- 447 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ESKİ BİR RAMAZAN
1735 senesinin yaz akşamına doğru Galata Kulesi’ inden sessizliği bozan bir ses işitildi.
--Yangın vaaar!!! Yangın vaaar !!!
Beyoğlu sokakları nda sıra sıra dizilmiş evlerdeki hane halkı iftara hazırlanırken o esnada sahilden gelen dumanlar yangının habercisi olmuş, yangını söndürmek için yola koyulan tulumbacıların sokaklardan gelen araba ile atların nal sesleri ve hareketlilik ortalığı toza dumana katmıştı. Yaygın ahşap evler ve birbirine yakınlığı, her an yangına davetiye çıkaran sağdaki soldaki kurumuş otlar İstanbul’ daki yangınların başlıca sebepleriydi. Bu yüzdendir ki tarihi Galata Kulesi Padişah III.Ahmet zamanında Tulumbacılar tarafından 1717’ den itibaren yangın gözetleme kulesi olarak kullanılmaya başlanmıştı.
Galata Mevlihanesi’ nin önünde kurulan iftar sofraları ve ramazan şenliğine gitmeden önce Edremitli Hasan penceresinin önünden aşağıya doğru Tulumbacılara şöyle bir baktı. Edremitli Hasan o anda dalgınlık ve şaşkınlık arasındayken arkadan gelen Trakyalı Osman çavuşun sesi belirdi;
--Haydi bre be Hasan, ne beklersin be ya,
--Geldim Osman Çavuş geldim. Şu tulumbacıların telaşına baktım dı…
--Bu kaçıncı yangındır Osman Çavuş.
--He ya, bir hafta geçmeden yangın çıkar oldu. Sultan Mahmut (I.Mahmut) takviye yapacaktır heç merak etme Hasanım.
--İşittim de Sultan Mahmut’ da iştirak edecek imiş iftara, hemi de çocuklara çeşitli hediyeler dağıtacakmış.
--Geçenlerde de Sultan Ahmet Meydanı’ nda çocukları sevindirmişti bre…
Karşılıklı konuşmalarla sokakları arşınlayan iki arkadaş yine tatlı tatlı sohbete dalarak ilerlediler. Galata Mevlihanesi’ nin önündeki kocaman alandaki açılan çadırda ramazan şenliği başlayalı on gün olmuştu. İftar sofraları ve kalabalıkların görüntüsü belirmeye başlamıştı bile… İki kafadar arkadaş maddi durumları elvermediği için hemen hemen hergün iftarlarını buralarda yapıyorlardı. Galata Mevlihanesi Mevlana Celaleddin Rumi’ nin torunu Sema-i Mehmet Dede tarafından 1491 yılında kurulmuştu. Mevlihane’ nin Önündeki kalabılıkların içinde neler yoktu ki; Nevruziye ve koruk şerbetinden tut, Saray helvası, Osmanlı macunu satan macuncu, bir köşede Hacivat ile Karagöz Acem, Arap Bacı, Baltacı, Bebe Ruhi, Çelebi, Tiryaki, Zenne ve Tuzsuz Deli Bekir karakterlerini oynatmak için hazırlanmış perde, meddahlar, hokkabazlar hatta hatta maniler söyleyen insanlar ve daha neler neler…
İftarlar açılıp akşam namazları kılınmış sabahtan kalan mahmurluklar yerini yavaş yavaş neşeye ve dinginliğe çevirmişti. Ramazanın bir başka tadı vardı. Biraz gezintinin ardından Galata Mevlihanesi’ nde teravih namazları eda edidikten sonra hele hele iki arkadaşın en çok sevdiği ata sporu güreşi seyretmek başka bir neşe kaynağıydı. İki pehlivan birbirini yenmek için güreşe tutuşmuşlardı bile. Bir er meydanı kurulmuş davul ve zurnayla birlikte çimlerin üzerindeki yiğitler birbirlerini yoklamışlardı.
Bu durumda Trakyalı Osman çavuş durur mu hiç?
--Haydi bre pehlivan ne durursun kündeyle çalıver be ya…Ne korkarsın sende ürek yok mudur?
Saatler ilerlerken ortalığı saran kalabalık ve meraklı bakışlar, at arabası gürültüleri ve nal sesleri iyice ayyuka çıkmış, gecikmeli de olsa, önde atlı süvariler arkada Sultan I.Mahmut belirmişti…
Tarihlerin 1735’ i gösterdiği eski bir ramazanın bir günü daha böylelikle sona ermişti. Ertesi gün ise, yeni bir macera ve güzelliğe namzetti.
İrfan Yıldırım Çevik
Not:Olaylar ve kişiler, tarihi şahsiyetler hariç kendi canlandırmam dır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.