- 1563 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Behlû-i Dânâ Öyküleri’ Hakkında
‘Behlû-i Dânâ Öyküleri’ Hakkında
‘Behlû-i Dânâ Öyküleri’ isimli derleme kitabı Sivas ve Ünye’de söylenegelen öyküleri ihtiva ediyor. Edebiyatçı Araştırmacı Yazar Memet Zeki Gündüz Bey’in 1960’lı yıllarda Sivas’ta anlatılan öyküleri daha çok babası Ahmet Turan Gündüz’den dinledikleri ve Ünye’de öğretmenlik yaptığı 1966-1974 yılları arasında öğrencilerinin desteğini de alarak derlendiği görülmektedir. Kitap, Nisan 2019 da okurla buluştu. Yirmi iki öykü Sivas’ta derlenmiş, yirmi öykü Ünye’de derlenmiş. Yüz elli sayfa olan kitap üç bölümden oluşuyor. Son bölüm olarak da Behlû-i Dânâ hakkında literatürde, ansiklopedilerde yer alan anlatımlara ve fıkralara yer veriliyor.
Behlû-i Dânâ hakkında çok kesin bilgiler olmamakla birlikte rivayetlerde aslen Küfeli olduğu, Bağdat’ta yaşadığı ve miladi 806 tarihinde öldüğü yer almaktadır. Beşinci Abbasi Halifesi olan Harun Reşid döneminde yaşadığı ve rivayetlerde daha çok Harun Reşid’in ağabeyi olarak biliniyor. Hiç evlilik yapmamış, kimi ermiş, kimi derviş, kimi mecnun, meczup divane demiş. O dönem Harun Reşid başta olmak üzere, vezir, hoca, vali, paşa, kadı gibi devlet ricali ile maceraları konu edilmektedir. Öykülerde daha çok Harun Reşid döneminin adaletsiz kanunlarına ve zevk sefaya karşı savaşı yer almakta. Zevk sefa içerisinde ki formalist devlet ricalinin hallerinden mihnet duyar. Öykü sonunda Harun Reşid ve devlet ricali yenilgiye uğrar ve dersini alır. Behlû-i Dânâ öyküleri, Nasrettin Hoca, Temel, Bektaşi fıkraları gibi Anadolu’da benimsenmiş ve belki de birçok öykü Behlû-i Dânâ’ya atfedilmiş olabilir. Nasrettin Hoca gibi kıvrak zekâyı Behlû-i Dânâ öykülerinde görmek mümkün. Behlû-i Dânâ öyküleri Arap ve İran edebiyatında olduğu gibi Türk halk edebiyatı başta olmak üzere Orta Doğu halkları arasında söylenegelmiştir. Türk hayat görüşünü ve şekillerini yansıtması yönüyle de Behlû-i Dânâ’nın Türk olabileceğine kimi kaynaklarda yer verilmiştir.
Kaynaklarda yer alan bilgilere göre Behlû-i Dânâ başlangıçta saf ya da yarı deli değildi. Sonradan ilahi cezbeye tutularak kendinden geçtiği hatta fikirlerini, nüktelerini serbestçe ifade edebilmek için işi deliliğe vurduğu rivayet edilmektedir. Yalnızlığı seven, mezarlıklarda, harabelerde dolaşan, nükteli ve iğneleyici söylemleri olan, ferasetli, hikmet sahibi halk filozofu hüviyetinde, kimilerine göre deli kimilerine göre ise veli sayılan, işsiz güçsüz, çarşı pazar gezen, öğütler veren, hikmet sonlu öykülerde yer alan sofu, eren bir zattır. Her olayda evliya kerametlerini gösterir. Düzene karşı muhalif birisidir. Davranışları anlamlı ve ikaz edicidir. Zaman zaman çocukların maskarası olur. Gerçekte onun deli olmadığı, ferasetli bir insan olduğu fıkralar dikkatli irdelendiğinde görülecektir. İş yapmanın öncü eylemi olan düşünmeyi öncelemiş biridir. Söylencelere karışmış öykülerde deli görünüşlü akıllı portresi çizer. Öykülerde hicivler yer alır. Öyküler, sosyolojik ve psikolojik unsurlar ve mizah nüveleri taşır. Hatta şair olduğunu söyleyenler vardır. ‘Tanrı öyle bir Tanrı’dır ki zaman içinde zaman, mekân içinde mekân yaratır’ gibi sözlerinde tasavvufi şuur ve bilge yönünü göstermektedir.
Her tür hırs ve ihtirası reddeder ve mücadelesini yapar. Allah aşkı ile yanıp tutuşan Behlû-i Dânâ, her şeyi terk eder. Bundandır deli olarak nitelenen bir Hak âşığı olması. Behlû-i Dânâ ve Harun Reşid ikisi de akrabalıklarından şikâyetçidir. Hatta Behlû-i Dânâ’nın eleştirel öykülerinden rahatsız olan devlet ricalleri tarih boyu rahatsız olmuş, dönem dönem yasaklayanlar olmuştur. Behlül’ün pejmürde kılık ve kıyafeti, garip halleri Halife Harun Reşid’i utandırır ve rahatsız eder. Ayrıca Harun Reşid ve devlet ricalinin, zevk sefa halleri Behlül için endişe konusudur. Uzaktan insanları daha iyi gördüğü için belki de insanlardan uzak durur. ‘Karıncayı bile incitmem’ deme ‘bile’ den incinir karınca söz söylemek irfan ister anlamak insan’ diyen Fuzuli sözünün yanında irfani, hikmetli sözlerinin söylerken hak eden insanları kızdırmaktan, üzmekten geri durmaz Behlû-i Dânâ. Kadrajına koyduğu doğru hayatı dobra dobra yaşar.
Behlû-i Dânâ gibi zulme başkaldırı, itirazlar tarih boyu hep vardır ve olagelmiştir. Behlû-i Dânâ yalnız değildir. ‘Dünyayı gönlümce olacak sandım’ diyen Neşet Ertaş sözünde olduğu gibi yanılmalarla, sıkıntılarla doludur hayat. Ömer Hayyam bir dörtlüğünde şöyle seslenir: ‘Girme şu alçakların hizmetine/ Konma sinek gibi pislik üstüne/ İki günde bir somun ye, ne olur!/ Yüreğinin kanını iç de boyun eğme.’ Malın mülkün püf diye gidebileceği, gönüllerin deve kervanlarının dahi götüremeyeceği ağır bir imtihan halini yaşıyoruz maalesef ki nefislerde.
Altıncı hissi gelişmiş olan Behlû-i Dânâ, insanların akıllarından geçenleri okuyabilen bir evliya, veli ve bir halk filozofu olarak bilinir. Mistik güçlere sahip Behlû-i Dânâ fıkralarını ilk olarak Ferideddin Attâr derlemiştir. (Nişabur, İran 1120-1230) Hz. Mevlâna Mesnevisinin bir bölümünde Behlû-i Dânâ hikâyesine yer vermiş. Behlû-i Dânâ öykülerinin Sivas ve Ünye’de anlatıların yanında kaynak olarak ayrıca, Türk Ansiklopedisi, İslam Ansiklopedisi, Ağâh Sırrı Divanı, Bektaşi Şairleri ve Nefesleri, Hayrettin İvgin’in ‘Deli Görünümlü Akıllı Behlül’, Prof. Dr. Ahmet Uysal, Ferideddin-i Attar, Abdulbaki Gölpınarlı gibi kaynaklardan faydalanılmıştır.
Kitapta da yer alan Behlû-i Dânâ hakkında yazılanlara bir göz atacak olursak;
Yunus Emre bir dörtlüğünde:
‘Halife oldum bindim/ Çok türlü hallere girdim/ Behlül ile sinlerde/ Ol kelle kıran menem’
Taşlıcalı Yahya divanının bir bölümünde, Behlû-i Dânâ hakkında şöyle der.
‘Adı dîvane kelâmı ma’kul/ Ya’ni sultan-ı velâyet Bühlûl/ Gâh vîranede eylerdi mekân/ Gâh şehr içre ederdi seyran’
Ondokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Hitabî bir dörtlüğünde;
‘Hitabî derdinizle oldu hasta/ Sizin ile beraber düştü aşka/ Bana gerekmez artık bir yol başka/ Yolunuzda bir Behlûl olayım ben’
Belcikli Âşık Türk bir şiirinin bir dörtlüğünde, Behlû-i Dânâ’yı şu şekilde ele alır. ‘Güvenme gel bu fenâya/ Kimler gelmiş bu haneye/ Sen bak Behlû-i Dânâ’ye/ Akl’olmayan deli derler’
İzninizle kısaltaraktan kitapta yer alan bazı örnek öykülere burada yer vermek istiyorum.
‘Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, horoz berber iken. Anam eşikte, babam beşikte, ben babamın beşiğini sallar iken, memleketin birinin bir padişahı ve onun da Behlül adında bir kardeşi varmış’ diyerek öykülere başlanır.
Büyük veli Behlû-i Dânâ bir eline bir kürek ateş, öbür eline ibrik almış, telaşlı gidiyormuş. –Böyle nereye? –‘Cenneti yakmaya, cehennemi söndürmeye gidiyorum. İkisi de ortadan kalksın da halk, Allah için ibadet etsin’ cevabını vermiş?
Başka bir öykü de Ünye’de Ahmet Ocak’ın anlatımını Mustafa Yörük şu şekilde derlemiş. Behlû-i Dânâ, sözleri ve davranışlarıyla çevresindekilere ders verirdi. Bir gün Halife Harun Reşid’e ders vermek istedi. Harun Reşid’in sarayının önüne gelir. Nöbetçilerin dalgınlığından yararlanarak saraya girer ve tahta oturur. Nöbetçiler yetişirler, Behlû-i Dânâ’yı yaka paça tahttan indirirler. Orada bunu bir güzel döverler. Behlû-i Dânâ hem dayak yemekte hem de gülmektedir. Bu sırada Harun Reşid yetişir Behlû-i Dânâ’yı nöbetçilerin elinden kurtarır. Tahtına izinsiz neden oturduğunu ve dayak yerken neden güldüğünü sorar. ‘Bak, ben birkaç saniye o tahta oturdum. Bir ton dayak yedim. Ya sen? Bir ömür boyu üstünde oturduğun bir taht için ileri de ne dayaklar yiyeceksin. Kim bilir ne çileler çekeceksin! Onun için gülüyordum dayak yerken’ der.
Ferideddin-i Attar’dan nakledilen Behlû-i Dânâ’nın başka bir öyküsünde;
Behlül, elinde sopa, mezarlıkta geziyor, her mezara, o mezarı kırıp dökecek kadar vuruyordu. Dediler ki: A deli herif! Neden bu mezarları döversin? Dedi ki: ‘Bunlar gittiler ama sayıya sığmaz yalanlar söyleyip yattılar, uyudular. Gâh bu, benim sarayım dedi. Gâh o, malım dedi, altınım dedi. Gâh bu, işte tarlam, asmam dedi. Gâh o, işte bağım, çardağım’ dedi.
Harun Reşid’e, Behlû-i Dânâ’ın çalışmadığı, boş boş gezdiği şikâyeti üzerine Kardeşi Halife Harun Reşid, Behlû-i Dânâ’ya çalışmasını söyler. Kendisi de başkasına danışmak ve düşünmek ister. Harun Reşid, ‘Kimin ile danışmak istersen danış?’ der. Behlû-i Dânâ doğruca kenefe gider. Bir müddet orada kalır. Sonra da saraya döner. Harun Reşid, ‘Kiminle danıştın? Ne dedi?’ der. Behlû-i Dânâ; ‘kenefte ki b… lara danıştım.’ Şöyle dediler. Biz bir zamanlar et, ekmek ve baldık ama insan içine girdik, sonra halimiz böyle oldu. Sakın insan içine girme, sen de bizim gibi olursun. ‘Ben de onların sözünü tutacağım ve insan cemiyetinde bulunmayacağım’ der.
Hâsılı kelâm, emek verilerek hazırlanmış güzel bir derleme eser. Her olaya bir öykü ekleyen, sözlü kültürün daha önde olduğu bir medeniyetin evlatları olarak Behlû-i Dânâ öykülerini severek, keyif olarak okudum. İrfani dersler içeriyor. Behlû-i Dânâ öyküleri okullarda gençlere pekâlâ okutulabilir. Gerekli dersler ve ilhamlar alınarak okunacağını umut ediyorum. Keloğlan, Nasrettin Hoca yanında ders verici hikmetli yönleriyle Behlû-i Dânâ hak ettiği yerini alacaktır. İyi okumalar.
İlkay Coşkun
A.kalemler Dergisi
Sayı 20, Mayıs 2019
YORUMLAR
Değerli Arkadaşım.
Bahsi geçen kitap mutlaka değerli, emek verilerek hazırlanmış bir eserdir.Ancak öyle sanıyorum ki Behlül Dânâ hikayeleri olarak anlatılan hikayelerin çok önemli bir kısmı ona ait değil...
Behlül Dânâ sizin de işaret ettiğiniz gibi Harun Reşit döneminde Bağdat'ta yaşamış. Durum böyle olunca hikayeleri niçin '' Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, ülkenin birinde...'' Diye başlasın ki?
Öyle sanıyorum ki Timurla karşılaşması asla mümkün olmadığı halde nasıl ki Nasrettin Hoca- Timur üzerine bir sürü fıkra varsa aynı şekilde Behlül Dânâ ile ilgili de pek çok hikaye sonradan uydurulmuştur.
Öte yandan Ünye de ilginç geldi. Sıvas bir nebze de olsa neyse de Ünye, Behlül Dânâ hikayeleri için kaynak olabilecek bir yer değil diye düşünüyorum.
Selam ve saygılar