- 746 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Mutsuz Kadınların Ölü Adamları
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çaresiz, yalnızlık kokan ruhumu bir davlumbazı çalıştırıp havalandırır gibi havalandıracaktım. En son neresinde kalmıştık mutluluğun ve ben neresinden sonrasını saymayı bırakmıştım anlaşmazlıklarımızın; bilmiyordum. Otuz beş yaşındaydım, beşini sayarsam otuza ayıp, otuzunu eklersem çocuksu hallerime yazık edecekmiş gibi hissederdim, bende de mutsuz kadınların ölü sevici adamları vardı. “Böyle işte Yaprak Hanım.”
Danışanıma büyük bir hayranlıkla bakmakta olan diğer kadınların arasında yalnızlık noktalarını tespit ediyormuş gibi yapıp Notlar alıyordum boş sayfama. Hangi not, mutsuz bir kadının ölü adamının arsız heyecanına ortak olabilirdi ki? Hiç doğmamış adamlarla sonradan var olup, bir kalpte sıcak sıcak yaşayıp sonradan ölen adamların durumları bir tutulabilir miydi?
“Ben de söz almak isterim Yaprak Hanım, müsaadeniz olursa.”
Diğer bir danışanım olan Ebru, elini kaldırıp söz istedikten sonra toplu bir seansın mutsuz kadınları olarak adlandırdığım kadınların sayısınca o ölü adamları düşünmekteydim çoğu zaman. Kiminin gözleri ela, kiminin gözleri yeşil, kiminin boyu uzun; kiminin boyu ise kısaydı. Bir erkeklikti tutturmuşlardı bazıları; aslında adam olmak ile erkek olmak arasındaki farkın farkını düşünmekten cayalı.
“Buyurun Ebru Hanım, sizi dinliyoruz.”
“Benim durumum bütün kadınların durumundan daha içler acısı aslında. Ben, bana ait olmayan bir adamı önce kendi kalbimde yaşatıp sonra da kendi kalbimde öldürmüş bir kadınım. Yalnızlığa mı taptım bilmiyorum. Bir başkasıyla evleniyor.”
Ceren Hanım, Ebru’nun lafını kesti.
“Kusura bakmayın Ebru Hanım ama, sizin durumunuz benim durumumun yanında hiç kalır. Kocam olacak adam, üç çocuğumun dershane paralarını başka kadınlarla yerken siz kıytırık bir aşk acınıza duygu sömürüsü mü yapıyorsunuz?!
Ceren, gözyaşlarını tutamayıp ağlarken araya Yaprak hanım girmekte tereddüt etmedi.
“Lütfen hanımlar, senin acın benim acımı döver psikolojisine hiçbirimiz girmeyelim. Burada toplanış nedenimiz, mutsuzluğumuzun nedeninin sadece ‘ölü adamlarımız’ olarak nitelendirdiğimiz adamlar olmadığı ve esasında bizi öldürmelerine izin verdiğimiz, kendi değerimizi bilmediğimiz gerçeğinin göz önünde bulundurulması.
“Yapmayın Yaprak Hanım. Kadın cinayetlerine de biz mi izin veriyoruz? Bu adamlar eşlerini, annelerini, bacılarını, kızlarını, yeğenlerini ya da sokaktan geçen herhangi bir kadını hunharca öldürüyorlar. Siz bu işin eğitimini almışsınız ama olaya erkeklerin gözünden baktığınızı düşünmeye başlayacağım.”
Kalabalık bir gürültü hakim olurken içeri davetsiz bir misafir girdi. Bu misafir, ellili yaşlarında olan Hacer Hanımın engelli oğlu Yakup’tu. Doğuştan zihinsel engelliydi, yirmi beş yaşındaydı fakat aklı yaşına uygun değildi. Yüzü pak, tertemiz olan bu genç, gürültülü kalabalığın susmasına neden oldu.
Hacer Hanım yerinden kalktı.
“Afedersiniz Yaprak Hanım, oğlumu da getirmiştim ama dışarıda beklemesini söylemiştim. Bilirsiniz, işte…”
Mahcup bir Eda’yla bakan Hacer Hanım, oğlunun yanına gitti.
Kelimeleri toparlamakta zorluk çekerdi Yakup.
“Annne… Gürültü… çok, çok ses…” diyebildi.
“Gürültü olduğu zaman hırçınlaşır. Lütfen kusuruna bakmayın.”
Yaprak Hanım, kilit noktayı bulmuştu bu sırada. Gürültü! Mesele mutsuz kadınlarla mutsuz adamlar değildi. Gürültü her şeyi, herkesi rahatsız ederdi. İnsanlar kendi gürültülerinden başkasının sesini, kendi mutsuzluklarından karşılarındaki kişilerin mutsuzluklarını göremezlerdi. Yansımazdı hiçbir duygu, hiçbir vakit.
“Sorun değil Hacer. Şimdi, size bir ödev vereceğim. Gidip eşlerinizle sakince konuşmak şartıyla her şeyi, her sorunu konuşacaksınız. Anlaştık mı? “
“Öyle diyorsunuz da Yaprak Hanım, konuşamayanlar ne yapacaklar? Münevver Karabulut, Özgecan Aslan ve diğer masum kadınların canice seslerinin kesildiği şu acayip düzende biz konuşsak da konuşamayan kadınlar ne olacaklar?”
“Sen susarsan, ben susarsam, Nilgün susarsa, Aysun susarsa ve herkes susarsa; o talihsiz kadınların talihsiz yaşamlarının yaşarken son buldukları düzen hep devam edecek. Konuşmaktan korkma, ama sakin, anlaşılmıyorsan anlaşılmayı bekle. Eğer hiç anlaşılmıyorsan anlamayı dene. O da olmuyorsa mola vermeyi dene; ama bir şeyler dene. İki insanın iki yolunun da olduğunu, yolların hep tek olmadığını hatırlatarak devam et ki birbirinden ayrı bireyler olduğunun farkına varabilsin herkes. Ama yaşarken susma.”
“Yanılıyorsun Yaprak Hanım. Benim annem, babamı gözlerimin önünde bıçakladı. Kadını erkeği yoktur şiddetin, vahşetin, katliamın… Yüreği iyiliğe düşeni vardır, gözleri kötülüğe galip gelmiş hiçbir şey görmeyeni vardır. Cinsiyeti olmaz, dili, dini, ırkı olmaz şiddetin. Size katılmıyorum.”
Yakup, elindeki kurumuş gülü annesine uzattı. Kadınlar gülümsediler Yakup’un saflığına; bazıları bedenen engelliydi sadece, kocaman bir yüreğe sahipken. Bazıları ise kalpten, kalben engellilerdi dikenlerine zeval gelmesin diye başkalarına nefretlerini tohumlarken…
Dilara AKSOY
YORUMLAR
Bir kadın, hele de evli bir kadın mutsuz ise mutlaka eşlerinin, koca dedikleri adamlarında bunda büyük payı vardır. Psikologlar, psikiyatrlar zaman zaman bu tür olaylar müdahil olup bazı zaman olayları çözerler. Anlayışlı bir erkek her zaman eşi olan kişiye saygı ve sevgi çerçevesinde yaklaşacaktır illaki... Sadakat bence evlilik kurumunun en önemli argümanıdır. Bu olduğu zaman kadının da erkeğinde gözü arkada kalmaz. Eğer ki sağlıklı bir cinsel birliktelikte yaşıyorsa eşler bu durum hem dünyaları hem de ahiretleri için mutluluğun anahtarıdır... Duygusuz, ruhsuz, doyumsuz, incelikten yoksun erkeklerin eli ile olmaktadır kadınlara vahşice davranma durumları... Böyle durumlarda kadın boşanmakta ve şiddete de maruz kalabilmektedir. Tabi meslek gibi altın bileziği olan kadınlar hayata daha sıkı tutunabilmekte, daha mutlu hayatlarını devam ettirebilmektedirler... Cahil erkek hemcinslerimizin ivedilikle eğitilmesi hem kendilerinin, hem kadınlarımızın, hem de toplumun yararına olacaktır. Kutlarım yürekten güzel bir yazıydı Dilara Hanım...
merhabaomrum
İlişkiler, kadınlar arasındaki ilişkiler, erkekler arasındaki ilişkiler; ilişkileri ne belirler. Temel olarak cinsiyet. Aynılık ve karşıtlık. Kadınlar, erkekler ve kadın erkekler. Her daim düzenli ilişkiyi sağlayan aile kurumudur. Karşıtlı aşkla başlatan ve akrabalıkla bağlayan evrensel bir boyuttur. Diyer taraftan salt kadınlar bir araya geliyorsa kadın dertleri vardır. Kadınların dertleri varsa erkeklerin dertleri diğer dertler iş güç geçim vs. bu dertleri için genelde kahvehanelerde iskambil yada okey oynarlar. Tamamlarlar. Şimdi bu durumda karşıtlık birlikteliği olan aile kurumunda ilişki çatışması görülerek şiddet doğmaktadır. Ayrılıklar bile çoğu zaman olamamakta ve ya sorunu çözememektedir. Bu durumları en iyi iş hayatı çözer ve iş hayatında kadın erkek eşitliğinde aynılıklar bir dert etrafında değilde belli başlı seçicilikte döner. Ama aile kurumu başkalaşarak dönüşüme uğrama tehlikesi içerisine girer. Benim fikrimce aile kurumu yerine teknolojik bütünleşme girmektedir. Eskiden toplumsal olarak sanat çevreleri etkinliği olurken şimdi bireysel olarak teknolojik bütünleşme kendini hissettirmeye çalışmaktadır. Örnek olarak cep telefonlarımızla olan bağlılığımız. Ve sürekli cep telefonlarımızı yenilememiz ilişki tazelemeye yönelik durumumuzu da ortaya koymaktadır.