BİR ŞEHİR MEZAR OLUYORDU BANA
Kafayı yemek üzereydim. Aklım başımda değildi. Tutup onu kalbinden, haykırasım vardı yüzüne: "Sen benim tek sevdamsın." diye. Tuttum da:
- Deli ettin beni deli. Hem de sen delisi... Onu direkt yüreğinden vuruyordum. Tam da isabetle!
- Yapma! Böyle konuşma benimle. Hem sana bir zararım dokunmadı ki! İç acılarımın toplamı hesap edilemiyordu. Onun uğruna olması, ondan kaynaklı olması tek tesellim ve avuntumdu.
- Elbette bana bir zararın dokunmadı bunu biliyorum ama sana olan aşkımdan dolayı kafayı yemek üzereyim.
- Öyle deme!
Üzülüyordu hissediyordum tam da o an içim içimi yiyordu. Onun üzülmesi demek göğün yıkılması, yerin yarılması, suyun kuruması demekti bana. Dağların üzerime çökmesi, ateşlerin üzerime saçılması ve kıyametin kopmasıydı adeta. Ama o bunu göremiyordu bende. İçimdeki aşk fırtınasının ne kadar şiddetli ve yıkıcı olduğunu anlamıyordu.
- Öyle diyorum aynen. Duysun cümle âlem. Aç pencereni, kapını aç sonuna kadar! Haykırıyorum inadına, kulakları sağır edercesine... Seviyorum seni.
- Mahcup oluyorum.
Ben ona aşkımı ilan ederken... Ve acılarımı ifşa edip onu zorda koyarken yüzündeki kızarmayı da net bir şekilde görebiliyordum. Rabbim bir insan bu kadar mı masum olur, bu kadar mı içi dışı bir olur. Eriyip bitiyordum bir yağ gibi. Rabbim o benim sınavım zaten ben onun sınavı olmayayım. Kıyamam ona!
- Mahcup ol, ben aşkından deli olmuşum sen mahcup olmuşsun çok mu? dedim sonra anlaşılmaz bir şekilde. İşkence yapıyordum ona, psikolojik işkence. Bu kadar zalim olamazdım.
- Lütfen! dedi bana.
O bunu dediği vakit öldüm adeta. O ses tonu ömrümün en hüzünlü melodisi oldu. Dünyanın en yüksek dağına çıkıp kendimi aşağıya atmak istedim. En derin okyanusun dibini boylamak istedim.
- İnsanın âşık olması ve bunu dile getirmesi kötü mü? Kötüyse bu dünyanın en kötüsü benim çünkü en büyük âşık benim.
- Abartma!
Ses tonunu yükseltmişti. Mahcubiyeti artıyordu belli ki!
- Gözlerim kör olmuş senden başkasına, kulaklarım sağır olmuş başka seslere, dilim lal olmuş başkasına... Anlasana sana kul köle olmuşum. Yanmışım, kül olmuşum. Ayaklarım, hangi yöne gidersem gideyim gayri ihtiyari sana dönüyor. Aklım hangi konu olursa olsun anında sana takılıyor, kalbim hangi hisle çarpıyorsa çapsın ama tek sana çarpıyor aşkla.
- Yapma! dedi sessizce. Öylesine müsait bir zamanda yakalamıştım ki onu kendi açımdan ve öylesine namüsait bir halde yakalamıştım onu... Kaçmasının imkânı yoktu. Avucumda bir serçeydi. Serçe yüreklimdi. Onun iklimdeydim ve ben onunla olduğum her an baharı yaşıyordum. Güldü mü yaza dönüyordum, ağladı mı kış oluyordum anında. Bütün çiçeklerin papatya olduğu andaydım onunla olduğumda. Yürek dalım onun nazenin ayaklarına birer halıydı. Yüreğimin serçesiydi, yokluğu yüreğimin pençesiydi.
Yüreği o kadar güzel atıyordu ki, kıyamıyordum tutmaya. Kırılgandı cam gibi, hani ufacık bir taş dahi değdiğinde o cama, o küçücük taş değdiği camı baştan ayağa tuz buz ederdi ya ona sarf edilen kabaca bir söz bile onun tatlı canını tuz buz etmeye kâfiydi. Ama ben kendi acı’mdan bakıyordum ona. Uykusuz gecelerimden... Onsuz sabahlarımdan... Tek başına içtiğim çaylardan... Dinlediğim hüzünlü şarkılardan... O kadar çok hasret biriktirmiştim ki yüreğimde.
Ağlamaya başladı birden. Hani birden başlar ya bazen yağmurlar hiç ummadığınız bir anda öyle oldu. Kalktı oturduğu yerden, yüzüme bile bakmadan gitti. Bir elveda bile demeden... Gözyaşlarımı bile görmeden, hıçkırıklarımı duymadan, saçımı yolduğuma ve üstümü başımı paraladığıma şahit olmadan... Ardından baktım, dökülen gözyaşları ayak izlerine karışıyordu. Ve bir şehir bana mezar oluyordu onun ardından.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.