına benzetirdi.
Aynada görünen farklar saçım ve yüzüm dışında giyimim ise ayrı bir felaketti hafızamı zorlayacak olsam sahi ben en son ne zaman bir mağazanın kapısından içeri girmiştim. Ve yanıp, sönen spot lambaların atında renk uyumuna göre dizlen her hangi bir elbiseyi eteği askısından çıkarıp denedim. Yuh ki! Yuh bana Alış veriş seçeneği bol bir şehirde yaşarken söyle insanların beden mesafesine takılmadığı bir semt pazarına gitmişliği hele ki hiç yok gibi kalabalık çocukluğumun verdiği bir alışkanlık pazara girersem bir daha çıkamam kayıp olurum korkusu ile pazarda bir şeyler alıp, vermeyi hayatımdan bu yüzden çıkarmıştım. Kıyafet konusunda bir yok oluşun son temsilcisi gibi yırtınanı yamalamayı nasıl düşünmemişim doğru ya beni insanlardan farklı kılan şeyi şimdi anladım market alış veriş yaparken orada bulanan müşteriler ve elamanlar garip garip bana bakmalarını evet elbise modellerim çok eski daha ötesi hep eski. Evet, bu giyimle bu kuşamla bir kadın olarak ben üç sefer terk edilmeyi hak etmişim.
Bazı alışkanlıklar ise taaaa! Çocukluğuma uzanır. Ben sorayım siz cevap verin bana; yetiştiğin çevre ile alakalı bunlar tarla bahçede çalışan bir kadının kendine ayıracağı kaç dakikası olur. "ay bir saniye ocağı yakmadan bir rujum tazeyleyim " diyen bir kadın hata bunun tam tersinin düşünen başkaları kadınları kolaçan etmeden ve hiç uzağa gitmiyorum annemi anlatayım size. Tek örnekleme yapacağım. .annemin bir pazar gününü dediğim gibi özetleyim. Beşkardeş biz iki tane dayımın yetim çocukları ve normal köy hayatı içersindeyiz gün boyu toz toprağın içinde yedi çocuğu doyur ve yıka kirlilerin içine atılan elbiselere gelelim bu günün şartlarında o elbiseler yıkansa dört makine çamaşır çıkardı. Oy benim kıymetli anam bunları elde yıkardı. Daha neler neler var o yürekli kadınların hayatlarında çalınan kendi hakları.
Çevremizde ağa paşa hanımı havasında olup sayıları az da olsa örnek teşkil eden biriler oldu tabi ki çocukluğumun geçti o küçük ilçede gayri Müslim aileler yaşardı ve onların kadınları çok farklıydı. Giyimleri sade ince bellerini beli eden geniş kuşak ve kemerler takarlardı asıl önemli olan renkler neon renkleri pek giyindiklerine rastlanmazdı. Tam tersi ilçede yaşayan biz aşiretler gibi değillerdi. Asıl onları bir peri şekline getiren yüzleri bembeyaz ve pürüzsüz o dudakları hafif pembesi renk hâkimdi. Rujun varlığından habersizdik desem bana güllersiniz evet ben o çocuk algısı ile hep, düşünürdüm ve neden bu hanımefendilerin o dudakları bu kadar pembedir diye. Sonra rujun maharettin keşfettik ama yıllar sonra tabi ki. Ruj anılarımda hoş bir detaylandırmadır. Ayrıca o kadınlar yanında yürüyüp geçerken mis gibi kırk çiçeklerini andıran parfüm kokarlardı.
Vay! Anam vay
Ya o kokunun bana verdiği hayranlıkla birbirinde güzel oldukçada özel düşler kurardım. Hele ki Bahar aylarında evimizin sağ yamaçlarında açan o renk renk kır çiçeklerin aklını çelip, eve getirir sonra bir kimyager edası ile şişelere toplar sanki bir sihirli değnek değecek ve şişeye hapis ettiği o çiçekler güzel hoş bir kokuya dönüştürecekti. O hoş kokunun oluşumuna harcadığım zaman çocukluğumun bana kazandırdığı ilk yenilgiyiydi. Hepimizin ise bildiği bir atasözü vardır. "kedi erişmediği ciğere murdar dermiş" başkasının icadı olan parfümlere bu sefer gıcık oldum. Görünmez kılınan her şey ama her şey hoşuma gitmesini aleyhime çevirmişken Ruhu savaşçı olan yenilgisini asla kabul etmezdi Kim bilir İlerde koku savaşları olacak her fırsatta çokça parfüm alma hırsımı genişletmiş şişesine dokunmak şurada dursun bir kere olsun tenime güzel kokunu sunmayınca kimseye de hediye de etmedim.
Bir o kadar komik bir o kadar gariptim işte çılgın bir âşık gibi hayallerimi karşıma alıp ama her gece onları izlemeyi tercih ettim. Ben bir damlasına kıyamazken kokuların yeryüzündeki dağılımına katkısı olan Fransız Kral 14. Louis parfümün hayatımıza girmesinin gizli kahramanlarından sadece bir tanesi; güzel kokmak için Fransa da o tarihte koku üzerine devrim yapmasın nedenlerini örten garip yasalar bile çıkarmış. Çıkarmasın ne yapsın sayın kral; Bir var ki kendisinin su sabun ile yıkanma korkusu mevcut onun için kendisindeki o nahoş kokuyu gizlemek içinde Dünya ve Fransız tarih kitapların da parfüme ayrı bir önem verdiği anlatır. Bu da gösteriyor ki İnsanların güzel koku kötü koku ile başları hep dertte olacaktır… Kokuların dünyası kendi eksenin de dönmeye alışkın alma isteği ve kadar süper bir enerji akımı dört tarafımı kuşatması Ve kaçan bir beni kovalamam hissi beli bir süre devam etti.
Haklı olarak bu bulantıcı ev havasından bir an önce kurtulmanın tamda zamanı dedim. Yukarda anlattığım gibi yaşamım sadece ve sadece duvarda ki tozlu resimlerime hapis olmuş benim kamufle ettiğim kişilik kazandırdığım her hangi biri benimle uzak yakından hiç biriyim.
Biliyorum ki bu söylediklerime asla inanmasınız. Ama siz yinede inan o beni değilim. Ya kısaca hep evimdeyim. Bir şeyler okumak kadarı yazmakta ruhumu fena halde daraltılmasına müsaade edenim de. Yüreğimin zirvelerinde sallan o sevinç bayrağı bu sefer sadece dışarıda açık güzel havaya doğru dalgalanmak istiyordu.
Hemen oturduğum evin karşı sokağında güzel ağaçların gölgesinde olan çok şirin mi? şirin bir kâffe vardı. Birde dışarıya çıkma diğer bahanem neydi biliyor musunuz? Yatak odasında makyaj masasını işkâl eden o bütün markalı ürünlerin tek tek alındı. Çok geç bir sahiplenme oldu ama Bu gün onların kullanma hakkının bende olduğunu hatırladım. Daha doğrusu yüz ifademi sertleşen çizgileri az renklendirip, yumuşatmakla başladım. O an hissettiklerim başka zaman diliminde elimde patlar bulmamı bir kenara bırakarak ve sessizliğin kalesi evimin dış kapısını hızlı bir şekilde kilitleyip, merdivenleri tek tek özenerek adımlarım diğer adımı takip etti. Binada inanılmaz yaşamla alakalı belirtiler vardı. Oysa ben o koca binada tek yaşadığıma öyle alışmıştım ki daha doğrusu alıştırıldım. Koca şehirleri en kötü yüzü de bu kimse kimseyi tanıması ve merak etmesi ilgisizlik alanının daha bir genişletmesine de bağlı olduğunu düşünmeden edemiyorum. Ama ben öyle sevimsiz biri değilim merdivenden aşağı inerken çıkarken insanları bırakın o evlerden yükselen yemek kokularına bile gülümsüyordum. Kısaca mutluluğun resmi nasıldır herkese göre bilmem ama benim hoş kokulu nesneler yüz ifademin mutluluğa şüphesiz tek resmidir.
Ve Bu binada yaşayanlar hemen hemen hepsi orta gelirli insanlardı. Nerden mi anlıyorum? Hep sebze pişirirlerdi kokardı Mis gibi. Yer misin? Yemez misin? Diye.
İnan ki beş duyu arasında Koku alma duyusu muazzam bir şey rabbim kısmadan bana fazlası ile vermiş olduğuna seviniyorum. Bir prenses gibi o mis gibi yemek Kokuların eşliğinde merdivenleri tek tek inmeye devam ettim ve Aşağı inmeme tamam tamına son iki kat kaldı. Işıklar kısa tasarruf ayarında oluğu için sık sık duraksamama neden oldu. Gözlerim karanlıktan ışığa alışınca bir baktım ki geniş çelik kapılı birde demir bir kapı daha yapılan dairenin hemen önündeyim. İçeriye birikmiş bir sürü çocuk sesleri aldım cıvıl cıvıldılar. Vaz geçilmezim o kokulara takıldım evet beli Hamarat bir anne var içerde. Kahvaltıya biber közlemiş taze tereyağlı ve vişne reçeli olmalı masada. Hata bir gün bu dairenin merdiven boşluğunda bekleyip, uzun uzun tereyağı kokusunu ciğerime derinliklerine çektim söylemesen inanmazsınız evet evet aynen hayalim şu idi. birçok yörede farklı şekilde yapılır eminim bizim Sivas yöresinde o hamur işine hıngel denilir
Annem hıngeli çok güzel yapar onun yapılışı ince bir işçilik gerektirir pişmesine kadar. Zahmetli bir iş açıkçası hıngeli bende çok zaman oldu yemeyeli annem Memlekette olduğu için sipariş veremiyorum neyse hıngele dönelim tarifi ile
Hingel Tarifi İçin Malzemeler
1. 1 yumurta.
2. 1 su bardağı ılık su.
3. Aldığı kadar un
4. 3-4 orta boy patates.
5. Tuz, karabiber, kırmızı toz biber.
6. Tereyağı
7. Su.
8.
Bu gün tarifi ile kalayım ama bir gün mutlaka kilo almaya suç ortaklığı yapacak birini buluruz. Bol tereyağlı yanına süzme köy yoğurdu.
En niyetinden dışarı özgürlüğüme kavuşmak için binanın dış kapısını açtım. Hemen girişte ellerinde top küçük oyuncak bulanan iki üç erkek çocuğu otuyordu. Zaten her bina giriş çıkışlarımda görüyorum bu sevimli çocukları.
Binamızın kapısı direk sokağa açılmıyordu yan tarafa verilmiş geniş merdivenlerin sağlı solu bahçe havası verilmiş dar bir tünelle benziyordu yolu sonra üçgen bir bahçeye açılıyordu. Tipik Türk mimarların eseri olarak bizde neye yaradığını bilmeden o daracık bina girişi ve üçgen bahçeden ayrıca haberiz önünden geçip gidiyoruz. Kimsenin şikâyetçi olduğu yok benimde öyle başkalarının hayalleri bize fatura edilmesinden de
Binanın bahçe kapısını büyük bir gürültü ile arkandan çekip. Çok renkler içine dağılan ruh halim tek ayaküstünde ve cezalı değil
Neden mi? Hem boyumu biraz daha uzun gösterir mantığı ile kıvırcık lüle lüle olan saçlarımı kalemle tam tepeden toplamıştım.
Genelde kadınların arada bir yaptığı giyim hatalarını ben her seferine rekorunu elimde olduğunu kanıtlamış Kısaca renk uzunluk kısalık bir arada idiler. Şu an da bile üstüme bol düşen saten gömleğimi çok büyük görüntü veren kalçalarımın sağı soluna çekiştire çekiştire ve güneşin zirvede olduğu bir saatti çünkü gölgemin yüzünü ayaklarımın önüne düşürmüştü. Kâffe ya doğru yürüdüm. Ve kâffeye doğru yürüdükçe hedefine yaklaşan vahşi bir hayvan gibi nefesim sıklaştı. Oysaki ben birinin beni bekleme hissini yaşamayalı çok uzun yıllar olmuştu. Her nedense bu gün yaşın verdiği bir yerleri görüp keşfetme algısı benimle yükseldikçe yükseldi. Korkusuz eli ayağı çözük rüzgâr gibi beni önüne katıp götürmesine izin verecektim. Yâda hiç dışarıya çıkmayacaktım. Çünkü eskiden gidiş kadar o dönüşlerim öyle renkli öyle ki renkliydi ki! Hayallerimi bıraktım her yere her yüreğe mis kokusu sinerdi.
Sonra çokça şiir olurdum.
Deniz doğururdu.
Kendi akranı mavi gözlerime
Hemen sahile iç kısmına doğru. Kimi zaman hıçkıra hıçkıra birilerinin peşine ağlardım.
Her nedense gelmezdi
Gelmeyi unuturmuş bulurdum.
Öyle yufka yürekliydim ki dayanmazdım ona
Yaramazlığına kızmayan
O beni alır giderdim peşine.
Sevmek öyle ve onun için iyi davran kendine.
Yoksa kendine aranan bir sisteme bağlı olduğunu kimseye anlatamasın. biliyorum ki dünün telafisi zordur bu güne göre de. size en iyisi köşe başına kadar yürümenin bana getirisini anlatayım. Hiç birinde selam almam birlerinin hatırını sormamak gözün gözle teması yok kısaca uçuk mavi renkler grili sema ile eşleştik ulaşılmaz olmak bu olsa gerek. yâda görünmez olmak açıkça her ikisinden de nefret ediyorum. ….
Bir solukta kâffeye gelmemle bütün dünyayı turlamış gibiyim ayaküstü biraz bekleyip kâffenin sağını solunu inceledim. Oysa oturduğum çatı katında kâffe hap kadar görünüyorsa da kocaman bir bahçesi ile süper bir yermiş… İçeriye doğru bedenim dışarıda ve hafifçe içeriye başımı uzattım. Dışarı da gelmenin karanlıkla verdiği kısa alakasızlıktan sonrası gözümün ışıkla alışması uzun sürmedi.ilk başta Kim var kim yok yüzler belirginleşti.
Ve Kâffede bir iki genç oturduklarını fark ettim ve o yüksek ses tonları ile işgalci adamlara benziyorlardı.
Güzel ve kötü kokuların beni her yerde bulacağına öyle inanmışım ki kâffede bulabileceğime hiç şaşırmadım. Çünkü Kâffeyi baştan aşağı saran koku gençlerin ayak ve koltuk altı kokuları idi. midem bulanmış istifraa yakın Derin bir nefes alma hissinden sonra bir ayağım içerde diğeri dışarıda kala kaldım. geri dönmeyi istedim buda benim bir yer ve kişiler hakkında fikir edinime avıma çok ama çok tersti. Neyse gelmişken bir kahve içeyim dedim ve her hangi bir masaya doğru yöneldim. Orada oturan gençler benim içeri girmemle biraz toparlandılar. Toparlanmalarının nedeni yaşım birde bayan olmamdan kaynaklandığını düşündüm. Sağ olsunlar bu çağda böyle görgü kuralarına uyan gençlerin olması umut verici, onları hafif başımı öne eğerek teşekkür edip, selamladım.
Bilen o ki her güne çarşaf çarşaf kayıp giden haberleri okuruz. Başlarına gelen her kötü şey yaşandığı gibi yazılıp çizildiğini sizde düşündünüz demi!
Bu konu da sizin gibi farkında lığını yaratanların sayısını abartısız hesaplarım eminim acı ile az buçuk ses tonun yükselten kişiler var aranızda yok değil böyle bir hakkımda yok.
Gerçekten güvenin eksik olduğu yerlerin hemen hemen hepsi geliş güzel kılıfına uydurulmuş sözlerden ibret olmadığını biliyorum. Araya birde inanışların o ırkçı kavramları empoze edildi mi? bizden kaç kişi eksilir fazlalaşırın o seyrinde kafanız karışır.
Bakın şöyle bir örnekleme yapayım konuyu netleştirme bakından. Eminim daha da iyi olacak. Her insanın daha doğrusu canlının suya olan ihtiyacı üç güne sınırlayan bilim adamları deneyler denenimler göstermiştir. Ne kadarı inandırıcı az önce dediğim gibi kişideki algı olayına bağlı. Ben diyorum ki biz söyle yapalım her gün kendimizden bir bardak güven eksiltelim. İnan ki düşüncesi bile korkunç sonuçları getirdi aklınıza. Olayı terste çözerliği imkânsız onun için güven olayın tazelemeyi kendimizle başlayacağız.Bir gece vakti ayak sesinden bir hayli yoksun. Her hangi bir şehir ve sokağında Buluna kimliği meçhul o varsayımlara takılmayacağız Öyle merhamet duyguların yoklayan Nereye ait olabileceğini düşünen bireyler bize lazım.
Ben derim ki düşüncelerinizi genç tutun gençleri daha iyi tanıyı, anlamak içinde Uzun gecelerin cümle savaşlarının bana yarenliğine o kadar alışmışım ki gün boyu aynı eşofmanla olduğuma hiç takılmam sanki ne olacak takılıp, kalırsam şöhretin bir nevi esir aldığı o şahane kadınların biri mi olacaktım? Nerede o günler kim kayıp etmişte ben bulmuşum. Güne düşen bu halim abartısız beş kuruşsuz düztaban arada bir eklem romatizmaları tutan ve cici süslü ve topuklu ayakkabıları varda yokmuş gibi davranan emine ablayım belki de.
Kadının şu dakika bile adını anarken O çatlak sesi bir kulaklarımdan yakılandı ki hiç sormayın tel teneke gıcırtısı gibi yakınlaştıkça birden uzaklaştı evet gün yüzü görmediğine dili damağı kuruyan beş çocuk doğurganı o işte emine: keşke emine hanım olsaydım. Hani bir tabir vardır halk arasında tek başına devletti bizim emine hanım: Öyle kendisi ile barışıktı ki En başta kilo alma derdine çaresizlik gütmüyor. Bir oturuşta yedikçe devleşen bedeni öteki tarafa yüklü giderim mantığında. Evet, öteki tarafta lazım iyi yük ile gitmeli bence de. Ne o öyle gıdım gram diyetlere girenlerin çilesi çekilir gibi değil. Var yok misali kayısı çekirdeği gibi iki göğüs ve çubuk makarna azizliğinde kırıldı kırılabilecek olan bacakları. Kısaca eti kemiğe yakıştıran havası ondan yeni bir o yaratırdı. Dış görünüz bazında herkes istediğini yapmaya bilir fakat benim düşüncem tipik görselliğe esnaf olmak lazım kimseyi geri çevirmeden efendim! İstediğiniz vücut özellikleri şu an bizde kalmadı ama gelecek birkaç saat uğrarsanız alırsınız.hepsi birkaç eğik başlı birazda mahcup olmuş cümleye bakar. Velhasıl açık sözlü olmada kimse alınıp kırıldı mı? Yok! Börtü böcek nasıl yaşayacak yarada nın yaradılışa verilen ye babam; o yedir keyfiyeti benim için çok önemlidir.
Sözü fazla uzatmayım genel olarak hayatımız da gerçekleşmesi gereken doğruları bilip, bilmeden hayal gücüne dayattık ama neyse ve mola bitti 1+1 çatı katıda ki odamın içinde şık kıyafetler giyinmenin benle bir alakası kalmazdı. Benim hüsnü kuruntum işte bir iki fincan kahve içmek benim faydama çünkü yarın hiç kimsenin beni uğurlamaya gelmeyeceği şehir dışına çıkacaktım. evet bir kitap fuarı bu benim planladığım ve de hayal ettiğim bir yer falan değil bu yayınevimin birkaç arkadaşın yıllardır düşünüp, yapmadıkları bir geziydi. Nerede konaklanır neler yapılır konusunda hiçbir fikrim yoktu. Zaten merak edecek heyecana kapılacak bir durum oluşmazken Onlar gidecekler ben onların peşinde asıl konu nedir biliyor musunuz? Birinin varlığı yanımda olması beni daha çok hayata bağlama ve mutlu etmesi çok önemli idi. olması gereken bu değil midir?
Çoğul nefes almak adına ona uygun çoğul kararlar adına o zekâ insanı diğer canlılardan ayırır.
Mesela sakat bir kuşun kanatlarından tutup, uçmasını sağlayan başka bir kuş gördünüz mü? Yâda çok fazla su yutmuş bir balığa suni teneffüs yapan başka bir balık. Zaten kimsenin nerede hangi hayatı geride bıraktığını önemsemediği kadarı da Aksilikler cam kırıkları ile ve onların sonsuza kadar kalacağı tapınaklar inşa ediyor tabi. Kimin, akılına gelmez ki hayatını başkalarının emrine vermenin o kaygısı Ya ben kendimle neden bu kadar yalnızlığı ve kimsesizliği yaşar buluyorum. Sanki herkesin dişleyip sakat bıraktı bir elma hikâyesindeyim.
Var sayın ki Havva ananın âdem babaya elmayı yediren cesareti bana verilmiş. Cennette talip olacak hangi noktada olduğum şu an hiç düşünmek istemiyorum……
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.