- 419 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Figüranın Bir Günü
FİGÜRANIN BİR GÜNÜ
Akşam olmuştu. Büroyu tam kapatıp çıkmak üzereydi ki, gelen bir telefonla yarınki programı allak bullak oldu. Telefondaki ses:
“ Merhaba üstadım, ben İlbey. Güzel bir takım elbise giy, yarın sabahleyin saat 08.00 de Atatürk Kültür Merkezi önünde ol” , diyordu.
Önceden reklamcıydı. Şimdi üstad da olmuştu. Üstad iki gündür takip edip sonuçlandıramadığı işini oğluna havale etti.
“ Yarın ben çok uzaklarda olacağım, büroyu da tam saatinde sen açacaksın “ dedi.
Ertesi sabah erkenden kalktı. Kahvaltı bile etmeden giyinip, çantasını alıp çıktı. Tam saat 08.00 de Taksim’deydi. Ara sokaktan meydana çıktı. Vakit henüz erken olduğundan etrafta belediye, zabıta falan yoktu. Yollar, köşebaşları ve meydan simitçi, çaycı, çörekçiler tarafından işgal edilmişti. Bir tek poğaça çayla kahvaltısını ayak üzeri geçiştirdi. Sonra Atatürk Kültür Merkezi’ne doğru yürüdü. İleride kızlı oğlanlı bekleşen gençler vardı. Hiç birisi tanıdık gelmedi. Sonra bir gruba yaklaşıp, birisine “ Siz Action Ajans’tan mısınız?” diye sordu. Hayır, dediler.
Biraz ötede tek başına beklemeye başladı. Yeni gelenler sarılıp öpüşüyor, şakalaşıyor, sonra beklemeye başlıyorlardı. Beklerken açlığının farkına varanlar AKM nin arka tarafına doğru gidiyorlar, birşeyler yiyip geliyorlar, Bazıları da ellerinde çay ve yiyecekler getiriyorlardı.
Epey bekledikten sonra bizim takım da toparlanmaya başladı. Derken Action Ajans’tan İlbey Bey ve elinde dosyasıyla asistanı da geldi. Figüranların isimlerini ve hangi rol için geldiklerini dosyasına yazdı. İlbey Bey; birazdan araba gelip sizi alacak arkadaşlar, dedi. Asistanına da bazı talimatlar verdikten sonra ortadan kayboldu.
Asistan, grubu arkaya doğru, Figüranlar, artistler kahvesinin bulunduğu yere aldı. Orası figüranların bekleme ve hareket noktasıydı.
Bir tek sima dikkati çekiyordu. O, üçüncü sınıf rollere kadar çıkabilmiş, dizilerde biraz sıkça görülen, genç saftirik bir oğlandı. Üstad da dahil olmak üzere diğerleri hepsi parasız, hepsi işsiz ve hepsi figürandılar.
Araba biraz geç geldi. Herkes minibüse doluştu. Kızlı oğlanlı arkayı dörtlediler. Hemen hemen herkes birbirini tanıyordu. Aralarında lafazan, parlak bir çocuk da vardı. Adı Ali’ydi.
Ali üstadla da tanıştı hemencecik kaynaşıverdi. Sizde şimdi eskilerden ne şarkılar- türküler, anılar vardır, dedi. Üstad; herkesin bildiği İzmir’in Dağlarında çiçekler açar marşını birlikte söyleyelim, dedi ve hep birlikte söylediler. Minibüsün içinden taşan sesleri geçtikleri caddelerde, sokaklarda yankılandı.
Minibüs Taksim’den Dolmabahçe’ye, oradan Beşiktaş’a yöneldi. Barbaros Bulvarını tırmandı, Boğaz köprüsünden geçtiler. Çengelköy’ün içinden de geçtikten sonra şehrin dışına doğru sürüp gittiler. Dizinin çekileceği yere gelince herkes minibüsten indiler.
Çekim alanına gerek şirketin arabasıyla, gerek kendi arabalarıyla önceden gelenler de vardı. Asistan; buralarda bekleyin, oyalanın, sıranız geldikçe sizleri çağıracağız dedi.
Bahçesinde çiçekler güller, ağaçlar olan bir villa, karşısında bir müştemilat vardı. Müştemilatla villayı aralarında aşağıya doğru inen bir yol ikiye ayırıyordu. Villanın bahçesinde orta yaşlı güzel bir bayan ( Selda Alkor ) elinde kocaman bir bahçıvan makasıyla gülleri buduyordu. Müştemilatın önünde çok şık giyimli kodaman bir adam oturuyordu. Üstad ona bakıp; bu adam olsa olsa bu villaların sahibi olmalı, diye geçirdi.
Biraz sonra çok güzel genç, uzun boylu bir bayan villayla müştemilat arasında boy gösterdi, ileri geri biraz gezindi. Adının Demet Şener olduğu ve 1995 yılı Türkiye güzeli olduğunu daha sonradan öğrendiler.
Önce Selda Alkor ile Demet Şener’in rolleri çekilecekti. Kameraman, rejisör, ışıkçılar hazır. Demet Şener okuldan annesini görmeye geliyor, annesi bahçede gülleri buduyordu. Rejisör, oyun! diyor. Yolun başındaki Demet villanın bahçe duvarı kenarındaki merdivenli yoldan aşağıya doğru inmeye başlıyor, her basamağı indiğinde omuzlarında kesilmiş olan saçları havalanıyor, inip kalkıyordu. Demet bahçe kapısından girip “anneciğim” dediğinde Selda Alkor gülleri ve makası bırakıp arkaya döndüğünde kızını görüyor, hoşgeldin deyip kucaklaşıyorlar.
Adını sonradan öğrendiğim, Böyle mi Olacaktı Dizisi’nde birbirine sevgi ile bağlı 3 okul arkadaşı, Pervin, Gül ve Ayşe yaşamın zor yollarında birbirlerine destek veriyorlar.
Rejisör çekimleri kameradan izliyordu. Çekimler aksadığında veya ters giden bir şey olduğunda, “Kestik, kestik” diyor. O bölümün nasıl daha iyi çekilebileceği hakkında oyunculara bilgiler veriyor ve o sahneler yeniden çekiliyordu. Bundan dolayı Demet’in merdivenlerden inip bahçeye girinceye kadarki çekimleri de birkaç kez yinelenmişti.
Bir saat yemek ve dinlenme molası verildi. Herkese hazır yemekler ve ayran dağıtıldı. Herkes yemeklerini yedi. Yemekten sonra figüranlar büyük sanatçılarla birer hatıra fotoğrafı çektirmeye başladılar. Üstad da Selda Hanımdan bir resim çekilebilmek için rica etti ve bir resim çekildiler. Biri sanatçı, biri figürandı ama, ikisi de aynı yaşlarda, aynı kültürde ve aynı boylardaydı. Fotoğrafta iyi yakıştılar.
Sonra, önceleri hiç görünmeyen Şark Bülbülü’ndeki Zülfo Ağa, Sırrı Elitaş da göründü. Üstad onunla da bir fotoğraf çektirmek istedi. Fakat bu sefer işleri rast gitmedi. Zülfo Ağa buna sinirlendi, elini yukarıdan aşağıya ve sola doğru sallayıp kadrajdan çıktı. Üstad rica etti, razı etti, fakat ne yazık ki ikinci deneme de başarısız oldu. Zülfo Ağa yine aynı hareketi yapaıp kadrajdan çıkınca üstad da ısrar etmedi.
Yemekten sonra Demet Hanım’ın doğum Günü partisi çekimleri yapılacaktı. Asistan, gençler gelsin bakalım, dedi. Benimle arabada gelen kızlı oğlanlı gençler Demet’in arkadaşını oynayacaklardı. Ancak doğum günü partisi villanın içinde olacaktı. Nasıl oynadılar, nasıl çekildi, dışardakiler göremedi.
Arabalar hazırlansın, dedi asistan, şoförler gelsinnn. Arabalar hazırlandı, şoförler geldi. Annesini gören, ziyaret eden, doğum günü de biten Demet Hanım yine okuluna gidecekti. Arabaya bindi, şoförü onu okuluna götürdü. Bu çekim için de birkaç kez uğraşıldı.
Akşam olmaktaydı. Çekimi bitenler gerek kendi imkanlarıyla, gerek şirketin arabalarıyla birer, beşer setten ayrıldılar. Çok az oyuncu kalmıştı. Üstat da, bizi niye çağırmıyorlar, bizim çekim ne zaman yapılacak? Diye endişelenmeye başlamıştı ki, Avukatlar gelsiiinnn, dediler. Müştemilatın önüne çağırıyorlardı. Üstat ve kodaman görünümlü adam ve Selda Alkor da geldiler. Meğer kodaman görünümlü adam da üstat gibi avukatmış.
Selda Hanım avukatlarıyla kızının bir problemini halletmek için konuşuyor. Sesi normaldi ama mimik ve vurgulamalarıyla, vücut dilini iyi kullanmasıyla bazen kızıyor, bazen bağırıyormuş gibi görünüyordu. Bunlar diyaloglu oyuncuların bilmesi gereken önemli bilgilerdi.
Akşamdan sonra set ve son kalan oyuncular toparlandı. Herkes şirketin arabasına doluştu. Dönüş başladı. Demet Şener kendi arabasyla arkadan takip ediyordu. Sabahki uzun çileli yolculuğu bu sefer tersten takip ediyorlardı. Çağlayan çevre yoluna geldiklerinde saat 23.00 gibiydi. Üstadı durakta indirip ötekiler yollarına devam ettiler.
Bir ay sonra ödenekler çıkmıştı. Üstada telefon ettiler. Gel ücretini al, dediler. Üstat Ajansa gidip ücretini aldı. Saymadı bile. Sabahın erken saatinden gecenin geç saatine kadar çalışmaya karşın taktir edilen ücret çok azdı. Elimde mi tutsam, cebime mi koysam diye düşünürken, Taksim’deki meşhur McDonald’s restorantı aklına geldi. Acaba bu parayı McDonald’sta bir seferde mi yesem, iki seferde mi yesem diye düşündü. Birden evdeki çocukları aklına geldi ve evin yolunu tuttu...
Mustafa UZELLİ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.