- 652 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
548 - DERBEDER
Onur BİLGE
“Elin Kızı,
Zamanla alışıyor insan insana, insan eşyaya… Bir odadaki duvar saatine baka baka mesela… Yerine başka biri asılsa da dolduramıyor o boşluğu. Onun için vazgeçilemiyor, değiştirilemiyor, yapışıp kalıyor hayatımıza.
Evlere bırakılan, hoşnut kalınırsa satın alınan eşyalar ya da hayvanlar vardır. Yavaşça girerler dünyamıza ve usulca yer ederler kendilerine. Bu bir demet çiçek olur, masanın üstündeki vazoya konan ya da evin içine bırakılıveren bir kedi yavrusu… Birkaç gün yeter alışmak için. Çiçek vazonun mütemmim cüzü, kedi yavrusu aile bireylerinden biri haline geliverir. Haydi, gel de vazgeç!
Eski yeleğine ceketine bile alışır insan, atmaya kıyamaz. O kadar değer kazanır ki giyecekler bile zamanla, çöpe atmaya gönül razı olmaz da kullanacak birileri aranır. Eşyalar için de durum aynıdır, hayvanlar için de… Hayvanlar için yabancıya vermemenin geçerli bir sebebi vardır ama diğerleri için?
“Çocuklarımın giyecekleri ortalıkta sürünsün istemiyorum. Tahta bezi olmalarına dayanamıyorum. Ayaklar altında olmamalılar. Onun için küçüldüklerinde ya birilerine veriyorum ya da yakıyorum.” demişti bir anne. Nedenini açıklayamamıştı. Şimdi düşünüyorum da… Çocuklarıyla bütünleştirmiş beyni onları. Beynin tamamlayıcı özelliği, artık giyilmiyor olsalar bile rahat bırakmamakta onu. Sanki bedenleri hâlâ içlerinde… Giyeceklerle birlikte çocuklar da orada burada sürünmekte…
Ben de sana alışmıştın elin kızı. Hiç ummadığım bir anda gelivermiştin. Yağmurlu bir günde sırılsıklam sızıvermiştin ıssız yüreğimin içine. Eşiğinden içeriye adım atar atmaz doluvermiş, ılıyıvermişti buz tutan kalbim. Gönlüm bir saray kadar genişlemiş, içine sultan yerleşivermişti.
Cennetteki huriler de senin kadar güzel midir acaba? Hani o yaratıldıklarından beri hiçbir insanın ve cinin görmediği, çadırlarından çıkmayan, görevleri sınırsız mutluluk bahşetmek olan iri gözlü cennet kızları ki onlar sadece gözleriyle iletişim kurarlar.
O gün, pembe gül yaprakları üzerinde şebnemler gibiydi yüzündeki yağmur damlaları. Gözlerin, paha biçilmez pırlantaların teşhir edildiği birçok yerden ışıklandırılmış kuyumcu vitrini gibiydi, baktığında. Bakışlarını yere indirdiğinde iniyordu kepenkler, kopuyordu film. O uzun, sık ve kıvrık kirpiklerine kızıyor, gözkapaklarına düşman oluyordum!
Hele gözlerin gözlerime değdiğinde!.. Gözlerim kamaşıyordu, dizlerim tutmaz oluyor, ayaklarım yerden kesiliyordu! Ayakta zor duruyordum. Olduğum yere yığılıvereceğim sanıyordum. Betim benzim atıyordu mutlaka. Çünkü beynim yerinden oynuyor, başım fena halde dönmeye başlıyordu. Fark edilecek diye ödüm kopuyordu!
Ah o gözlerin!.. Gözlerin gözlerimle buluştuğunda, yeryüzünde ne kadar eksiğim varsa tamamlanmış, tüm ihtiyaçlarım bir anda karşılanıvermiş oluyordu. O anda dünya duruyordu. Duruyordu zaman. Zaman dinginlik ve zevk zamanı oluyordu. Soluyordu mavinin, siyahın ve beyazın dışındaki renkler, siliniyordu çizgiler, yok oluyordu şekiller. Gözlerinden başka hiçbir şey kalmıyordu çevrede. Öyle bir büyüleyişle büyülüyorlardı beni. Gözlerimle beraber beynim de kamaşıyordu. Yine gözlerimi gözlerinden alamıyordum. “Gözlerini gözlerimden ayırma hiç, ayırma hiç, ayırma hiç ne olur!" diyordu, iç sesim.
Ruhumda bir şarkı başlıyor, o zamanları hatırladığımda: “Saatler mi durmuş yoksa zaman mı? Umutlar tükenmiş halim yaman mı? Her şey susmuş ne var neler oluyor?” diyorum ve seni çok ama çok arıyor, deliler gibi özlüyorum.
Hep ağlamam mı lazım, bir parçacık gülmek arzusuyla doluyken! Her üç gecenin birinde kâbuslar görerek kan ter içinde sıçrayarak uyanıyorum. Bu hal, hasretin doruk noktası olsa gerek.
Hep bu şarkılar giriyor kanıma. En hüzünlü şarkıları dinleyerek demlemiyorum, demlendikçe içleniyorum. Gözyaşlarım dert ortağım oldu, kadehler arkadaşım… Saç baş darmadağın serserice dolaşıyorum evin içinde de dışarıda da…
Bazıları geleceğe bakar umutla, bazıları geçmişe gömülür kalır. Benim geleceğim meçhul, canım geçmişe takılı… Bütün tesellim, arada bir araman, hal hatır sorman, meselelerini anlatman… Bir tek sevincim var, henüz gerçekleşmeyen, o da beni İzmir’e davet edeceğin günün müjdesi… Bilmem ne zaman olur. Her geçen gün o güne biraz daha yaklaştırmakta beni. Bunu bir taraftan dört gözle bekliyorum, bir taraftan da gereken parayı nasıl temin edeceğimi düşünerek daralıyorum. Bilmiyorsun ama katmerli telefon masraflarıyla boğuşuyorum. Yine de aramızdaki tek bağın kesilmemesi için canımı dişime takarak çabalıyorum.
Evet, içiyorum. İçkiye para buluyorum ama o da olmazsa biterim ben! Bunca sıkıntının üstesinden ancak onunla gelebiliyorum. Ya nasıl dayanılır başka türlü böylesi hasrete!
Çoğu zaman ölmeyi çok istiyorum. İnanmak istiyorum tekrar dirileceğime. Orada böyle yaşlı olmayacakmışım ya… Belki orada bir araya geliriz, belki orada beni o halimle beğenirsin. Belki seninle cennete gideriz, o koca müsveddesi cehennemi boylar! “İnşallah!” diye kükremek geliyor içimden!
Son zamanlarda sinir kestim! En küçük olayı abartmaya, ona buna sataşmaya başladım. Hoşgörüden eser kalmadı bende, sayende. Hayatım işkence halini aldı. Böyle giderse aklımı oynatacağım!
Sen buradayken ve hatta senden önce ben böyle değildim. En küçük şeylerle mutlu olmaya ve çevremdekileri mutlu etmeye çalışırdım.
İçkinin de tesiriyle halüsinasyon görmeye başladım. Hayal gördüğümü düşünerek avutuyordum kendimi. En çok da senin hayalindi canlanan. Hatta seviniyordum da ama bununla sınırlı değil. Aniden bambaşka yaratılışta varlıklar… Korkunç ve saldırganlar. Üstüme üstüme geliyorlar!
Bazen neredeyim bilmiyorum. Yolda belde arabanın birinin altında kalmaktan korkuyorum. Arada sırada uyarıyorum kendimi: “Necmettin! Kendine gel! Bak, şu anda şuradasın, şuraya gitmek için evden çıktın, bunları yapacaksın!” Çünkü dalıp gidiyorum. Kendimden çıkıyor, boşlukta asılı kalıyorum. Aniden adımı sorsalar, anında hatırlayıp söyleyemeyeceğimi sanıyorum.
“O kadar da olmaz!” diyeceksin. “Amma da abarttın ha!..” Mübalağasız bu böyle, inan! Meze dışında pek bir şey yediğim de yok. Bayılıp kalacağım bir yerlerde. Bu dev bedenin içi boşaldı, bilesin!
Mutlu bir çift görmeyeyim! İçim burkuluyor, yüreğim sızlıyor. Aşk bana hiç güler yüz göstermedi. Kime meylettiysem, elimden kaydı gitti. Başından beri böyle oldu bu. Derdimi kime anlatayım, kime şikâyet edeyim? Yazan, böyle yazmış, ne yapayım!
İman diyorlar, ben öyle inancı sağlam biri değilim ama bazen böyle inançlı ve kaderci oluveriyorum. Başka türlü işin içinden çıkamıyorum çünkü. Çünkü hiçbir şey benim istediğim gibi olmuyor. Sanki yazılmış bir senaryoyu oynayan oyuncularız ve ben kurguya isyanlardayım!
“Tanrım beni baştan yarat!” demek istiyorum. “Baştan yaz şu kaderimi!”
Herkese kendisini toplamasını öğütleyen aklı başında ağırbaşlı adam gitti, yerini serserinin biri aldı. Bu şartlarda değişeceğimi sanmıyorum. Böyle gelmiş böyle gider.
Bu hayat, bir yerde yıkılıp kalıncaya kadar böyle devam eder.
Derbeder”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 548
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.