- 656 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
547 - ZEHİRLİ KIZ
Onur BİLGE
“Zehirli Kız,
Sen öyle bir zehirli mantarsın ki öldürmeyen, süründüren cinsinden… Renklerine aldanmamak, cazibene kapılmamak mümkün değil! Öldürücü olsaydın, şimdiye kadar çoktan biterdi bu işkence. Oysa şimdi mütemadiyen, gündüz gece…
Korkunç güzelsin, biliyor musun? Renk, şekil, körpelik, incelik… Dille ifade edilmesi imkânsız bir çekicilik… Hastayım sana!
Şafak sökerken tarifi imkânsız bir iç sıkıntısı işgal eder ruhumu. Uykusuz gecelerin sabahları bir defa daha sarhoş eder beni. İlk sesler balyoz gibi vurmaya başlar başıma. Eşya sarhoş, dünya sarhoş, ben sarhoş…
Konfeti gibi yıldızlar yağar yorgun gözlerimin önüne. En çok geceleri, kendimde kaybolduğum anda sende bulunurum kolayca. Ezip geçmek ne kadar da zordur düşünceleri! Beynimin içi çıfıt çarşısı!
Bir ses konuşur durur, sorar cevaplar, sevk ve idare eder. Bazen senin sesin, bazen başka, kim bilir kim! Aklım başka hükmeder o başka… Ben ne düşünürüm ne sayıklarım, o neler der! Der de der! Neler neler der! Ben mi saçmalarım, o mu? Hepsi birbirine girer. Zaten bitmişim tükenmişim, beni helak eder!
Dönüp bakarım arkama, sağıma soluma… Kim var etrafımda? Hayaller uçuşur ampulün ölgün ışığında. Gözlerim allak bullak görmeye başlar, gerçekten var olanları da… Ayaklarım yerden kesileli epey olmuş. Bulutlarının üstünden dünyanın seyrindeyim…
Envai çeşit çiçekler ve çimlerin arasında, meyveli meyvesiz ağaçlar taşlar, böcekler kuşlar… Dağların kucağında düzlükler yokuşlar… Sabah sabah ezan sesi, kuş sesi, sonra sokağın sesi… Konuşan koşuşturan telaşlı insanlar… Kadınlar kızlar, erkekler çocuklar… Herkes bir tarafa gitme yarışında… Yaşlısı genci ayakta, bir ben yatakta…
Yatak dediğim bir sedirin üstü… Üç beş tahta bulup kendim çakmıştım. Asalak arkadaşı da bir bahaneyle postaladıktan sonra yan başına dön başına, dilediğim gibi yaşıyorum burada.
Bu gece dolunay takılıydı göğe. Yavaş yavaş yürüdü aldı başını gitti, kendi feyline. “Kendi feyline… “ demiştim de yine böyle ay için, güneş için… Kaptan fena kızmıştı bana. “Onlar kendi başlarına hareket etmezler. Allah’ın emriyle hareket ederler. Gökyüzünde ne varsa O’na ramdır! Sakın bir daha duymayayım senden böyle düşüncesizce edilen bir sözü!” demişti. Sonra da anlatmıştı da anlatmıştı dönüşlerini ve yörüngelerinin üstünde gidişlerini… Benim kulağım onda, aklım her zamanki gibi sendeydi.
Benim çekimimden kurtulmuş, onun çekimine girmiştin. Onun etrafında dönüp duruyordun. Nasıl arttırmalıydım cazibemi, eskisi gibi olabilmemiz için? Bu sorunun cevabını arıyordum, umutsuzca. Hayali bile güzeldi ve oldukça haz veriyordu. O adamdan önceki hayatımızı düşünüyordum. Çekimimde sema ettiğin zamanları… Tebessüm ediyormuşum, bir defa da ona kızdı: “Daldın yine hülyalara birader, anlattıklarımda gülünecek bir şey mi var!” diyerek epey bir surat astı. Özür diledim: “Aman abi, yaman abi… Farkında değilim, inan ki! Can kulağıyla dinliyorum seni. Kızma! Sakin ol!”
Bir de ben sakin olabilsem! Sabahları bari rahatça uyuyabilsem böyle gergin olmayacağım da uyutmuyorlar ki! Gözünü açan kapıda… Biri geliyor biri gidiyor. Bir de dert dinliyorum, iyi mi? İşe yaramıyor değiller, sağ olsunlar yardımcı oluyorlar gerek imalata, gerekse pazarlamaya ama çok tantana ediyorlar ya! Nasıl tahammül edebildiğime ben de hayret ediyorum, Vallahi!
Çoğu da âşık, arkadaş! En çok hoşlandıkları konu aşk! Para pul, şan şöhret hiç umurlarında değil! Çoğu baba parası yiyor zaten. Gel keyfim gel!
Artık hepsinin sevgilisini, sevgilisinin ailesini, duygu ve düşüncesini öğrendim sayelerinde. Kendi aileleri ve ailevi sorunları da cabası! Yaşlıyım diye filozof mu sanıyorlar beni, bilmem ki! En azından tecrübeli zannediyorlar, onun için böyle rahatça döküyorlar içlerini.
Yüzlerce insan geldi geçti elimden. Binlerce sorun dinledim. İyi kötü çözüm buldum dertlerine de bir kendi problemimi çözemedim nedense! Benim meselem de sıradan bir mesele değil ki canım! Yılan hikâyesi… Şu anda da kördüğüm olmuş halde…
Anıların ırmağından geçerken paçalarımı dizlerime kadar sıvıyorum, fayda edecekmiş gibi. Üç beş adımdan sonra hatıralar yutuyor beni. Akıntıya kapılıyorum çaresiz. Çık çıkabilirsen karşı yakaya!
Ne kadar mübalağa etmişim o konuda! Seni putlaştırmışım enikonu. Olay sanki ölüm kalım meselesi! “Her şey olacağına varır.” diyorum da herkese, kendime söz geçiremiyorum. Doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor. “Düşünmeyeyim!” diyorum, olmuyor!
Bende bir ben var, bir de sen gailesi… Çalışmam kazanmam lazım, borç paçadan akıyor! Borç bin beş yüzü geçince tavuk eti yenirmiş… Aynı onun gibi… Bir de İzmir’e gitmeye kalktım. Bir masraf kapısı daha… Külliyen zarar! Bir de harç borç düşünsem iyiden kafayı sıyıracağım!
Beklentileri yok etmek istedikçe arzular köpürüyor. İstekler olanca kuvvetiyle hücum ediyor üstüme! Biri diğerini sürükleyip getiriyor önüme. Bu akını durdurmaya güç yetiremiyorum.
Aslında bir anlamı yok bu kuru bekleyişin. Badem çiçekleri gibi açtın ve kaçtın. O ağacın başındaki bir görünüp bir kaybolan kuşlardan ne farkın var! Bir taraftan dönmeni beklerken bir taraftan da: “Azat edilen hangi kuş geri gelir ki!” diye kahroluyorum!
O badem ağacı bu yıl yine aldandı. Fırtınada oralardaydım. Ellerim ceplerimde, omuzlarım kalkık, üşüye titreye eski dükkânın önündeki boş arsada… Nasıl içim yandı, bilemezsin! Eski bir dosta rastlamamış olsaydım, kendimi tutamayacak, ağlayacaktım.
Beyaz bir bulut gibi geçip gittin oralardan. Keşke hep seni koyduğum yerde kalsaydın, gündüz güneşin, gece ayın yerinde… Şimdi ufuklara bakıyorum, dağların ardını görmeye çalışıyorum.
Orman yolunda birdenbire beliren, kendiliğinden yetişen albenili zehirli mantarlara benziyorsunuz aşkın da sen de… Dağın eteklerinde, yabani otların içinde, çöplükte pırlanta gibisin. İhya etmeyen, öldürmeyen, can çekiştire çekiştire süründüren…
Gördüm, gözümü zehirledin, dokundum elimi… Düştün aklımı zehirledin, girdin gönlümü… Daldın beynimi zehirledin, sızdın ruhumu… Antalya zehir zıkkım, onca güzelliğiyle…
Bu akşam sakın dokunma bana, canım burnumda!
Hastan”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 547
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.