İZMİR FACİASINI UNUTMAYINIZ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“Göklerden yıldırımlar yağsa, dağlardan kanlı volkanlar fışkırsa, denizler taşsa da araziyi tufanlara boğsa idi Türklüğe, Alem-i İslamiyet’e belki o kadar tesir göstermezdi”.
Giresun Işık Gazetesi ( İzmir işgali ardından)
Birinci Dünya Savaşı sonrasında :
‘’St. Jean de Maurienne Anlaşması ( 19-21 Nisan 1917)
Taraflar: İngiltere, Fransa, Rusya ile İtalya
Amaç: İtalya’nın Anadolu Asyası üzerindeki haklarının belirlenmesini sağlamaya çalışması.
Anlaşmaya göre Antalya, Konya, Aydın, İzmir ve kuzeyi İtalya’ya bırakılıyordu.’’
Bu yapılan gizli antlaşmalar sadece biridir. Burada bahsi geçmesinin sebebi daha sonra İzmir’in Yunanlılara verilerek İtalyanları kızdırmış olmasıdır.
Mondros Mütarekesi sonrasında artık bitmez tükenmez kabus günleri adım adım geliyordu. Vatanın her yerinden saldıran düşmanlar öncelikli gördükleri yerlerden başlayarak ülkeyi talan ediyordu. İstedikleri yeri, istedikleri şartlarda, istedikleri gibi işgal ediyorlardı. Müslüman halka etnik kökenine bakılmaksızın kıyım ve işkence tarif edilemez acımasızlıkla son hızıyla devam ediyordu. Fransızlar, İtalyanlar, İngilizler ve tabi ki bunların şımarık çocuğu Yunanlılar azgın bir canavar gibi topraklarımızı kana buluyorlardı.
Mondros Antlaşması ile artık tamamen fişi çekilmiş olan Osmanlı Hükümetinin sembolik varlığından başka hiçbir etkinliği kalmamıştı. Antlaşmaya göre orduların fiilen bulundukları yerde kalmasını şart koşmasına işaret eden maddeye rağmen ilk işgal edilen yer yabancı kuvvetlerin bulunmadığı Musul olmuştur. Tarih boyunca hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar için oldukça önemli olan Musul’un işgalinin verdiği üzüntü henüz atlatılamamışken birkaç gün sonra bu kez Çanakkale darbesini aldık. Hem de Çanakkale! Uğruna 200 binin üzerinde şehit verdiğimiz, günlerce kanımızla suladığımız, uğruna ölmekten çekinmediğimiz Çanakkale artık düşmanın tek mermi bile atmadan girdiği, düşman çizmesinin tüm mahremlerimize tek değdiği bir yer oluvermişti.
Ülke ilk direnişin gösterildiği Dörtyol’dan Batum’a , Musuldan Samsun’a dek alev alev yanıyordu. Sultan ve yanındaki devlet yetkilileri tüm olan biteni kılları bile kıpırdamadan izliyorlardı. Damat Ferit tarihe utanç ve hainlik notlarını birer birer düşerken Sultan onu her istifasından sonra yeniden göreve getiriyor, Anadolu’yu acıdan acıya sürüklüyordu.
İzmir! Ah, İzmir! Güzel, şirin şehir ve tüm yabancıları dostlukla kucaklamış naif, misafirperver, nazik halkı ile tüyler ürperten günlere yaklaşmış olan İzmir. Büyük Yunanistan hayalinin başkenti İzmir. Ev, iş ve yaşama hakkı verdiği komşuları Rumlar tarafından acımasızca katledilecek olan biçare İzmirliler.
Tarihe düşülen notlardan alıntıdır:
‘’ Papaslar, mekteb hocaları bütün kuvvetleriyle mekteblerde, kilisalerde, Rumlara:
-Artık bu pis Müslümanlardan çekdiğimiz yetişir. Yarın Yarın Yunan orduları gelecek, bizi bunlardan kurtaracak, bizim intikamımızı alacak.
Yolunda vaaz ve teşviklerde bulundular. Hatta bu teşvikde o kadar ileri vardılar ki İzmir’de (Seydiköy) nahiyesinde
Papas’ın biri:
-Ey Allah’ın sevgili kulları olan Rumlar. Kuyuları daha derin kazınız, kollarınızı daha kuvvetlendiriniz, bıçaklarınızı daha çok bileyiniz, iplerinizi daha iyi bağlayınız. Çünkü Müslümanların ecelleri geldi. Onların Azrail’i siz olacaksınız. Yakında kuyuları bu mundarların leşleriyle dolduracağız ‘’
İzmir adım adım karanlık günlerine ilerlerken Mustafa Kemal Paşa Saltanat tarafından Müfettiş Paşa olarak Anadolu’daki isyanı bastırması için görevlendirilmişti. Mustafa Kemal Paşa, konum olarak Amasya ve oradan da Anadolu’nun kalbine o günün şartlarında en kolay ilerleyebileceği Samsun’u dikkat çekmeden hesap edip seçmiş ve Kurtuluş Mücadelesinin meşalesini yakmak için yola koyulmuştu.. Kurtuluş Hareketinin başladığı zamanlara İzmir İşgalinin tesadüf etmesi Atatürk’ün bir öngörüsü müydü yoksa tarihin bir cilvesi miydi bilinmez. . Ama İzmir’in kanlı sahnelerle işgal edilmesi, Trakya’dan Anadolu’ya tüm halkı büyük bir öfke ve acıya itince halkımız Kurtuluşa koşarak gitmişlerdir. Atatürk’ü kendi elleri ile mücadeleye gönderdiğinden haberleri olmayan Sultan ve ahalisi daha sonra kendi halkının kanını dökmek için (kuvay-i inzibatiye- Hilafet ordusu) o yoklukta para harcayıp bir ordu kurmuş ve tarihte bir utanç belgesine daha imza atmıştır. Kuvay-i Milliye ruhu İzmir ateşi ile yandıktan sonra zaman içinde çığ gibi büyümüş, artık önüne geçilemez bir güç haline gelmiştir.
İzmir’de halk, Sultana güvenmiş, hilafet emirlerine harfiyen uymuştur. Gelen emre göre memurlar, esnaf ve bölge halkı her zaman ki gibi işlerine gitmek için evlerinden çıkıp görevlerinin başında bulunmuşlardır. Askere ‘’karşı çıkmayacaksınız ‘’emri geldiği için kışlalarında oturup işgale direniş göstermemişlerdir. Ancak halkın bazı mücadeleci insanları el altından askerinde desteğini alarak cephaneyi yağmalayıp silahlanmıştır. Sultanın emirlerinde bir hata olduğunu düşünüp kan dökmeden İzmir’i teslim etmemeye ant içmişlerdir.
Türk Ocağında toplanan gençler Büyük Yunan İdealine geçit vermemek için halkı harekete geçirmek istiyordu( Bu ideale göre Yunanlılar, İzmir ve yakın çevresindeki Türkleri soykırımdan geçirip Bizans imparatorluğunu yeniden bu topraklarda kurmak istemektedir). Bildiriler dağıtılıyordu. Şimdilerde Atatürk Lisesi olarak bilinen 128 yıllık gurur vesilemiz olan okulun öğrencilerinin de içinde olduğu bir grup insan halkın işgale tepki göstermesi için yapılan çağrı bildirilerini elleri ile dağıtmışlar. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Mücadelesi nedeni ile iki yıl boyunca öğrencileri savaşta şehit düştüğü için mezun verememiş okulumuzun önünden her geçtiğimde tüylerim diken diken oluyor. Bizler onlara layık birer evlat olabildik mi?
Ve işte 15 Mayıs 1919 sabahı! Yunanlılar İzmir rıhtımına yanaşıp Efsun taburları ile kışlaya doğru yaklaşırlarken heyecanını bastıramayıp öne atılan genç gazeteci Hasan Tahsin ( o ilk kurşunu mutlaka biri atmış olmalı) ilk kurşunu sıkınca acımasızca Yunan Askerleri tarafından katledilmiştir.
Araştırma yaparken tesadüf ettiğim İzmir işgaline birebir tanık olup hayatta kalabilmiş bir zatın ağzından yazılmış metinden bazı bölümleri parça parça aktaracağım:
‘’ Yunan orduları İzmir’in (Punta) ve (Pasaport) mevkilerinden Kordon’a ayak basınca sekiz on kol oldular, ortada hiçbir şey yok iken heman askerler süngülerini taktılar, zabitler tabancalarını ele aldılar ve evvelce Rumların hazırladıkları haritaları alarak, Rum izci çocuklarından ve Papaslarından birer beşer önlerine katarak şehrin dört tarafına birden ilerlemeğe başladılar. Bu zamana kadar Kordonboyu Papas, kadın, çocuk, erkek bütün Rumlarla doldu. Yüzbinlerce Yunan bayrağı açıldı, bütün mağazalar, dükkanlar donandı.
-Yaşasın Yunanlılar, gebersin Müslümanlar, intikam alınız kahramanlar.’’
İşte o kordon boyunda ben bugün gezip keyfini sürerken o gün bu sokaklarda acımasızca katledilen atalarımı unutursam bin kere lanet olsun bana ve yedi ceddime! O çığlıkları unutup, o süngüden geçirilip yerlerde sürüklenen insanlarıma layık bir evlat olamıyorsam yüz bin kere yüzüme tükürsünler benim.
Ve katliam son hızıyla devam etmiş:
‘’İslamlar bu manzara karşısında telaş içerisinde idiler. Vapurla Karşıyaka’dan, Kokaryalı’dan gelenler iskeleden öteye geçemiyor ve büyük bir tevekkül ve korku içinde olan biten şeylere bakıyorlardı. Birçokları aralıklar bularak Kordon’un üzerine geçip mağazalarına, işlerine gitmeğe başladılar. Ve işte o ara bütün manasıyla kızıl ve kanlı kıyametler başladı. Yunan askerleri bulundukları yerlerden ileriye doğru yürümeğe başlayınca Kordon üzerinde işine gücüne giden Müslümanların evvela fesleri alınarak parçalandı ve:
-Kaldır ellerini kerata.
Nameleriyle beraber dipçikler bigünah İslamların kafalarına ve bellerine inmeğe başladı. Bir kol asker Gümrük’e doğru ilerliyor ve her attığı adım başında Dünya’nın en kaba küfürlerini savurarak dipçik ve süngü ile Müslümanları öldürüyor, diğer bir kol da İskele üzerinde yığılan ahali arasına girerek aynı işi yapıyordu.
Şimdi Kordon üzeri bir kasaphaneye dönmüş idi. Şurada bir zavallı ihtiyarın sekiz on yerinden süngülenmiş şehit naşı bir Yunan çizmesiyle tekmelendikçe on binlerce Rum,
-Yaşa!
Diye bağırıyor, biri de tütün mağazasında çalışmağa giden çocuğunu arkasına bağlı bir kadın kanlar içinde saçlarından sürüklene sürüklene getirilüb sokakları dolduran Rum kümelerinin gözü önünde karnı yarılmak, gözü çıkarılmak suretiyle parçalanıyor. Ve bu böylece her Müslüman şehit edildikçe gözleri çanaklarından fırlamış katiller, dişleri hırsla kilitlenmiş mel’unlar:
-Yaşa!
Diye bağırıyorlardı.’’
Zulüm tarifi yapılamaz boyutlarda iken zavallı İzmirli halk Sultan’ın emri ile kışlasından çıkamayan askerlerini gözleri ile ararken Sultan İstanbul’da Damat Ferit’i yeniden ve yeniden görevinin başına geçirerek İzmirlinin kanını içmeye devam ediyordu.
Sonra ne mi olmuş? :
‘’ Derken Gümrük önünden Pasaport önüne kadar Kordon üzerinde inleyen, kanlar içinde boğulan Müslüman naaşları arasından gelen büyük bir kafile göründü. Bu kafilenin içinde üstleri başları temiz, saçlı sakallı iki üç yüz kadar insan vardı. Bunların başları açık, üstleri başları yırtılmış, elleri daima havaya kaldırılmış idi. Hepsinin yüzlerinden alınlarından yaş, kan akıyor, vücutları yara ve bere içinde idi.
Etraflarını iki dizi Yunan süngülüsü çevirmiş getiriyorlar, Kordon üzerinden tam yarım saatlik bir mesafe olan Punta’ya, Yunan vapurlarına götürüyorlardı. Bunlar İzmir’in en namuslu, en bilgili memurları, eşrafı, tüccarı, asilzadeleri, mekteb muallimleri idi. Bunlar hükümetden, gümrükden, mekteblerden toplanmış, sürü haline getirilmiş, başları gözleri dipçik ve süngüden, yumruk ve taştan kana boyanmış, üstleri başları dilim dilim olmuş, fesleri başlarından alınub ayak altında ezilmiş, ceplerindeki paraları çalınmış Müslümanlar idi.
Şimdi bunlar kafile halinde Kordon’u dolduran Müslüman feryad ve figanı, Müslüman naaşları arasından geçiriliyordu. Etrafı dolduran Rumlar bunları görünce.
-Zito, Zito!
Feryadlarını ayyuka çıkarıyorlar ve Yunan askerleri de boyna dipçikleriyle:
-Yürüyün be pezevenkler!
-Kaldırın ellerinizi be keratalar!’’
Nağmesiyle bu zavallıları yerlere kapatırcasına döğüyorlardı. Hele
içlerinden birisi bir şey söylesin, bir merhamet dilesin derhal o kudurmuş halkın zitoları içinde yetmiş seksen süngü ile parçalanırdı. Hele biri dipçikden yeredüşsün de derhal toparlanub kalkmasın derhal sekiz on çizme ve tekme kafatasınıKordon’un taşlarıyla yamyassı bir hale getirirdi.’’
Halk neye uğradığını anlayamadan yediden yetmişe, kadın erkek demeden kıyımdan geçirilirken peki asker hala nerede idi?
İşte Sultan’ın emri ile kışlasında gafil avlanan askerin durumu:
‘’ Şurada sekiz on zabitimizin üniformaları parçalanub kendileri kan ve çamurlar içinde döğüle döğüle sevk ediliyordu, burada on beş yirmi Müslüman birbirine bağlanarak (Zito) [diye] bağırtdırılıyor, daha ötede birisi denize atılıyor, daha beride bir kadın, diğer bir ihtiyar, bir malul boğazlanıyordu. Kordon bu haliyle kan dökülen, can sökülen bir kasaphane idi.
Hükümet önüne vasıl olan diğer bir kol asker evvela kışlanın önünde, hükümetin kapısında nöbet bekleyen askerlerimizi şehit etdiler. Kana susamış bir vahşetle kışlanın dairelerine giren Yunan müfrezeleri rast geldikleri zabitin üniformalarını sökerek onlara cebren ve süngü tehditleriyle (Zito) [diye] bağırtdırarak topladılar. Ve yine evvelki memurin kafilesi gibi onları da yüzbinlerce halkın gözü önünde yuhalar, küfürler içinde baş açık elbise yırtık, üst baş kan içinde geçirüb bir kısmını Punta’da bekleyen Yunan beğlik gemilerine, bir kısmını da ikinci Kordon’daki büyük hanlara habs eylediler. Bir tarafdan kışladaki zabitan toplanıyor, hükümetdeki memurlar devşiriliyor, diğer tarafdan da Kemeraltı caddesinde ne dükkan bırakılıyor, ne mal, ne ırz... Silah seslerini takip eden ah ve of sadaları ile şurada burada Müslümanlar şehit ediliyor, evler basılub ihtiyar ve genç kadınların ırzlarına tasallut ediliyordu. Artık vahşet bütün dehşetiyle İzmir’in Müslümanlarını yakub kavuruyordu. Öğlene doğru Kordon üzerinden başı açık, formaları sökük, göğsünün sekiz yerinden süngülenmiş kan içinde Ahz-ı Asker Heyeti Reisi Miralay (Süleyman Fethi) Bey bir alay canavar sürüsünün ortasında dipçikler altında yürüdülüyordu.
İstanbul’daki Salkım Söğüd dergah-ı şerifinin şeyhi Pir-i Fani İzzeddin Efendi Hazretleri’nin oğlu olan Süleyman Fethi Bey merhum, Yunan’ın İzmir’e çıkdığı gün Kışla’da Kuran-ı Kerim okurken Yunanlıların hücumuna maruz kalmış ve elinden Kur’an-ı Kerim’i alub (haşa) ayaklarıyla çiğnemeğe başlayan bir Yunan zabitine vurduğu bir tokatdan dolayı ilk şehadet süngüsünü omuzu üzerinden almışdır. İlk süngü yarasını alan bu arslan, yarasının kanlarına bakmaksısız eğilerek o mübarek Kur’an-ı azimü’ş-şanı yerden almış ve omzundan akan kanlara karışdırdığı gözyaşlarıyla ıslatarak öpüp başına koymuş ve bu sırada etrafını alan yirmi kadar Yunan asker ve zabitlerinin ikinci bir hücumuna maruz kalmışdır.
Odaya giren askerler merhuma ellerini kaldırmalarını emr eylemişler. Buna cevaben demişdir ki:
-Ben bir kumandan ve Miralayım. Amirimden başkasına kendimi muayene etdiremem.
Bu söz merhuma ikinci bir süngünün daha yara açmasına sebeb olmuşdur. Üçüncü teklif!
-Üniformalarını çıkar!
Buna o mübarek şehit şu cevabı vermişdir!
-O üniformayı bana Padişahım takdı onu ancak onun emri çıkardır.
Bu cevabı alan Yunanlılar azgın birer canavar gibi merhumun üzerine çullanarak üniformalarını parçalamış ve belinden çıkardıkları kayışla kafasını gözünü birkaç yerinden yarmışlardır. Dördüncü teklif şu idi:
-Zito Venizelos diye bağıracaksın!
Bilhassa bu son teklife merhumun:
-Yaşasın Osmanlılık, benim kanımın döküldüğü bu topraklar inşallah size mezar olur.
Bu cevap merhuma üçüncü bir süngünün daha vurulmasın[a]ı mucib olmuşdur. Artık kudurmuş Yunanlılar o hal ve heyetle Süleyman Fethi Bey’i Kışla’dan çıkartub Kordon’a doğru sevketmeğe ve her adım başında (Zito) bağır diye tehdit eylemeğe koyulmuşlardır. Yüzbinlerce halkın arasında dipçiklenen bu yaralı arslan her teklife,
-Yaşasın Müslümanlık.
Cevabını ve her defasında bir dipçik, bir süngü yarası ala alakanlar ve çamurlar içinde tam yarım saat Kordon’un kaldırımlarını mübarek kanıyla sulaya sulaya Vapur iskelesine kadar gelmişdir. Burada sekizinci yarayı almış ve takatı kesilerek Kıble’ye dönmüş ve:
-Allahım sen Müslümanları bu cellatlardan kurtar!
Duasını müteakib yüzü koyun secdeye kapanmışdır. Bu manzara karşısında (Rumlar Zito) diye muttasıl bağırıyor ve
-Geberdin melunu!’’
Amerikalıların müdahalesi ile ağır yaralı halde yaralı arslan hastaneye kaldırılsa da yine de şehit düşmüş. Ben bu satırları gözyaşları ile okurken yurdun her köşesinde gün geçtikçe benzer vahşetler yaşandığını bilirken nasıl olur da bu tarihi unuturum. Atatürk’ün bizlere gösterdiği umut ışığını, atalarımızın başardığı şeyi anlayabiliyor musunuz?
Minareyi kılıfına uydurmak için Wilson ilkelerine nüfusu uydurmak için sahte belgelerle bölgedeki Rum nüfusunu fazla gösterdikleri yetmemiş gibi soykırım yaparak İzmir’deki Türk halkını yok etmeyi hedefleyen Yunanlılar bu planlarını daha ilk günden uygulamaya en vahşi şekilde koymuşlardır. Artık ırzına geçilmiş kadınlarımızla, üniforması parçalanmış askerimizle, şerefleri çırıl çıplak sokaklarda gezdirilmiş memurlarımızla İzmirliler 1922 yılına dek yaşadıklarını asla unutmayacaklardır.
Okuduğum kaynaklardan birinde bilerek sadece yaralayıp kuyulara atılan küçük çocukların ve kadınların çığlıklarını ölüp sesleri kesilene dek dinlemekten keyif alan Rumların bu yaptıklarını büyük bir zevkle torunlarına anlattıklarını okuyunca düştüğüm dehşeti kelimelere sığdıramıyorum.
Tek tesellim ise o gün İzmir’de yaşanmış olarak insanlık dışı kıyım ve kıyamet milli mücadelenin gerçek anlamda fitilini ateşlemiştir. Bu vahşetin yarattığı sonuçlar:
1. Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde Kuvay-i Milliye hareketi ortaya çıkmaya başlamıştır.
2. Milli bilinç uyanmıştır.
3. Halkı milli bilinç için örgütlemek kolaylaşmıştır.
4. İtalyanlar kendilerine söz verilen İzmir’i alamayıp Paris konferansını terk edince Anadolu’dan çekilirken Türk halkına cephanelerini bırakmış ve hatta maddi destekte bulunmuşlardır.
5. 17,19,20 Mayıs tarihlerinde Anadolu ve Trakya’da büyük mitinglerle İzmir İşgali protesto edilmiştir.
6. Redd-i İlhak cemiyeti kurulmuştur.
7. Halk, artık Sultanın kendilerine masal anlattığını anlamış, işgalcilere güvenilmeyeceğini çok acı bir tecrübe ile görmüştür.
8. İzmir’in İşgali tüm Dünyada büyük yankı ile kınanınca ABD tarafından gönderilen heyetin başındaki Amiral Bristol’ün raporu yayınlanmak zorunda kalıyor. Böylece İtilaf Devletleri hem kendi halkları hem de Dünyanın gözünde haksız duruma düştü.
Bölgede Rumların değil Türk Halkının çoğunlukta olduğu artık bu raporla resmi olarak belgelenmiş oldu. Olayların ve katliamların sorumlusu olan Yunanlılar, tarihte alacakları ağır yenilgiden önce böylece haksız bir şekilde başkasının topraklarına göz diktiklerini inkâr edemeyecek durumda oldular. Milli Mücadele artık Dünyanın gözünde meşru bir hal almıştır.
Sonunda Mayısın ON DOKUZU! Anadolu’nun batı kıyılarında derin bir acı ve matemle karanlık an be an üzerimize çökerken kuzey kıyılarımızda doğan umut güneşi MUSTAFA KEMAL ATATÜRK vardı. İstanbul’a çektiği telgraf ile İzmir’de yaşanan işgal ve katliamın kabul edilemez olduğunu bildirip KURTULUŞ MÜCADELESİNİ resmen başlatmış oldu.
Günü geldiğinde ‘’ Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir! İleri!’’ diyerek Türk Milletine, Yunan belasını Adalar Denizine dökmeyi emretmiştir. Özgürlük ve demokrasi, o gün bugündür Atamızın paha biçilemez bir hediyesi olarak her İzmirlinin vazgeçilmez mirasıdır. İşte bu yüzden İzmir, bugün dahi Demokrasinin Son Kalesidir.
- Anne, Atatürk bize ne hediye etti ki biz onu çok seviyoruz.
- Özgürlüğümüzü!
- Anne, özgürlük ne demek?
- Ege, özgürlük; nefes almak demektir. Ağzını ve burnunu kapattığında nasıl nefes alamazsan özgürlüğün elinden alındığında da işte böyle hissedersin.
- Anne, biz bayrağımızı neden çok seviyoruz?
- Ege, bayrak evimizin çatısı gibidir. Eğer evimizde bir çatı olmasaydı rüzgârdan, yağmurdan, sıcaktan ve soğuktan korunamazdık. Bayraksız milletler çatısız evlere benzer.
Deniz…
dergipark.org.tr/download/article-file/73210
dergipark.org.tr/download/article-file/233435
YORUMLAR
Yüz yıl önce yaşanılan acı gerçekleri kendi çıkarları doğrultusunda çarpıtıp işine geldiği gibi değiştiren işine geldiği taraftan bakan nankör ekmeksiz zavallılara tokat gibi bir yazı aslında ama o kadar zavallı ve kör olmuşlar ki;acınası durumdalar...
Uzun emeklerle çalışılıp düzenlenmiş yayına sunulmuş anlam yüklü günümüze bir anlam daha kattı bu yazın
Yüreğinden öptüm
ATATÜRK kızı
Emeğine
O güzel yüreğine sağlık
Sevgilerimle
ADAM GİBİ BİR FİLM YAPAMIYORUZ Kİ GENÇLERİMİZ TARİHİNİ VE DE BU TOPRAKLARIN NASIL KAZANILDIĞINI BEYİNLERİNE ZİKRETSİN
NE OLDUĞU BELLİ OLMAYAN UCUBE BİR FİLM GELİYOR GİŞE REKORLARI KIRIYOR
MİLLETÇE KOMPLEKS HALİNDEYİZ VESSELAM
EMEĞİNE ARAŞTIRMACI RUHUNA
ENGİN YÜREĞİNE SAYGIMLA
Acıların en tarifsizini tüm gerçekliği ile günümüze taşıyan yazınızı ve
duyarlı yürek seslenişinizi kutlarım.
19 Mayıs Atatürk'ü anma Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu olsun.
Boyun eğmemenin diğer adıdır,19 Mayıs.1919.
O günün emperyal güçleri tarafından sömürge hale getirilmiş,
ezilmiş ve sömürülmüş mazlum halkının bağımsızlığına giden yolun
ilk adımının atıldığı,ilk ateşinin yakıldığı günün 100.yılında
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü ve kahraman silah arkadaşlarını
sevgi,minnet ve şükranla anıyoruz.
Selam ve sevgiler.