- 564 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Kafadaki kurşun ağrıkesiciyle çıkarılmaz
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Arkadaşım, hemen kabul ederim, başlarda yazmayı ’kendime ulaşmanın aracı’ olarak kullanıyordum. Veya bu işe de yarar sanıyordum. Fakat zamanla kanaatim değişti. Herşeyin bir imtihanı var. Şimdi yazarak kendimden uzaklaştığımı da düşünüyorum. Veya bu işi de yaptığını görüyorum. Evet. Yazmakla kaçıyorum. Kalem, beni içinde bulunduğum hali daha kuşatıcı bir şekilde görmeye ittiği gibi, onu yaşamaktan da alıkoyuyor. Yüzleşmemi/kabullenmemi engelliyor. Lokal bir anestezi uyguluyor. Kurgu ’panik odaları’ açıyor. Sanki yazarken hayatımın üçüncü kişisi oluyorum. Bir roman müellifi gibi kendimi uzaktan seyrediyorum. Bu beni hem olayları tahlil etmede aşkınlaştırıyor hem de hâdiselerin tesirinden bir parça kurtarıyor. Peki hiç mi şaşkınlaştırmıyor?
Mutlaka oluyor. Mesela: Yazmak korkaklığın saygı duyulan bir versiyonuna da dönüşebiliyor. ’Saygı duyulası’ ne demek? Yani kimse onun yanlış olduğunu düşünmez. Yanlış olduğu düşünülmediği için değiştirilmesi de gerekmez. Onunla mücadele edilmez. Tamam. Bazen fiilin sahibi bunu içten içe bilir de çaktırmaz. Ama bazen de kendisi bile durumunu sezemez. Anlamaz. Anlatılsa da kavramaz. Avuntusunu şifanın kendisi sanır. Bu tıpkı kafasında mermi çekirdeği bulunan birisinin ağrıkesicilerle iyileştiğini sanması gibidir. Fakat şifanın aslı çekirdeğin kafadan çıkarılmasıyla ilgilidir. Yani ’bastırmakta’ şifa yoktur, ’değiştirmekte’ şifa vardır. Üzerini örtmek hataları ancak büyütür.
Peki yazarak hangisini yapıyoruz? Bence ikisini de. Bu mevzuda şöyle bir denge noktasının varlığına inanıyorum şimdilerde arkadaşım: Yazmak, eğer onla yaptığınız dilemekse, hayatınızı değiştirmenin duası da olabiliyor. Lakin bu tarz bir şifaya giriftar olabilmek için kendinizi ’değişmesi gereken’ olarak görebilmeniz gerek. Yani kusurlarınızı cesaretle üzerinize almalısınız. Kendinizi tenzih etmekten sakınmalısınız. En azından hamlıklarınızı, acılarınızı, mutsuzluklarınızı veya sıkıntılarınızı inkâr etmekten şeytandan kaçar gibi kaçmalısınız. Böyle bir samimiyet düzeyinde kalırsanız yazdıklarınız size de tesir edebilir. İyileştirebilir. Samimiyet, insanın çevresine tesirini sağladığı/arttırdığı gibi, kendisini de ’tesir edilebilir’ bir düzeye eriştirir. Samimi olan insan hem kendisi kolay değişir hem eyledikleri çevresinde bir değişim dalgası yaratır.
Burada dikkatini çekmek istediğim ise şu: İnsan kendisini tesire açtığı ölçüde tesir edebiliyor. Etkilendiği ölçüde etkileyebiliyor. Size dokunulmasına izin verdiğiniz kadar dokunabiliyorsunuz. İçinizi döktüğünüz kadar size de içler dökülüyor. Başka türlüsünü aramamak lazım. Kurmamak lazım. ’...mış gibi’ kurgularla varılacak bir hakikat yok. Kurgu, eğer yine samimiyetin fotoğrafını çekmek için kullanılırsa anlamlı, aksi takdirde tehlikeli. Çünkü kurgu yapmaya başlayan insan hakikatten de uzaklaşmış oluyor. Varmak istediği yer hakikat değilse yürüdüğü zeminin menzile vardırır bir araçsallığı kalmayacaktır. Kurgu gerçeğin aracıyken itibarlıdır. Yüzü ona bakmadığında bakılacak bir yüzü yoktur.
Kibrin bizi insanların gözünde soğuk düşürmesi de bence biraz buradan. Çünkü insan gibi aldığı nefesi yaratacak gücü olmayan bir varlığın her türlü büyüklenmesi düpedüz bir aldanıştır. Üzerinde iğreti durur. Yakışmadığını her feraset sahibi insan farkeder. Hatta aptallar bile, eğer o aldanıştan bir menfaatleri yoksa, bundan tiksinir. Bu nedenle Allah’ın Settar ism-i şerifinin ve şeriatın nehy-i ani’l-münkerlerinin sınırlarına değene kadar kalbimizi açabiliriz. Hatta açmalıyız. Çünkü değiştireceğiz. Onların sınırlayıcı hikmetine dokunduğumuzdaysa durmalıyız.
Örneğin: Günahkâr olduğumuzu içimizde kabulleniriz, metinlerimizi de günahkârlığının farkında bir insan olarak telif edebiliriz, ama işlediğimiz günahları insanlara anlatamayız. Aciz olduğumuzu içimizde kabulleniriz, metinlerimizi de bu acizliğin farkında bir insan olarak telif edebiliriz, ama çevremize ’el açar’ bir tutum takınamayız. Cahil olduğumuzu içimizde kabulleniriz, metinlerimizi de bu cehaletin farkında bir insan olarak telif edebiliriz, ama önümüze düşen her soruya ’Bilmiyorum!’ diyemeyiz. Birşeyin farkındalığının farkettirilmesi başka detaylarının aşkettirilmesi başkadır. Biz farkederiz ama aşkettirmeyiz.
Allahu’l-a’lem, mürşidimin, "Bâtıl şeyleri iyice tasvir sâfi zihinleri idlâldir!" demesi de bu hikmete mebnidir. Evet, arkadaşım, şimdi en başa dönüyorum ve yine yazmayı konuşmak istiyorum. Yazmakla acaba nereye koşuyor veya neyden kaçıyoruz? Vereceğimiz cevaba göre onun üzerimizdeki tesirleri hakkında turnusol bir fikir edinebiliriz. Yani mesela: Eğer yazmakla koştuğum ’olmayı dilediğim iyi bir adam’sa o halde ondan bir fayda bekleyebilirim. Yok, yazmakla koştuğum, ’iyi sanılmasını istediğim bir adam’sa, ondan umabileceğim bir hayır yoktur. Yine, yazmakla kaçtığım ’olduğuma inandığım kötü adam’sa, o halde beni kaçırdığı zamanlardan fayda görebilirim. Yok, yazmakla kaçtığım ’aslında olduğum kötü adam’sa, yine görebileceğim bir hayır yoktur.
Âl-i İmrân sûresinin 188. ayetinde kısa bir mealiyle deniliyor ki: "Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin sakın azaptan kurtulacaklarını sanma." Arkadaşım yazmak bahsinde bu ayet-i celileyi ben çok üstüme alınıyorum. Beyaz sayfanın karşısına ’ettiklerinden memnun’ ve ’kurgularıyla övülmeyi seven’ birisi gibi oturmaktan sakınmaya çalışıyorum. Fakat herkesin şeytanı var. Belki sık sık tuzağına da düşüyorum. Ben iyi tutamıyorsam, durumu gördün, sen sıkı tutmaya çalış. Yazmaya başladığında ’ettiklerinden memnuniyet duymayan’ ve ’kurgularıyla övülmeyi sevmeyen’ birisi olmaya gayret et. Tevfik ise Allah’tandır. Herdaim yardımı ondan dile. Âmin.
YORUMLAR
Pohpohlanmayı seven çok insan var. Hakeza biri yazı yazıyor üç beş satır ya da bilemedin on satır, arkadaş o yazıya neredeyse makale uzunluğunda cevap yazıyor. Böyle tiplerde var. Kendisine yorum gelsin diye her topa giren, her yazıya dalan, ama ''Yüreğine sağlık.'' dan da öteye geçemeyen bir sürü sorunlu tip... Edebiyat sitelerinde yazı yazmayı ben bazı zaman terapiye de benzetirim. Öyle ya Freud'un ''Bütün insanlık benim müşterimdir.'' dediği gibi, psikolojik sorunları hele de günümüzde olmayan insan yok. Yetersiz olanları da eleştirdiğiniz zaman zaten ders de çıkarmayıp çok alınıyorlar... Biz burada çoğu zaman bu sayfalara içimizi de döküyoruz, yazımıza kimseler yorum yazmasa bile, egoyu tatmin bir yerde bu yaptığımız... Yoksa bundan kırık yıl önce elli yıl önce bu yazdıklarını götürüp de bir yayın evinde bastıracak kalitede yazar sayısı belki de iki elin parmaklarını bile geçmez... Hiç kimse ne kadar iyi yazıyorsa yazsın kendini abartmamalı, kendini yere göğe sığdıramama durumuna gelememeli, bir düşünür ''Bilmediklerimi ayaklarımın altına alsam başım arşa değer.'' demiştir... Yalnız şunu söyleyebilirim ''İyi bir şey yapıyoruz.'' Dünyayı da iyiler ve iyilikler kurtaracak... Kutlarım yürekten günün bu güzel yazısını...