- 602 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İnsan hayatını nasıl ıskalar?
Geçenlerde mürşidimin “Şükür nimeti ziyadeleştirir, gaflet ise kaçırır…” ifadesini okurken ‘kaçırmak’ kelimesine meşhur şekliyle ’uzaklaşmasına sebep olmak’ anlamında değil de ’ıskalamak’ manasıyla baktım. Yani, kaçırmak fiilindeki ’özne’ yerine kendimizi, ’nesne’ yerine ise nimetleri koydum. Aksi halde şöyle anlamak gerekecekti: “Gaflet nimetin kaçmasına sebep olur.” Yanlış bir anlamlandırış mıdır bu peki?
Değildir elbette. Hatta muradın bir yüzü de kesinlikle budur. Nimet gaflet edildikçe insandan uzaklaşır. Fakat ’ıskalamak’ eşiğinden seyredince şöyle bir zenginlik oluştu bende ve bence: “Gaflet nimeti kaçırmamıza neden olur.” Allahu’l-a’lem kaydıyla söyleyeyeyim arkadaşım. Bu okuyuşu ’tenzih hakikatine’ daha uygun gördüm. Evet. Kusurlarımızı tastamam üzerimize almak, esbaba pay etmemek, Cenab-ı Hakkın subhaniyetini ifade etmede en istikametli yoldur. Belki tek yoldur.
Buradan nereye vardım peki? el-Cevap: Buradan ’şükür’ ve ’gaflet’ ekseninde kendimce yeni bir bakış açısı geliştirdim. Bence şükür biraz da nimetlerin başında oyalanmaktır. Nasıl ki gaflet kaçırmaktır. O halde şükür de kaçırmamaktır. Dikkatli olmaktır. Şeylere kendileriyle geçirilmesi gereken zaman/meşguliyet hakkını vermektir. Bir nimetin başında nasıl oyalanılır peki? Bunu da mürşidimin şu sözüne bağladım: “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.”
Evet. Bence şeyleri bizim gözümüzde güzelleştiren onlar hakkında sahip olduğumuz bakış açılarımızdır. Bakış açılarımızı güzelleştiren ise hayata ne niyetle uyandığımızdır. Yani imanımızdır. Bir insan sabah kalktığında ’güzel görmeye’ niyet ederse, yani öyle bulacağına inanırsa, karşılaştıklarının da güzel cihetleri gözünde parlamaya başlar. Göz kırpmalar çoğalır. ’Hişt-pişt’ler ile hep güzelliğe dikkati çekilir. Şeyler, zaten Allah’ın birer mahluku olarak güzeldirler de, sanki insanın onlara bir kast-ı mahsusla bakması gerekmektedir. İşte, bu kast-ı mahsusu bize niyetlerimiz, niyetlerimizi de imanımız verir.
Aleyhissalatuvesselamın hayatını incelediğinizde neredeyse her işin/eylemin okunması bizce de sünnet olan bir duası olduğunu görürsünüz. Sabah uyanınca okunacak dua vardır. Evden çıkarken okunacak dua vardır. Bineğe/arabaya binerken okunacak dua vardır. Kötü birşey görüldüğünde okunacak dua vardır. Korkulacak birşey görüldüğünde okunacak dua vardır. Güzel birşeye denk gelinince okunacak bir dua vardır. Vardır, vardır, vardır vs. Neredeyse günün her anını okunacak dualarla donatmıştır Aleyhissalatuvesselam. Elhamdülillah.
Bazıları bu kadar duayı ’kendisine dair marifetinin kıtlığı’ ve ’imanıyla ilişkisindeki sorunlar’ nedeniyle fazla bulur. İçinde bir yerde, belki de düpedüz dışardan, “Ne gereği var?” der. Halbuki düşünmez: Her dua aynı zamanda dıştan içeriye doğru yapılmış da bir telkindir.
Hani kişisel-gelişim, NLP veya daha can yakmayan adıyla ’kendine yardım’ türünde kitaplarda başarı için insanın kendisine hatırlatması gereken mantralar olur. İşte, ne bileyim, çok karamsarlaştığın zamanlarda aynaya bakarsın ve on kere: “Hayat çok güzel!” falan dersin. Veya zorlandığın işlerle karşılaştığında bilmem kaç defa “Ben bunu başarabilirim!” diye haykırırsın. Böyle şeyler. Hatta Yeşilçam’da bile işlenmiştir. Emrah babasının terkettiği köylü kızını (Oya Aydoğan) tekrar annelik makamına çıkarabilmek için hocalar tutar. Bunlardan birisinin öğrettiğini annesi şivesince şöyle tekrar eder: “Ben gözel karıyam!”
Bunlar psikoloji biliminde dahi geçerliliği olan, olumlu etkileri de görülen, kendi kendine edilmiş nasihatlerdir. İşte bence duaların da böyle bir yanı vardır. Dualar sadece ’içten dışa’ uzanmazlar yani. ’Dıştan içe’ uzanan kolları da vardır. Bir insan dualardaki lafızları/cümleleri tekrarladığında onların öğrettiği manaları içine doğru da tekrarlamış olur. Kendi kendisine hatırlatmalar yapmış olur. Bu hatırlatmalar da elbette seküler ideolojilerin mantralarından geri kalmaz. Hatta hep ileriye geçer.
Kanaatimce şükrün de böyle bir yapısı var arkadaşım. İnsan şükrü bir meleke olarak kendisine yerleştirdiğinde şeylerin başında da oyalanmaya başlıyor. Geçip gidemiyor. Körleştirici bir acele edemiyor. Neden? Çünkü ödemesi gereken ücret aklındadır. Ücreti ödemesi için geçen sürede nimetlerin başında mecburen oyalanır. Bu oyalanışı daha geniş tefekkürlerin sahası haline getirirse ne güzel. Tefekkür ettiğince nimetin nimetiyet boyutları ziyadeleşir. Azı çoğa dönüşür. Fakat getiremese de bir duruşluk durmuş olur. Bir nefes almış olur. Bu duruş, bu nefes, bu oyalanma şükürsüzken, yani gafletteyken, kaçırabileceği şeylerin sayısını azaltır. Eğer işi bizim gibi yarım tutmazsa, tam yaparsa, o zaman başında tam oyalanır. Lezzeti şükür için isteyenler zümresine girer.
Üstelik şükrün içinde bir kast-ı mahsus da vardır. Evet. Birşeyin kötü yönünü görerek ona şükredemezsiniz. Mecbursunuz. İyiliğini göreceksiniz. Görünmüyorsa aranacaksınız. Bakacaksınız. O halde şunu diyebiliriz: Şükretmeye azmetmiş insan aynı zamanda güzeli görmeye de kastetmiş insandır. Şeylerin ’şükredilecek tarafını’ hatırına çağırmış insandır. Bu da elbette, başta bir miktar altını çizdiğimiz gibi, hayatı epeyce güzelleştirir. Öyle ya. Şeylerin güzel yönlerini görebilmek mutluluğu arttırır. Stresi azaltır. Hayatı sevdirir. Güne istekle başlatır.
’Kaçırmak’ fiiline ’ıskalamak’ anlamını verirken de bu mananın izlerini sürüyordum aslında arkadaşım. Şeylerin nimet olmasının iksiri biziz. Daha doğrusu: Şeyler hep nimetler ama biz onların başka yönlerine/kemliklerine bakıyoruz. Nimet olanı ’nazarımızda pek fena’ bir hale getiriyoruz. Bu da onların hem ’uzaklaşmak’ manasında bizden kaçmalarına hem de ’ıskalamak’ manasında bizim onları kaçırmamıza neden oluyor. Evet. Elhamdülillah. Bu yazılık eteklerimdeki taşlar da bu kadar. Cenab-ı Hak bizi nimetlerinin başında ’güzel bakış açılarıyla oyalananlar’dan eylesin. Âmin. Ve’s-selamün ale’l-mürselîn.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.