- 524 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mucizeler çağı sona erdi; artık akıl ve bilgi çağındayız!
“Hani siz, ‘Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıktan görmedikçe sana asla inanmayız’ demiştiniz. Bunun üzerine öylece bakıp dururken sizi yıldırım çarptı. Ölümünüzün ardından, şükredesiniz diye, sizi tekrar dirilttik.” (Bakara 55-56)
Görme iki türlüdür: Birinci baş gözüyle gerçekleşen görmedir; ikinci görme şekli ise, akılla hâsıl olan görme şeklidir. Basit bir ifade ile söylersek: Odamızda otururken sokağımızdan gelen korna sesinden onun bir otomobile ait olduğunu biliriz. İşte bu, gözün değil, aklın görmesi ve bilmesidir.
Fakat insan illa gözcüdür; baş gözüyle görmeyi bir şeyi doğrulamada geçerli yöntem sayar. Muhakeme gücü gelişmemiş insanların tavrıdır. Allah Teâlâ’yı baş gözüyle görmeden inanmayacaklarını söyleyen İsrail soyunun bu talebi soyut düşünme kabiliyetlerinin yeterince gelişmediğini gösterir.
Mısır’da Piramitlerin ve ilah heykellerin gölgesinde köle olarak yaşamış, okur-yazarlıktan mahrum, alt bir sınıf olan İsrail soyunun soyutlama yapabilme yeteneğinden mahrum olduğu isteklerinden ve sorularından anlaşılır. Zaten konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim ayetlerine topluca bakılınca İsrail soyunun derin bir cehalet içinde olduğu kuşku götürmez bir netlikte görülür.
Peygamberler, özellikle vazifelerinin ilk dönemlerinde, halklarını Allah Teâlâ’ya imana, didaktik bir yöntem kullanarak değil, daha çok mucizeler göstererek davet ettiler. Nitekim Hz. Musa, Mısır halkına ve Mısır yönetimine, işin başında, kitapla değil, mucizeler değneğiyle, gönderildi. Değnekten sâdır olan olağanüstü haller (Allah Teâlâ’nın kudreti) onların oluşmuş zihinlerini (oluşmuş değerler dizisini) çatırdatmaya yetti. Hz. Musa, eğitim ve ikna yöntemini kullansaydı, belki onlarca yıl süren bir çaba sonunda küçük bir cemaat elde edebilecekti. Ancak, mucize yöntemiyle amacına kısa sürede ulaştı.
Yahudi soyunun, ‘Tanrıyı bize göster; yoksa sana inanmayız!’ isteği karşısında, Hz. Musa, derin düşünme yeteneğinden mahrum halkına, yaratıcının baş gözüyle görülmesinin neden imkânsız olduğunu anlatırken, Allah Teâlâ, yıldırımla onların ölümünü sağladı. Ardından tekrar diriltti. Mutlak ölümü ve yeniden dirilmeyi aynı anda yaşattı. (bas-u badel-mevt) Böylece Tanrının Yüce Zât’ını değil, fakat fiillerini bizzat kendi nefisleri üzerinde en etkili şekilde gördüler. Bu tecrübe en azından onlara yaratıcının her şeye kadir olduğunu; öldürenin ve diriltenin yıldırım olmadığını, Allah Teâlâ olduğunu öğretti ve imanlarının artmasına neden oldu.
Sonuç: İnsan, beş duyusu ile varlığı gördüğünden, fakat onun zahirinde ve batınındaki ilahi kudreti, hikmeti ve iradeyi beş duyusuyla doğrudan göremediğinden, inançsızlık, dini hayatta gevşeklik, bugün de sürüp gitmektedir. Artık, mucizeler çağı geride kaldı. Mucizeler göstererek kitlelerin Allah Teâlâ’ya karşı farkındalıklarını artırmanın bir imkânı yok. Eksiklik bilgi eksikliği de değil. Çünkü bilgi hiçbir çağda olmadığı kadar çok ve elde edilmesi o nispette kolay. Dini hayatın yaşanmasında aklı, bilgiyi kullanmanın yanı sıra, Allah Teâlâ’ya karşı yakınlık kazanmış insanların (Salih kullar) ve İslami hayatı olan örnek cemaat sayısının artması gerekiyor.
YORUMLAR
Allah’ın, eğer mucize göstermiyorsa, kendini insana anlatması için cemaate ihtiyacı olduğunu söylediğinizin farkında mısınız?
Bazen kim inanıyor kim inanmıyor karıştırıyorum gerçekten.
M.Talat Uzunyaylalı
Âl-i İmrân suresi 104. ayet şu şekildedir:
"Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki (Onlar herkesi) hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirmeye çalışsınlar. İşte gerçek kurtuluşa erenler onlardır."